Kitap Yayınevi

Kitap Yayınevi Kitap Yayınevi Mayıs 2006’da Avrupa Birliği/Ramses II programı çerçevesinde oluşturulan Beşeri ve Sosyal Bilimler Ağına Türkiye’den üye kabul edildi.
(30)

Yayın Yönetimi : Çağatay Anadol
Tanıtım ve Halkla İlişkiler : Fatma Füsun Kiper
Satış-Pazarlama : Güngör Tekgümüş
Kitap Tasarımı : Yetkin Başarır/ BEK Tasarım
Tel : (212) 294 65 55
Faks : (212) 294 65 56
Mobil : (533) 340 94 46
e-mail : [email protected]
web adresi : ww

w.kitapyayinevi.com

Kitap Yayınevi Eylül 2002’de Çağatay Anadol, Füsun Kiper ve Lokman Şahin tarafından kuruldu. Popüler-akademik nitelikteki kitaplarını Tarih ve Coğrafya, İnsan ve Toplum, Doğa ve Bilim, Anı ve Yaşam, Sahaftan Seçmeler, Başvuru Kitaplığı adlı diziler altında yayınlıyor. Eserlerini yayınladığı önemli tarihçiler arasında Suraiya Faroqhi, Ahmet Yaşar Ocak, Peter Burke, Carlo Cipolla, Carter Findley, Reşat Kasaba, Hakan Özoğul, Mary Işın, Marianna Yerasimos, Charles King var. Osmanlı coğrafyasına ilişkin seyahatnameleri Türkçeye kazandırmaya önem veren yayınevi şimdiye kadar başta Stephanos Yerasimos’un editörlüğünü yaptığı Tavernier, Tournefort ve Tevenot seyahatnameleri olmak üzere bu türde birçok eser yayınladı. Bu alanda yayınladığı eserlerin sonuncusu 1802’de İstanbul’a gelen Ulrich Jasper Seetzen’in İstanbul Günlükleri ve Anadolu’da Yolculuk adlı iki ciltlik eseri. Kitap Yayınevi, doğru çeviri ve titiz editoryal çalışmaya büyük önem veriyor. 2004’te Dünya Kitap Dergisi’nin organizasyonuyla verilen “Yılın Yayınevi” ödülünü aldı. Kitap Yayınevi bir yandan da Helikopter markası altında edebiyat alanına girdi. Yayınevinin bu alandaki ilkesi klasikleşmiş yazarların eserlerini iyi çevirilerle okurlara aktarmak. Helikopter’in eserlerini yayınladığı yazarlar arasında Shakespeare, Echenoz, Turgenyev, Dostoyevski, Yourcenar, Hawthorne, Gogol, Levi, Vittorini, Tolstoy, Maurois, Stendhal var. Online sipariş için tıklayınız: http://kitapyayinevi.com/

Yüksel Arslan-Ferit Edgü271 sayfa1.Baskı: Ocak 2011 Bu kitapta bir yazarla bir çizerin mektupları yer alıyor. Başka bir ...
26/07/2024

Yüksel Arslan-Ferit Edgü
271 sayfa
1.Baskı: Ocak 2011

Bu kitapta bir yazarla bir çizerin mektupları yer alıyor. Başka bir deyişle bu kitap iki yazar-çizerin kitabı. Yazarın, resme olan düşkünlüğü kadar, çizer de yazına düşkün. Her ikisi de, ilk gençlik yıllarından beri kitap hastası, kitap kurdu. Daha ilk tanışmalarından itibaren (İstanbul 1955) sanatla ve yazınla olan ilgileri benzerlik göstermiş, aynı kitapları okuyup aynı soruları sormuşlar. Bugün, yarım yüzyıl sonra, benzemezliklerinde bile birbirlerinin benzeri olup çıkmışlar. Bakın Yüksel Arslan 1996’da ne yazmış?

Sevgili Edgü=Arslan,

Geçen gün (13.05.96) Galeri’de çok korktum. Bu ünlü otoskopi hotoskopi olgusuna maruz kalacağımı beklemiyordum. Michêele ve Selçuk’la konuşurken, bir an, salonun dibinde, 7-8 metre ötemde, birini gördüm ve kendi kendime dedim ki: “Bu benim.” Kendime doğru yaklaşırken, 3-4 metre kala, gördüm ki bu sendin. İnanılır gibi değil, ama gerçek! Şimdi düşünüyorum da, ne kendim ne sen! 10 yıldır karşılaşmak ve tanımak için çalıştığım İNSANOĞLU’nun kendisiydi bu!”

Ülkemizde pek sık karşılaşılmayan (sözcüğü her ikisi de sevmese de) entelektüel bir dostluğu yansıtıyor bu mektupların her sözcüğü. Dille oynamayı seven, kendilerine özgü bir humor anlayışı olan, birçok ünlü, ünsüz; yaşayan, ölmüş sanatçı, yazardan sözeden; yüzyıllar hatta binyıllaröncesinin sanatına, düşünürlerine gönderide bulunan, tabii sürekli birbirleriyle ve kendileriyle dalga geçmekten de bıkmayan bu iki dostun “mektup-metinler”ni yazınsal birer metin olarak okumak belki de en doğru yöntem. Yüksel Arslan’ın tüm mektupları, okunaklı el yazısıyla yazılmış ve hemen tümü resimli. Bu görsel nitelikleri dolayısıyla kitapta bunlardan bazılarına yer verdik.

