17/02/2023
KOCAMAN BİR ACI...
Merhaba dostlar. Geçtiğimiz hafta başına, ülkemizi ve milletimizi derinden yaralayan büyük bir felaket haberiyle uyandık malum.
Milyonlarca insanımızı doğrudan etkileyen, onbinlerce canımızı yitirdiğimiz, belki de son yüzyılın en büyük felaketiydi yaşadığımız.
Öncelikle yitirdiğimiz canlarımıza rahmet, yakınlarına başsağlığı, sabır ve yaralılarımıza da acil şifalar diliyorum.
Açıkçası geçmiş olsun demeye dilim varmıyor. Yakınlarını, evini kaybedenler için bu yara öyle kolay kolay geçecek gibi değil malesef.
Hem bir yandan, bu büyük felaketten yeterli dersleri çıkartmadan, gerekli adımları atmadan, ivedi önlemleri almadan geçip gitmemesi, belki de çok daha fazla hayrımıza olacaktır.
Zira, özellikle 99 depreminden itibaren başlayan süreçte, deprem ve afet bilincine dair geldiğimiz noktada, çok da yol aldığımızı söylemek pek mümkün görünmüyor.
Tablo ortada...
Tamam, elbette bu büyük felaketin vurucu şiddeti kesinlikle çok fazla idi. Ancak bu durum asla bahanemiz ve savunmamız olamaz.
Neden?
Birincisi biz deprem ülkesiyiz. Coğrafyamız doğudan batıya fay hatlarıyla döşeli. Bunu biliyor muyuz? Biliyoruz. Yıllardır uzmanlar uyarıyor mu? Peki, gereken önlemleri gönül rahatlığı ile aldık diyebiliyor muyuz? ..
Sanmıyorum!..
99 depreminden itibaren gerek bilimsel çalışma ve açıklamalar, gerekse bizatihi depremlerin kendisi sürekli bu gerçeği bize hatırlatmaya ve uyarmaya çalışmadı mı?
Her deprem sonrası üst perdeden yapılan açıklamalar, üzerinden kısa bir zaman geçer geçmez unutulmadı mı?
Alınmak istenen önlemlere dair projeler, gündelik çıkarlara hitap etmediği için ya raflara kaldırıldı ya da doğrudan çöp kutusuna gönderiliverdi!
İşte bu nedenle bu afetin büyüklüğü, ortaya çıkan felaketi açıklamak için asla bahanemiz olamaz!
Ortaya çıkan feci tabloya, afetin şiddetini bahane edemeyeceğimize dair ikinci örnek ise, yıkım alanlarında adeta bir anıt gibi sapasağlam ayakta kalmış yapılardır.
Bu yapılar bizlere, işimizi düzgün yaptığımızda, hakkıyla yaptığımızda, dürüstçe yaptığımızda, karşılaşacağımız afetler sırasında en az zararla kurtulabileceğimizi gösteren en somut delillerdir.
İşte onca yönetmelik ve kanuna rağmen daha yepyeni binalar un ufak oluyorsa; sorunu aramamız gereken yer kanunlar değil ahlakımız olmalı kanımca.
Çünkü ahlakını yitirmiş olanlar her türlü kanuna rağmen işi kitabına uydurmayı bir şekilde beceriyorlar.
Kontrol ve denetim mekanizması da aynı ahlaki zaafiyete düştüğünde, birkaç kişinin bireysel menfaatleri uğruna, binler, milyonlar ızdırap çekebiliyor.
Evet kardeşim, bu felaketler ahlaksızlık yüzünden oluyor. Ancak afet değil ahlaksızlık yüzünden olan, o afeti felakete çeviren şey ahlaksızlığımız.
Mal hırsımız, bencilliğimiz, sürekli ve sonsuz kazanma hevesimiz yüzünden bir işi en iyi şekilde yapmayı değil de, aptalca bir düşünce ile çalarak çırparak, insanları aldatarak güya en kazançlı şekilde yapmaya çalıştığımız sürece, küçük ya da büyük bir şekilde daima felaketlere maruz kalmamız kaçınılmaz olacaktır.
İşte gerçek ahlaksızlık budur!..
Yeryüzü de, tıpkı tüm canlılar gibi, insan gibi, hayvan gibi, bitki gibi yaşayan canlı bir organizmadır.
Kendi yaşam döngüsü içerisinde sürekli bir değişim halindedir. Biz insanlar için bir felaket olan depremler ya da diğer yeryüzü olayları, onun kendi varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesi için kaçınılmaz eylemlerdir belki de!
Biraz araştırısanız ya da araştırmışsanız, dünya var oldu var olalı ne gibi değişimler geçirdiğini bilirsiniz.
