Pazar Okumaları'nda bu hafta modern zamanları farklı açılardan eleştiren kurgudışı ve kurgu metinlere odaklanıyoruz:
"Modern Meram: Büyük Romanları Okumak", Ersan Üldes
"Taş Tanrılar", Jeanette Winterson
"Karmaşık bir Nezaket", Miriam Toews
Aynı anda hem yürek burkup hem de iç ısıtan bu kitap, kayıplardan sonra gelecek iyileşmenin sözünü verirken herkesin ziyaretini bekleyen o büyülü kulübenin kendisine dönüşüyor. İçinde dilediğiniz kadar kalıp rüzgara emanet edeceğiniz sözcükleri seçmekte özgürsünüz.
Kafka Kitap "Pazar Okumaları"nın ilk haftasından merhaba!
Bu hafta önerilerimiz:
"İstanbul Buradaydı", Ersan Üldes
"Kayıp Uygarlıklar ve Diller", Töre Sivrioğlu
"Ofelya", Cem Akaş
“Babam artık yok. Onunla yaptığımız baş başa konuşmalarımızdan birini artık bitiremem… Savaşta ölmenin kendileri için bugün Çeçenistan’da ölen çaresiz çocuklar için olduğundan daha kolay olduğunu söylemişti. Kırklı yıllarda cennetten cehenneme düşmüşler. Savaştan önce babam Minsk’te Gazetecilik Enstitüsü’nde okuyormuş. Tatilden döndükleri zaman, çoğunlukla, tanıdıkları öğretmenlerinden biriyle bile karşılaşamadıklarını anlatmıştı, hepsini tutukluyorlarmış. Ne olduğunu anlamıyorlarmış, ama bu korkunçmuş. Savaştaki gibi korkunç. Babamla pek az samimi konuşmamız oldu. Bana acırdı. Ben ona acır mıydım? Bu soruya yanıt vermem güç… Kendi anne ve babalarımıza karşı katıydık. Bize öyle gelirdi ki, özgürlük… çok basit bir şeydi. Bir süre geçti ve biz kendimiz eğildik onun ağırlığı altında, çünkü bize kimse özgürlüğü öğretmemişti. Sadece özgürlük adına ölmeyi öğretmişlerdi.” – Svetlana Aleksiyeviç, “İkinci El Zaman”
Keder, yas ve hayatta kalmanın sevincini ele alan bu roman, Japonya'daki gerçek bir "rüzgar telefonu"ndan esinlenerek anlatılıp tüm dünyada milyonlarca okuru teselli etmeyi başarmış muhteşem bir metin!
Frances Jellico, Bay Liebermann’ın satın aldığı Lyntons mâlikanesinin mimarisiyle ilgili rapor yazmak üzere, 1969 yazında bir İngiliz kasabası olan Lyntons’a gelir. Kasvetli ve harap olduğu kadar büyüleyici bir atmosfere de sahip kır evinin çatı katındaki banyosunda bir gözetleme deliği olduğunu keşfeden Frances, alt katta yaşayan Cara ve Peter’ı gözetlemeye başlar, fakat onun için asıl sürpriz, bu çiftin kendisini tanımak istemesi olur. Hayatında ilk kez bir evi ve arkadaşları olduğunu düşünen Frances, Cara ve Peter’la unutulmaz bir yaz geçirecektir. Ancak zamanla, bir şeylerin yolunda gitmediğini; gerçek ile yalanın, doğru ile yanlışın sınırlarının bulanık olduğunu fark eder: Cara’nın anlattığı hikâyelerin ne kadarı doğrudur? Peter’ın bu hikâyelerdeki yeri nedir? Frances’in Cara’nın hayatındaki rolü nedir? Ve en nihayetinde gerçekler gün yüzüne çıkacak mıdır?
Her şey gitgide karmaşık bir hâl alırken, küçük yalanlara korkunç bir suç da eklenir; hepsinin hayatını derinden etkileyecek, dehşet verici bir günah… Acı Portakal, harap bir kır evinde tanıştığı çifti saplantılı bir merakla izleyip hayatlarında yer edinen Frances Jellico’nun tuhaf ve karanlık hikâyesini modern zamanların gizemli masallarından biri hâline getirerek aktarıyor.
Ersan Üldes’in edebiyat tarihinde farklı bir kapı aralayan “büyük” romanlara alternatif bir eleştiri getirdiği bu kitap, hem okur hem de edebiyat adına bir özgürleşme hareketi olarak tanımlanabilir: Herkesi tüm “izm”lerden kurtarıp eserlere atfedilen ulvi değerleri bir kenara bırakma ve onları yeniden birer “roman” olarak görme gayreti.