Bahattin YamanHazırlayan: Murat Kocaaslan79 sayfa1.Baskı: Mayıs 20182.Baskı: Temmuz 2024Osmanlı padişahları da diğer hük...
25/07/2024

Bahattin Yaman
Hazırlayan: Murat Kocaaslan
79 sayfa
1.Baskı: Mayıs 2018
2.Baskı: Temmuz 2024

Osmanlı padişahları da diğer hükümdarlar gibi giyim-kuşama önem verir, lüks kumaşlardan dikilmiş gösterişli kıyafetler giyerlerdi. Osmanlı devlet geleneğinde ölen sultanların giysilerini bohçalayarak saklama geleneğinin olması, padişahların kıyafet zevklerini 16. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar kopmadan izlememize olanak sağlar. Başlangıcından 19. yüzyıla kadar padişah kıyafetleri incelendiğinde klasikleşen bir kıyafet tarzı dikkat çekmektedir: Başta sorgucuyla sarık, üstte kaftan, altta şalvar ve çizme. Değişen biçimleriyle bu tarz beğeni haline gelmiş ve adeta sembolleşmiştir. Küçük değişikliklerle bu giyim tarzı üç asır devam etmiştir. Bu klasik çizginin devam etmesinde en büyük rolü kumaş üretiminden kıyafetin hazırlanmasına kadar bütün safhalarda yer alan hassa kıyafet üretim birimlerinin oynadığı anlaşılmaktadır. Çünkü yıllar boyu oluşan tecrübeler bu birimler içinde kesintisiz olarak bir sonraki nesle aktarılmıştır. Ancak 19. yüzyıldan ve özellikle II. Mahmud’dan sonra bu klasik çizginin terk edildiği ve Batı tarzı kıyafetlerin kullanılmaya başlandığı görülmektedir. Bu değişimde dikkat çeken nokta ise üç asır devam eden hassa kıyafet birimlerin lağvedilmesinin bu döneme yani 19. yüzyılın başına denk gelmesidir. Osmanlı Devleti’nin önemli özelliklerinden biri de arşivciliğe verilen önem açısından döneminin önde gelen devletlerinden biri olmasıdır. Devlet yaptığı her işlemi kayıt altına almış ve bu kayıtlar asırlarca muhafaza edilmiştir. Bu kayıtlar sayesinde kıyafet üretim birimlerini de üç yüzyıl boyunca takip etmek mümkündür. Büyük ölçüde siyakat hattı ile yazılmış ilgili belgelerde teşkilatın adı, kapsadığı tarih, grup isimleri, gruplarda çalışanların isimleri ile aldıkları yevmiyeler gibi ayrıntıların bulunması teşkilatın çalışma sistemiyle ilgili bize çok yararlı bilgiler sağlamaktadır. Bahattin Yaman Osmanlı saray kıyafetlerini, bunlara üç asır boyunca damgasını vuran hassa kıyafet birimlerinin arşiv belgeleri ışığında ve Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bu birimlerin ürettiği kıyafetlerden örneklerle ele alıyor.

Rüya Kılıç125 sayfa1.Baskı: Temmuz 20182. Baskı: Temmuz 2024Elinizdeki eser, Osmanlı son dönemi ve erken Cumhuriyette in...
22/07/2024

Rüya Kılıç
125 sayfa
1.Baskı: Temmuz 2018
2. Baskı: Temmuz 2024

Elinizdeki eser, Osmanlı son dönemi ve erken Cumhuriyette intiharın kişisel, siyasal ve toplumsal anlamını sorguluyor. Siyasi iktidarların ve toplumun kınamadan acımaya varan ama her halükârda savaşılması gereken bir musibet olarak gördüğü intiharın gerçek ve kurgu dünyasındaki izi sürülürken mümkün olduğu ölçüde müntehirin (intihar edenin) sesinin de dinlenmesine dikkat ediliyor. Zira bugün olduğu gibi geçmişte de müntehir, intiharın insanın özel hayatını ve işini tehlikeye sokabilecek bir skandal sayılabildiğinin farkında olduğundan konuşmaya hiç de istekli değildir. İntihar çoğunluğun gözünde saygınlığı olan bir hastalıktan farklı olarak bir irade zayıflığı ve zorluklar karşısında zayıfların mağlubiyet ilanıdır. Kendilerini toplumsal düzenden sorumlu görenler için ise, kişisel bir felaketten ziyade gelecek nesilleri tehdit eden ahlaki, tıbbi ve toplumsal bir sorun olarak önem taşır. İntiharın bu çok yönlü özelliğini dikkate alan bu çalışmada sayılar ve genellemelerin hâkim olduğu bir yaklaşım yerine, insanların kendileri hakkında anlattıklarıyla diğer tarafların anlattıklarını bir arada vermeye, böylece konuya dair yaklaşım farklılıklarını göstermeye çalıştık. Böylece ümitsizlik ve kederin dünyası, ona ait algı, kanaat ve tecrübelerle birlikte bazen doğrudan bazen de dolaylı verilerin değerlendirilmesiyle tarihin konusu olabiliyor. Rüya Kılıç’ın Osmanlı Devleti’nde Seyyidler ve Şerifler (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2005) ile Deliler ve Doktorları; Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Delilik (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2014) adlı eserleri yayınlandı. Çalışmalarını psikiyatri ve psikoloji tarihine odaklanarak Hacettepe Üniversitesinde sürdürüyor.
***
Habertürk Gazetesi
2 Şubat 2019
Kürşat Oğuz
Darülacezeliler “O müdürü istemezük” deyip tehdit etmişlerdi
“Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyette İstemli Ölüm Halleri”ni anlatan “İntiharın Tarihi” belki bilerek göz ardı edilmiş bir kitap. Ama söz konusu dönemin toplumsal yapısını intihar vakaları üzerinden okumak ve ahlaki-siyasi yapıyı böyle tartmak bakımından önemli. Rüya Kılıç’ın çalışmasının satır aralarında böyle sürpriz bilgiler de çıkıyor işte…