Mesela duymuşsunuzdur mutlaka, Devrekani ilçemiz sınırlarında yer alan Beyler Barajı civarında bir deniz canavarına ait fosil çene bulunmuştu. Dinozor nesli dönemine ait. Denizlerin Dinozoru olarak kabul edilen dev bir deniz canlısı. Ne işi vardı bu canlının Devrekani’de? Dinozorlar döneminde, yani yaklaşık 70 milyon yıl önce Anadolu bir deniz, okyanus tabanı idi. Depremler oldu, seller oldu, fırtınalar koptu, buzullar eridi, dağlar patladı ve coğrafya değişti. Tabi hala da değişmeye devam ediyor.
Eğer kıyamet kopmaz, dünyanın sonu gelmez ise bundan milyonlarca yıl sonra bambaşka bir dünya olacak. Bizim insanoğlu olarak sahip olduğumuz zaman kavramı ile yeryüzünün sahip olduğu zaman kavramı çok farklı. Bizim için koca bir ömür olan yaşam süresi, yeryüzü ve kainat için belki de kısacık bir nefes dilimi.
Yani demem o ki, bizim afet olarak tanımladığımız doğa olayları, kainatın normal yaşam döngüsü içerisinde sıradan olaylardan.
Ve bunlar yeryüzünün yaşamsal döngüsünü sürdürebilmesi için mutlak olması gereken hadiseler belki de.
Ve bizler hiçbir şekilde bu afetleri önleme kudretine sahip değiliz.Afetleri önleyemeyiz ancak tedbir alarak felaketleri önleyebiliriz.
Gerçek İslam inancında bir kural vardır; Önce tedbir sonra tevekkül...
Tedbir almadan tevekkülün faydası yoktur.
Sınırsız kadercilik anlayışı ile kulun yaptığı hatalar sonucu sebep olduğu hadiseleri, Allah’a, Onun takdirine bırakması ancak Allah’a iftira hükmü taşır.
Yüce Rabbim Şura Suresinde ne buyuruyor;
“Başınıza gelen her musibet, ellerinizle yaptıklarınız sebebiyledir. O yine de çoğunu affeder.”
Yani deprem bölgesi olduğunu bile bile, dayanıksız yapılar yapar, insani ya da ilahi uyarıları hiçbir şekilde dinlemezseniz, bu yüzden başınıza gelenlere de kader diyemezsiniz !
Dostlar, artık şu büyük felakette bize bir ders olsun ne olur. Farkında mısınız? Çocuklarımızı yalnızca maddi motivasyonlar ile yetiştirmeye çalışıyoruz. Sürekli daha kolay ve daha çok nasıl para kazanılır hedefleriyle koşulluyoruz. Ev okul ve sokak eğitimimiz sürekli “maddi kazanç” sorgulaması ve yönlendirmesi içinde. En temel saygı kriterimiz para...
Bu koşullarda yetişmiş bir insan, yaptığı işlerde ancak toplumca güdülendiği amaçlar doğrultusunda çalışacaktır. Nedir o amaçlar?
Para ve güç!
Bu motivasyonla çalışan insan ne hakka ne de hukuka riayet eder. Sürekli en kısa zamanda en kolay yoldan koşullandığı amaca ulaşmak için çalışır.
Daha fazla geç olmadan, iyice geç olmadan çeki düzen verelim kendimize. Bu felakette de gördük ki, milletimizin, toplumumuzun yardımlaşma ve zor günde birlik olma duyguları gerçekten çok güçlü. Gelin bu güzel hasleti, bu güzel özelliğimizi sağlam ve ahlaklı bir toplum kurma konusunda, eğitim ve bilimsel çalışmalar konusunda, gelişim, ilerleme konusunda da değerlendirelim ve bir seferberlik başlatarak yepyeni bir toplum inşa edelim.
Bırakalım artık o ya da bu çıkar hesapları için birbirimizi suçlayıp aşağılamayı.
Hele hele zor günümüzde olsa yapmayalım ötekileştirmeyi, yok saymayı, hakareti, aşağılamayı.
Biz bize muhtacız.
Bu ülke, bu millet gelişecek ve ilerleyecekse, birey olarak hepimizin arzusu isteği buysa eğer, bunu ancak birlik olarak, birlikte hareket ederek başarabiliriz.
Dileyen dilediği inanca ve düşünceye sahip olsun. Her insan Allah ile olan hesabını kendisi verecek. Biz insanların yaratıcı ile olan bağlarını sorgulamak ve kurcalamak yerine, onların toplumsal ahlakına ve faydalarına bakalım. Topluma faydalı bireyler yetiştirelim.
Bu çağrım her türlü inanç ve düşünce grubuna eşit mesafededir.
Aksi halde bu topraklarda millet olarak huzur bulmamız, güvende olmamız imkansız. Dileyenin dilediği oyuna iştirak edip piyon olma görevimizi layıkıyla yapmaya devam eder dururuz.
Haydi bu elim felaketi sebep kılalım ve sorgulayalım kendimizi. Kendi kendimizi yargılayalım.
Eminim sağduyu ile bunu yapabildiğimizde, birçok sorunumuz anında, kendiliğinden son bulmuş olacak...
Sağlık, güven ve huzur dileklerimle. Hoşçakalın...
16 Şubat 2023 - Nasrullah Gazetesi