Marcel Proust’tan Thomas Mann’a, William Faulkner’dan Hermann Broch’a, Robert Musil’den Virginia Woolf’e pek çok tanınmış isim bu çabadan payını alırken, üzerlerine iliştirilmiş sıfatlarla birlikte önümüze gelen eserler hakkında farklı sorular sorabilme cesareti kazanıyoruz. Örnekse, bir sabah devasa bir hamamböceğine dönüşmüş hâlde uyanan Gregor Samsa mıdır gerçekten? Peki, James Joyce Ulysses’i yazmaya başladığı masaya “büyük” bir roman kurgulamak üzere mi kurulmuştur? Modern edebiyatın öncülerinden sayılan Thomas Mann, gerçekten bir modernist midir?
Ersan Üldes’in edebiyat tarihinde farklı bir kapı aralayan “büyük” romanlara alternatif bir eleştiri getirdiği bu kitap, hem okur hem de edebiyat adına bir özgürleşme hareketi olarak tanımlanabilir: Herkesi tüm “izm”lerden kurtarıp eserlere atfedilen ulvi değerleri bir kenara bırakma ve onları yeniden birer “roman” olarak görme gayreti.
Marcel Proust’tan Thomas Mann’a, William Faulkner’dan Hermann Broch’a, Robert Musil’den Virginia Woolf’e pek çok tanınmış isim bu çabadan payını alırken, üzerlerine iliştirilmiş sıfatlarla birlikte önümüze gelen eserler hakkında farklı sorular sorabilme cesareti kazanıyoruz. Örnekse, bir sabah devasa bir hamamböceğine dönüşmüş hâlde uyanan Gregor Samsa mıdır gerçekten? Peki, James Joyce Ulysses’i yazmaya başladığı masaya “büyük” bir roman kurgulamak üzere mi kurulmuştur? Modern edebiyatın öncülerinden sayılan Thomas Mann, gerçekten bir modernist midir?
"Şüpheleri tutuyorum, bana eşlik etmesi için yanımda götürüyorum.
"Hiçbir şeyi çözemedim, artık bir önemi de yok.
"Çiçeğin önünde biraz daha kalıyorum. Ayaktayım, bekliyorum, bacaklarım ağırlaşıncaya dek bekliyorum, yalnızca o an seninle vedalaşıyorum. Birbirimize söylemediklerimizi artık söyleyemeyiz ama bunca yıl boyunca, o gün paltomun üstünde kollarını sıkıca sardığını, demiryolunun kilometrelerce ötesinde olduğunu bilmek bana yetti. Benim için orada kaldın. Bekledin ve gitmedin."
Nobel Edebiyat Ödülü’nü kucaklayan ilk kadın Amerikalı yazar olan Pearl S. Buck'ın büyük beğeni toplayan "Mübarek Toprak" adlı eserinin devamı niteliğindeki bu roman, açgözlülükleriyle ailelerini yıkımın eşiğine getiren üç kardeşi konu ediyor.
Hafızanın gücü ve kayıplardan yadigâr travmalara dair gerçeküstü, kışkırtıcı bir masal olan “Hafıza Polisi”, satırları arasında yaşadığımız yüzyıla yöneltilebilecek “en naif” serzenişi de gizliyor: Unutmaktan korkmadığınızda her şey birdenbire ölür; her şey, birdenbire...
Osmanlı polisiyesinin efsanevi ismi Pertev Şevket, Mahir Ünsal Eriş’in Latin harflerine aktarımıyla Kafka Kitap’ta!
Osmanlı polisiyesinin efsanevi ismi Pertev Şevket, Mahir Ünsal Eriş’in Latin harflerine aktarımıyla Kafka Kitap’ta!
“Bütün evin köpek kokuyor, diyor ziyarete gelen birisi. İcabına bakacağımı söylüyorum. Bunu da o kişiyi bir daha asla davet etmeyerek yapıyorum.” –Sigrid Nunez, "Dost"
Orbus’un uzak bir gelecekte yaşayan sakinleri için insan hayatı, bugün bildiğimiz tanımlamadan epeyce uzaktır. Örneğin, bu insanlar için yaşlanmak, DNA’da görülen bir hatadan ibarettir ve kolaylıkla onarılabilir.
Ölmekte olan dünyaya da bu gözle bakılır; ekolojik çöküşle birlikte gelen kıyamet “onarılabilir bir hata”dır sadece... Hâl böyleyken kollar sıvanır ve üzerinde yaşadığımıza benzer bir gezegen daha bulunması için gereken her şey yapılır. İnsanlığın ufuktan silinen hayallerini, umutlarını, adalet ve etik gibi kavramların uçup gidişini, hatta “insanlık” kavramının kökten değişimini görmezden gelerek, varılmak istenen nihai hedef budur: Yeni bir şans.