N. Defne Karaosmanoğlu190  sayfa1.Baskı : Eylül 20172.Baskı: Temmuz 2024https://www.kitapyayinevi.com/ “Yemek ile düşünm...
19/07/2024

N. Defne Karaosmanoğlu
190 sayfa
1.Baskı : Eylül 2017
2.Baskı: Temmuz 2024
https://www.kitapyayinevi.com/

“Yemek ile düşünmek iyidir.” Peki yemek ile neyi nasıl düşünebiliriz? Yemekle kültürel değişimi, dönüşümü, tarihi, coğrafyayı, milliyetçiliği, ırkçılığı, çok kültürlülüğü, kimliği, aktivizmi ve teknolojiyi düşündüğümüzde ilginç hikâyelerle karşılaşırız. Yemek kültürleri, coğrafyaları ve tarihi anlamak için bir araç olmakla birlikte, kimlikleri belirleyen, yaratan ve bozan; milletleri, dinleri, toplumları ve insanları birleştiren veya ayıran; sınırlar koyan veya sınırları tekrar ve tekrar yaratan veya yıkan siyasi bir olgudur. Hem ayrımcı ve ırkçı söylemlerin hem de birleştirici ve barışçıl söylemlerin bir aracı ve hatta yaratıcısıdır. Ulusların temsilinde önemli bir araçtır; milliyetçiliği besleyen, tetikleyen ve bazen de bertaraf etmeye çalışan bir mücadele alanıdır. Ayrıca yemek tarih yazar. Yemek, tarihi farklı bir dille, tatlarla ve kokularla anlatır; tarih egzotikleşir ve bizim olan, bizim tarihimiz, “ötedeki coğrafya” oluverir. Yemek aynı zamanda “sağlam,” “zinde” ve “sağlıklı” bir aile oluşmasına katkıda bulunan bir yönetim ve kontrol aracıdır. Böylece aileyi oluşturan bireyler ve bedenler devlet ve kurumlarınca siyasi bir strateji haline getirilip denetlenir. Mutfak teknolojileri ise hem mutfakta çalışanı denetler hem de verimliliği arttırmak için iş gücünü disipline eder. Bu kitap farklı coğrafyalardan ve farklı tarihlerden yarı-akademik ve disiplinler arası yemek hikâyeleri anlatıyor. Kitapta küresellik ve yerellik, devlet politikaları ve ulusal temsiller, kimlik ve aktivizm, batılılaşma ve Osmanlılık/Türkiyelilik, teknoloji ve mutfak konuları farklı zamansal ve mekânsal bağlamlarda irdeleniyor. N. Defne Karaosmanoğlu doktorasını McGill Üniversitesi'nde tamamladı. Halen Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim üyesi. Yemek, kültür ve iletişim alanında çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri var.
***
Mehmet Yaşin
Hürriyet Gazetesi
15 Ocak 2018
Tuhaf yemekler turizmi

Defne Karaosmanoğlu’nun ‘Kitap Yayınevi’nden çıkan ‘Yemekle Devriâlem’ adlı kitabındaki bir makaleden, ‘heyecan yapan’ yemeklerin de artık turist çektiğini öğrendim. Yani bir tür macera turizmi! Karaosmanoğlu’na göre macera turizminden söz edebilmek için endişe ve zevk; korku ve haz; umutsuzluk ve neşe aynı anda yaşanması gerekiyor.
***
Hatice Saka
Yeni Şafak Gazetesi
22 Ekim 2017
Falafel varsa savaş bitmez
Defne Karaosmanoğlu, "Yemekle Devrialem" kitabında, yemekle birlikte; kimliği, kültürel dönüşümü, tarihi, milliyetçiliği, teknolojiyi, ırkçılığı ve daha pek çok şeyi bir arada düşününce ortaya çıkan hikayaleri anlatıyor. Okuyucuları, İsrail-Filistin ve Lübnan arasındaki falafel savaşlarından, Kore'nin devlet meselesi haline getirdiği yemeği Kimçi'den, Türk dönerinin Almanya'da yükseliş öyküsüne kadar yeme kültürünün bilinmeyen yönüne dikkat çekiyor.
***
Burak Özçetin
Birgün Gazetesi
12 Ocak 2018
Yemeğin küresel yolculuğu

Defne Karaosmanoğlu yemek ve yemek kültürlerinin küreselleşen dünyada kazandığı karmaşık ve melez formlar hakkında çok sayıda örnek ve tartışma ile tanıştırıyor okuru. Bunu da akademik yazının -kabul edelim- sıkıcı, kasıntılı, kasvetli ve zorlama dilinden uzak bir şekilde yapıyor

Todor YankovÇeviri: Hüseyin MevsimSunuş: Hüseyin Mevsim80 sayfa,  16,5 x 211.Baskı: Kasım 2022https://www.kitapyayinevi....
05/07/2024

Todor Yankov
Çeviri: Hüseyin Mevsim
Sunuş: Hüseyin Mevsim
80 sayfa, 16,5 x 21
1.Baskı: Kasım 2022

https://www.kitapyayinevi.com/istanbuldan-izlenimler

Todor Yankov (1865-1941), Almanya’da sosyal bilimler alanında gördüğü üniversite eğitimini doktor unvanıyla taçlandırarak döndüğü ülkesinde uzun yıllar okul müfettişliği ve lise
öğretmenliği yaptı. Aynı zamanda, basın mecrasında da birçok gazete ve dergiye yazılar yazarak başarılı sınav verdi. Daha öğrencilik yıllarında dışa vuran yeni yerler keşfetme ve gezme merakı, ömrü boyunca kendisini terk etmeyecek olan seyahat etme tutkusuna dönüştü. Ülke içi gezilerinde ziyaret ettiği coğrafi bölgeler ve şehirler hakkında eşsiz izlenimler aktardı. Bulgar aydının bir resimli derginin 1898 yılına ait beş sayısında yayınladığı yazı dizisi, komşu ülke edebiyatında ilk İstanbul seyahatnamesi olma özelliğini taşımaktadır. Bulgar yazar; batılı seyyahlara özgü yaklaşım içinde sadece kadim şehrin tarihi yerlerini ve anıtlarını gezmekle yetinmedi, ama dar ve eğri sokaklarında sokak köpekleri ve faytonlar arasında yürüdü, çarşıda pazarda dolaştı, kahvehanede kahve yudumladı, tekkede müridin tutkusuna ortak oldu. Şehrin sıradan insanına ve parıltısız gündelik hayatına dokunma çabası, seyahatnamesine farklı renk ve lezzet kattı. Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Slav Dilleri ve Edebiyatları Bölümü, Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesidir.

Editör: Bozidar JezernikÇeviri: Ali Özdamar238 sayfa, 16,5 x  21 Tarihyazımı milli ideolojinin esaretinden doğdu ve birç...
07/06/2024

Editör: Bozidar Jezernik
Çeviri: Ali Özdamar
238 sayfa, 16,5 x 21

Tarihyazımı milli ideolojinin esaretinden doğdu ve birçok yerde tarihçiler, milliyetçiliğin en seçkin başkarakterleri olarak statülerini korudular. Yazarlar ile şairler de ister hayali ister gerçek olsun, kahramanlık mücadelelerinin anılarını sundular. İşte bunun için edebiyat bir milletin tarihini kökten değiştirecek güce sahiptir. Bugün bile tarihyazımı ve daha da büyük ölçüde geçmişin diğer anlatıları tarihsel mitlerle doludur.

Božidar Jezernik/“Türk” İmgesi, Rajko Muršič /Simgesel Ötekileştirme: Tehditkâr Bir Öteki Olarak “Türk”, Özlem Kumrular/16. yüzyılda Akdeniz’de “Türk” İmgesinin Yaratılması, Miha Pintarič/Panurge’ün “Türkler”i, Nedret Kuran Burçoğlu/Erken Modern Çağdan Aydınlanmaya Kadar Alman Medyasındaki “Türk” Tasvirleri, Peter Simonič /Valvasor’un Ezeli; Jale Parla/Byron’ın Gâvur’undan Jezernik’in Vahşi Avrupa’sına: Teori mi yoksa Tarih mi?, Bojan Baskar /Bir Camiye Giren İlk Sloven Şairi, Alenka Bartulović /“Türk’le Görülecek Eski Bir Hesabımız Var, Nazan Aksoy/Erken Türk Romanında Öteki, Aleksandra Niewiara/Leh Dili ve Kültüründe “Türk” İmgesi, Bülent Aksoy/Batılı Gözüyle Osmanlılarda Musiki, Svanibor Pettan/Balkanlar’da Alaturka-Alafranga Sürekliliği, Etnomüzikolojik Perspektifler, Ayhan Kaya/Güvenlikleştirme Çağı: Çokkültürcü ve Cumhuriyetçi Entegrasyon Politikalarına Yönelik Meydan Okumalar.

Sergey A. IvanovÇeviri: Hazal YalınYayına Hazırlayan: Çağatay Anadol652 sayfa,  16,5 x 211.Baskı: Kasım 20202.Baskı: Şub...
29/05/2024

Sergey A. Ivanov
Çeviri: Hazal Yalın
Yayına Hazırlayan: Çağatay Anadol
652 sayfa, 16,5 x 21
1.Baskı: Kasım 2020
2.Baskı: Şubat 2023