Winterson’ın bu sıradışı kurguyu ilmek ilmek örerken aklında tek bir soru olduğu ortada: “Peki ama yeni bir şansı hak ediyor muyuz?” Yazarın bu kitapta açığa çıkacak yanıtı, gerçeklerle yüzleşmeye hazır olanların kalbini kırmayacaktır...
"Yaşanmış bir olaydan alınan ilhamla yazılan, hem büyüleyen hem hüzünlendiren hem de okurunu şoke eden bir roman!"
– Margaret Atwood
2005 ve 2009 seneleri arasında, Bolivya’da ücra bir Mennonit kolonisi olan Manitoba'da pek çok kız çocuğuyla kadın sabahları uyuşukluk hissi ve acıyla uyanıyordu. Bedenleri çürük ve yara içindeydi; geceleri saldırıya uğruyorlardı. Önceleri saldırılar hayaletlere ve iblislere dayandırıldı. Koloninin bazı üyeleri, kadınların günahları yüzünden Tanrı ya da Şeytan tarafından cezalandırıldığına inanıyordu; çoğu, kadınları dikkat çekmek ya da yaptıkları zinaların üstünü örtmek için yalan söylemekle suçladı, bazılarıysa her şeyin dişilerin vahşi hayal gücünün bir ürünü olduğunu düşündü.
Nihayetinde kolonideki sekiz erkeğin kurbanlarını hayvanlarda kullanılan bir uyuşturucu ilaçla bayıltarak onlara tecavüz ettiği ortaya çıktı. 2011’de bu adamlar, Bolivya mahkemeleri tarafından uzun süreli hapis cezasına çarptırıldı. 2013’te suçlular hâlâ hapisteyken benzer saldırıların ve cinsel istismarların devam ettiği bildirildi.
Konuşan Kadınlar, hem bu gerçeklere kurgu yoluyla bir tepki hem de “dişi hayal gücünün” bir ürünüdür.
“Yaratıcılık, Toews’in çanağında gözyaşları ve kahkahalarla karıştırılarak yaşamın özü gibi görünen sihirli bir iksir hâline getirilir.” –Ron Charles, The Washington Post
Mussolini yenilgi bayrağını çekti, keza faşistler de. Ne var ki İtalya’dan geriye kalanlar, artık İtalya’ya yetmiyor. Kıtlık, yoksulluk ve soğuk. Bir de yedi yaşının sonlarında, kızıl saçlı bir çocuk: Amerigo.
Annesi önde, o arkada. Sürüklenerek arşınlıyor sokakları. Soğuğun, açlığın ve yoksulluğun kalbinden geçiyor örselenmiş ayakkabılarıyla...
Bir tren gelecek, diyorlar. Komünistlerin treni. Çocukları alıp götürecek, Rusya’ya verecek. Onları yakacak, boğacak ya da ellerini kesecekler. Asla vermeyin diyorlar çocuklarınızı. Peki, annesi Amerigo’yu neden veriyor? Neden gitmesine izin veriyor?
"Çocuklar Treni", II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan zorlukları bir çocuğun kalbinden nazarımıza sunuyor. Yukarı ve Aşağı İtalya arasında bölünen yaşamlarda hayallerle gerçekler birbirine karışırken çocuklar bir trene binip gidiyorlar ve hayatları onulmaz şekilde değişiyor.
Mussolini yenilgi bayrağını çekti, keza faşistler de. Ne var ki İtalya’dan geriye kalanlar, artık İtalya’ya yetmiyor. Kıtlık, yoksulluk ve soğuk. Bir de yedi yaşının sonlarında, kızıl saçlı bir çocuk: Amerigo.
Annesi önde, o arkada. Sürüklenerek arşınlıyor sokakları. Soğuğun, açlığın ve yoksulluğun kalbinden geçiyor örselenmiş ayakkabılarıyla...
Bir tren gelecek, diyorlar. Komünistlerin treni. Çocukları alıp götürecek, Rusya’ya verecek. Onları yakacak, boğacak ya da ellerini kesecekler. Asla vermeyin diyorlar çocuklarınızı. Peki, annesi Amerigo’yu neden veriyor? Neden gitmesine izin veriyor?
"Çocuklar Treni", II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan zorlukları bir çocuğun kalbinden nazarımıza sunuyor. Yukarı ve Aşağı İtalya arasında bölünen yaşamlarda hayallerle gerçekler birbirine karışırken çocuklar bir trene binip gidiyorlar ve hayatları onulmaz şekilde değişiyor.
Keder, yas ve hayatta kalmanın sevincini ele alan bu roman, Japonya'daki gerçek bir "rüzgar telefonu"ndan esinlenerek anlatılıp tüm dünyada milyonlarca okuru teselli etmeyi başarmış muhteşem bir metin!