https://www.kitapyayinevi.com/istanbulda-konstantinopolisi-aramak

“Komplocular 26 Aralık 820’de Fil Kapısı önünde toplanan ruhbanın arasına karışarak Teotokos Tu Faru Kilisesi’ne girdi. Hükümdar koronun yanında ilahi okuyordu. Katiller ilahi biter bitmez üzerine atıldılar. Bu Fil Kapısı ve Faru Kilisesi tam olarak neredeydi? Ne birini biliyoruz kesin olarak, ne diğerini. Ya da bir şairin yazdıklarına bakalım: ‘Gençler [hukuk öğrencileri] muzaffer bir alay halinde şehrin bir ucundan Ayios Markianos ve Martyrios Kilisesine yürürlerdi. Kimisi kadın kıyafetleriyle, sefalet içinde yaşayan kimileri de erguvanlara bürünmüş, başlarına taç geçirmiş olurdu. Bugün muhteşem kıyafetler içinde gördüklerim, yarın paçavralar içinde çıkarlardı ortaya.’ Ayios Markianos ve Martyrios Kilisesi’nin nerede olduğunu bilmiyoruz yine. Şehirle ilgili bilgilerimiz açısından sıradan bir durum bu. Kaynaklarda defalarca zikredilen sayısız saray, çeşme, meydan, han, heykel, cadde, hastane ve dikilitaş var, ama nerede bulunuyordu bunlar? Bunda şaşacak bir şey yok, zira Bizanslıların başkenti Konstantinopolis yok artık. Onun yerinde başka bir şehir, yeni bir ülkenin, başka bir halkın ve uygarlığın kültür başkenti yükseliyor. Osmanlı denizinin dalgaları üzerinde batık Bizans anakarasının ancak kimi zirveleri uç veriyor bugün. Elinizde tuttuğunuz kitap bir İstanbul rehberi değil, bir Bizans tarihi de değil. Okura, bir şehir gezisine kalkışmadan dahi okuyabilecekleri bir kitap sunuyorum ben; bununla birlikte, eğer Bizans geçmişiyle ilgileniyorsanız, şehri gezerken bunu yanınıza almaya değer. Elinizde çok özel bir rehber var, yani belli yollarla, belli anıtlara yönlendiriyor sizi ve mümkün olduğunca her şeyi anlatıyor bunlarla ilgili. Bu anıtlarla ilişkili masalları onları ziyaret ederken anlatma geleneğine de uyuyorum kitapta. Geçmişteki bazı olayların işte tam burada meydana gelmiş olduğu düşüncesi, her zaman derin bir heyecana sürüklemiştir beni. Sanki buranın havasında bazı sesler yankılanıyor, sanki buranın denizinde eskiden olduğu gibi ölülerin suretleri aksediyor. Kimi mütevazı, yosun bağlamış tuğlalar, bunların tarihi olaylara şahit oldukları düşüncesiyle fırtınalı duygular uyandırıyor bende. Belli ki bu duyguda yalnız da değilim. Bu büyük şehirle ilgili kitabında Orhan Pamuk’un yazdığı gibi: ‘... zaman ve hafıza oyunları, tıpkı İstanbul’un içinde yaşayan kalıntılar gibi, geçmişin şimdi hâlâ yaşamakta olabileceği geçici yanılsamasını estetik bir zevk olarak yaşatır yalnızca.’”

Sergey A. Ivanov

İstanbul’da Üç Yıl, (3 Cilt-Takım)Türklerin Örf ve Âdetleri, 1841-1844Charles WhiteÇeviri: Zeynep RonaNotlayanlar: Zeyne...
28/05/2024

İstanbul’da Üç Yıl, (3 Cilt-Takım)
Türklerin Örf ve Âdetleri, 1841-1844
Charles White
Çeviri: Zeynep Rona
Notlayanlar: Zeynep Rona – Çağatay Anadol
1.Cilt: 248 sayfa
2.Cilt: 284 sayfa
3.Cilt: 286 sayfa
16,5 x 21
ISBN 978-605-105-217-5

https://www.kitapyayinevi.com/istanbul-da-uc-yil-3-cilt-takim

Charles White (1793-1861) 1841’de İstanbul’a geldi ve Telegraph gazetesi muhabiri olarak kentte üç yıl kaldı. İstanbul’da Üç Yıl; Türklerin Örf ve Adetleri adlı kitabı bu uzun ikameti sırasında edindiği bilgi ve izlenimlerin ürünüdür. White bu eseri yazma ihtiyacını neden duyduğunu birçok Batılı seyyahın eserlerinden söz ederek şöyle aktarıyor: “... sözünü ettiğimiz bu yazarların çalışmaları Osmanlı payitahtındaki yaygın örf ve âdetlere pek az ışık tutmaktadır... Öte yandan modern seyahatname yazarlarının aktardıkları bilgilerin nerdeyse tümü ya romantizm sınırına dayanan bir üslupla ya da öylesine abartılı ve göz boyar biçimde anlatılmıştır ki, yabancıları aydınlatmaktan çok onları yanıltır. Dolayısıyla İstanbul’a gelen yabancıların çoğu, yerel âdetlerin nerelerden kaynaklandığı, anlamları ve tam olarak ne oldukları konusunda tam bir cehalet içindedir; kitaplardan ya da onlara yardımcı olanlardan doğru açıklamalar alamadıkları için de geldikleri gibi giderler, ama bir farkla; alelacele yaptıkları gözlemler ve edindikleri yanlış bilgilerden ötürü ve Türk halkının savunulması mümkün olmayan zaaflarıyla iyi nitelikleri arasında hiçbir ayırım yapmadıkları için çoğu kez farklı siyasal çıkarlar ve dini antipatilerin körüklediği geçmişten gelen önyargılara yeni yanlış anlamalar ekleyerek ayrılırlar.” White üç ciltlik bu dev eserinin ilk cildinde pazarlar ve çarşılar, kayıklar ve kayıkçılar, balıklar, balık avcılığı ve balık pazarları, hastaneler, elçiliklere tanınan himaye hakkı, esnaf birlikleri, loncalar, vakıflar, selatin camileri, cami malları, kurukahveciler, manavlar, bahçeler ve bahçıvanlık, kandiller ve şenlikler gibi konuları işliyor. İkinci ciltte ise şekerciler, sakalar, sukemerleri, zücaciyeciler, hanlar, manifaturacılar, kuyumcular, miskçiler, pabuççular, nakışçılar, halıcılar, çıkrıkçılar, çubukçular, sahaflar, kütüphaneler, kâğıtçılar, cevahir bedesteni, sandal bedesteni, kürkçüler çarşısı, köle pazarı ve kölelerin durumu gibi konuları işleniyor. Üçüncü ciltte Osmanlı haremi ve saray halkı, fincancılar, kakmacılar, mumcular, aşevleri, kasaplar, fırıncılar, değirmenciler ve uncular, kazancılar, hakkâklar, yüzük, mühür ve tılsımlar, ev ve giyim eşyası, düğünler, afyon ve aşk iksiri tüccarları, berberler, sünnetçiler, eyerciler, atlar, köpekler, hamamlar, hamallar, taşçılar, türbeler, mezarlıklar ve mezar taşları gibi konular ele alınırken saray ve kent kapıları, Bozdoğan Kemeri, Haliç, Süleymaniye, Parmakkapı, Atpazarı, Direklerarası ve Etmeydanı da anlatıyor. Halk arasında dolaşan söylenti ve hikâyeleri aktarmayı da ihmal etmeyen yazar kitabını Türklerin karakteriyle ilgili gözlemleriyle bitiriyor

Esra Yakut312 sayfa,  16,5 x 211:Baskı: Ocak 2020https://www.kitapyayinevi.com/mesihat-adliye-maarif-ve-hilafetMondros M...
24/05/2024

Esra Yakut
312 sayfa, 16,5 x 21
1:Baskı: Ocak 2020

https://www.kitapyayinevi.com/mesihat-adliye-maarif-ve-hilafet

Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla başlayıp, saltanatın kaldırılmasına kadar geçen süreç (30 Ekim 1918 - 1 Kasım 1922) Osmanlı tarihinin son dört yılını kapsar. Bu, Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin mütarekenin imzalanmasının ardından yok olma korkusuna kapıldığı dönemdir. Yaşanan korku, siyasal ve düşünsel alanda bir karmaşayı da beraberinde getirir. Öncelikle yakın geçmişe karşı bir tepki ortaya çıkar. Gelinen noktanın sorumlusu olarak görülen İttihat ve Terakki Partisi yönetimine ve uygulamalarına karşı çıkılır. Dönemin fikir hayatı da karmaşık bir yapıdadır. Yönetimin monarşik karakterini daha da kuvvetlendiren Sultan Vahdeddin, bu tarzını muhafazakârlıkla besleme niyetindedir. Padişahın çizdiği yoldan ilerleyen fikir adamları, İttihat ve Terakkinin dini kamusal yaşamdan uzaklaştırma yolunda attığı adımları değiştirecek görüşler ortaya atarlar. Görüşlerin bir kısmı, şer’i mahkemelerin Meşihat Dairesine bağlanması gibi, hemen uygulamaya geçirilirken, bir kısmı ise Cemaat-i İslamiye örgütlenmeleri gibi sonuçsuz kalır. Düşüncelerini dönemin basınında paylaşan fikir adamlarının bir bölümü adalet ve eğitim sistemleri konularında çağı yakalama gayretindedirler. Planlanan yeni düzenlemeler, hâkimlerin ve mahkemelerin azledilmezliği ilkesinin getirilmesi, günlük duruşma sayılarının sınırlanması gibi yargı örgütünü geliştirmeye yönelik hedeflerdir. Eğitim alanında ise fen liselerinin açılmasının planlanması, mesleki eğitimin çok yönlüleştirilmesi, kadınların eğitimine verilen önemin artırılması gibi konular gündemdedir. Bunlar, bir yandan da bir devlet olarak var olabilmenin son çabalarıdır. Bu çalışmamızda, Osmanlı Devleti’nin son dört yılında kurumlarıyla gösterdiği var oluş çabasına, ağırlıklı olarak dönemin basınına ve birinci elden kaynaklarına dayanarak tanıklık etmeye çalıştık. Bugüne kadar sadece siyasi tarih yönüyle incelenen bir döneme farklı bir açıdan bakmaya gayret ettik. Bu kapsamda özellikle İslamiyetle sıkı bağı olan meşihat, evkaf, adliye, maarif ve hilafet gibi kurumları ele aldık. Amacımız, dini değerleri güçlendirip, dini kurumları yeniden kamusal yaşamda ön plana çıkartan Osmanlı Devleti’nin bir yandan da modernleşme yönünde atmaya çalıştığı adımlara dikkat çekebilmekti. Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Esra Yakut’un Şeyhülislamlık;Yenileşme Döneminde Devlet ve Din adlı kitabı yayınevimizce yayınlanmıştı

Esra Yakut312 sayfa,  16,5 x 211:Baskı: Ocak 2020Tarih ve Coğrafya Dizisihttps://www.kitapyayinevi.com/mesihat-adliye-ma...
24/05/2024

Esra Yakut
312 sayfa, 16,5 x 21
1:Baskı: Ocak 2020
Tarih ve Coğrafya Dizisi

https://www.kitapyayinevi.com/mesihat-adliye-maarif-ve-hilafet

Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla başlayıp, saltanatın kaldırılmasına kadar geçen süreç (30 Ekim 1918 - 1 Kasım 1922) Osmanlı tarihinin son dört yılını kapsar. Bu, Birinci Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti’nin mütarekenin imzalanmasının ardından yok olma korkusuna kapıldığı dönemdir. Yaşanan korku, siyasal ve düşünsel alanda bir karmaşayı da beraberinde getirir. Öncelikle yakın geçmişe karşı bir tepki ortaya çıkar. Gelinen noktanın sorumlusu olarak görülen İttihat ve Terakki Partisi yönetimine ve uygulamalarına karşı çıkılır. Dönemin fikir hayatı da karmaşık bir yapıdadır. Yönetimin monarşik karakterini daha da kuvvetlendiren Sultan Vahdeddin, bu tarzını muhafazakârlıkla besleme niyetindedir. Padişahın çizdiği yoldan ilerleyen fikir adamları, İttihat ve Terakkinin dini kamusal yaşamdan uzaklaştırma yolunda attığı adımları değiştirecek görüşler ortaya atarlar. Görüşlerin bir kısmı, şer’i mahkemelerin Meşihat Dairesine bağlanması gibi, hemen uygulamaya geçirilirken, bir kısmı ise Cemaat-i İslamiye örgütlenmeleri gibi sonuçsuz kalır. Düşüncelerini dönemin basınında paylaşan fikir adamlarının bir bölümü adalet ve eğitim sistemleri konularında çağı yakalama gayretindedirler. Planlanan yeni düzenlemeler, hâkimlerin ve mahkemelerin azledilmezliği ilkesinin getirilmesi, günlük duruşma sayılarının sınırlanması gibi yargı örgütünü geliştirmeye yönelik hedeflerdir. Eğitim alanında ise fen liselerinin açılmasının planlanması, mesleki eğitimin çok yönlüleştirilmesi, kadınların eğitimine verilen önemin artırılması gibi konular gündemdedir. Bunlar, bir yandan da bir devlet olarak var olabilmenin son çabalarıdır. Bu çalışmamızda, Osmanlı Devleti’nin son dört yılında kurumlarıyla gösterdiği var oluş çabasına, ağırlıklı olarak dönemin basınına ve birinci elden kaynaklarına dayanarak tanıklık etmeye çalıştık. Bugüne kadar sadece siyasi tarih yönüyle incelenen bir döneme farklı bir açıdan bakmaya gayret ettik. Bu kapsamda özellikle İslamiyetle sıkı bağı olan meşihat, evkaf, adliye, maarif ve hilafet gibi kurumları ele aldık. Amacımız, dini değerleri güçlendirip, dini kurumları yeniden kamusal yaşamda ön plana çıkartan Osmanlı Devleti’nin bir yandan da modernleşme yönünde atmaya çalıştığı adımlara dikkat çekebilmekti. Anadolu Üniversitesi Öğretim Üyesi Esra Yakut’un Şeyhülislamlık;Yenileşme Döneminde Devlet ve Din adlı kitabı yayınevimizce yayınlanmıştı

Jean-Baptiste TavernierÇeviri : Teoman Tunçdoğan343 sayfa1.Baskı:Haziran 2006Sahaflar Seçmeler Dizisi ISBN 975-6051-28-0...
13/05/2024

Jean-Baptiste Tavernier
Çeviri : Teoman Tunçdoğan
343 sayfa
1.Baskı:Haziran 2006
Sahaflar Seçmeler Dizisi
ISBN 975-6051-28-0

Stefanos Yerasimos'un Giriş yazısı ve notlarıyla
XIV. Louis döneminde yaşamış bir Fransız tüccarın o dönemin Ortadoğu toplumlarıyla ilgili olarak anlattıkları, önyargılardan arınmış bir okumayı ve art arda gelen hoşgörüsüzlük yüzyıllarının bu anlatıları mahkûm ettiği prangalardan onları kurtarmayı becerebilirsek günümüzün bilgilerine birçok şey katabilir. Söz konusu Fransız tüccar 1605'te Paris'te doğan ve Ortadoğuya yaptığı altı seyahat 36 yıla yayılan Jean-Baptiste Tavernier. Anvers'den göç etmiş, coğrafya haritaları ticareti yapan bir Protestanın oğlu olan bu tüccar hayatını seyahat ederek geçirdi, dönemin ileri gelenlerince ağırlandı, soyluluk unvanı alarak toplumsal statüsünü yükseltti, bilgi dünyasına ve geleceğe, tüccar olarak mal oldu. Anılarını tüccar olarak yazdı; bu anıları yazmasını bekleyenler de, her şeyden önce, ondan ticaret alanındaki deneyimlerini aktarmasını istemişlerdi. Tüccarlar insanlar ve nesneler konusundaki değerlendirmelerinde, bunların amaçlanan hedefe sağlayacağı yararı baş ölçüt olarak alır: Ermeniler iyidir, çünkü toptan ticareti onlar ellerinde tutuyor; Şah iyidir, çünkü Avrupalı tüccarlara ilgi gösteriyor; Persepolis ilginç değildir, çünkü ticarete kapalıdır, vb. Jean-Baptiste Tavernier kervan ticaretinin vazgeçilmez koşulu olan güzergâhları belirleme ve betimleme işlevini üstlenerek, her şeyden önce bir coğrafyacının görevini yaptı. Anlatılan güzergâhlar, elbette kervan yollarına sağladıkları yarara göre seçilmişti. Tavernier için Doğu bir yandan başarının, öte yandan da serüvenlerin, sarayların ve değerli taşların, kısaca ihtişamın simgesiydi; ama orada yaşayan insanların simgesi asla değildi. Ne var ki asıl sorun, "Doğu despotizmi" fikrinin ve bundan kaynaklanan Batı'nın üstünlüğü düşüncelerinin üzerinde yükseldiği temellerden birini de Tavernier'nin yazdıklarının oluşturmasıdır. Batı, daha Rönesans'tan başlayarak, Antikçağ serabının kurbanı olmuştur. Elindeki kitaptan Antikçağ'ın parlaklığını okuyan, sonra bunları yerinde görmeye gittiğinde, harabelerin sefil köylülerle çevrildiğini gören Batılı aydın kişi, buralar bugün eğer bu hale gelmişse suçun barbarlarda, Türklerde, Araplarda ve diğerlerinde olduğu; gasp edilen ve kötü yönetilen bu mirasın Antikçağ "değerlerinin" emanetçisi Batı'nın hakkı olduğu sonucuna "mantıksal olarak" varıyordu. Tavernier'nin yaptığı türden incelemeler, çıkarılan bu sonuçları pekiştirmekteydi. Tavernier 1631 ile 1663 arasında Ortadoğuya altı seyahat yaptı ve bu seyahatleri sırasında Anadolu'nun çok çeşitli köşelerine Adapazarı, Afyonkarahisar, Ankara, Antakya, Bitlis, Bolu, Bolvadin, Cizre, Diyarbakır, Edirne, Efes, Erzurum, Gebze, Gerede, Gümüşhane, İskenderun, İzmir, İznik, Kağızman, Kars, Kuşadası, Mardin, Sıvas, Sinop, Trabzon, Tarsus, Tatvan, Tokat, Turhal, Urfa ve Van'a uğradı. Etrafına kendi toplumunun önyargı ve kalıplarıyla baksa bile Türkleri, Kürtleri, Ermenileri, Rumları, Yahudileri ve Süryaniler anlattı. Jean-Baptiste Tavernier'nin Les six voyages adlı yapıtı, 1676'da yayınlanışından tam 330 yıl sonra, geçen yıl yitirdiğimiz değerli tarihçi Stefanos Yerasimos'un yazdığı giriş ve notlarla artık Türkçede..."

Charles WhiteÇeviri: Zeynep RonaNotlayanlar: Zeynep Rona – Çağatay Anadol287 sayfa,  16,5 x 211.Baskı: Nisan 2024https:/...
02/04/2024

Charles White
Çeviri: Zeynep Rona
Notlayanlar: Zeynep Rona – Çağatay Anadol
287 sayfa, 16,5 x 21
1.Baskı: Nisan 2024

https://www.kitapyayinevi.com/istanbulda-uc-yil-3-cilt

Charles White (1793-1861) Eton Koleji’nden 1805’te mezun olduktan sonra orduya katıldı. 1830-31 arasında sekreterliğini yaptığı Lord Ponsoby 1832’de Britanya’nın Osmanlı İmparatorluğu elçiliğine atandı. White onun elçiliği sırasında 1841’de İstanbul’a geldi ve Telegraph gazetesi muhabiri olarak kentte üç yıl kaldı. Three Years in Constantinople; or, Domestic Manners of the Turks in 1844 (İstanbul’da Üç Yıl; veya, Türklerin Örf ve Adetleri) adlı kitabı bu uzun ikameti sırasında edindiği bilgi ve izlenimlerin ürünüdür. White böyle bir eseri yazma ihtiyacını neden duyduğunu birçok Batılı seyyahın eserlerinden söz ederek şöyle aktarıyor: “... sözünü ettiğimiz bu yazarların çalışmaları Osmanlı payitahtındaki yaygın örf ve âdetlere pek az ışık tutmaktadır... Öte yandan modern seyahatname yazarlarının aktardıkları bilgilerin nerdeyse tümü ya romantizm sınırına dayanan bir üslupla ya da öylesine abartılı ve göz boyar biçimde anlatılmıştır ki, yabancıları aydınlatmaktan çok onları yanıltır. Dolayısıyla İstanbul’a gelen yabancıların çoğu, yerel âdetlerin nerelerden kaynaklandığı, anlamları ve tam olarak ne oldukları konusunda tam bir cehalet içindedir; kitaplardan ya da onlara yardımcı olanlardan doğru açıklamalar alamadıkları için de geldikleri gibi giderler, ama bir farkla; alelacele yaptıkları gözlemler ve edindikleri yanlış bilgilerden ötürü ve Türk halkının savunulması mümkün olmayan zaaflarıyla iyi nitelikleri arasında hiçbir ayırım yapmadıkları için çoğu kez farklı siyasal çıkarlar ve dini antipatilerin körüklediği geçmişten gelen önyargılara yeni yanlış anlamalar ekleyerek ayrılırlar.” Charles White üç ciltlik dev eserinin üçüncü cildinde Osmanlı haremi ve saray halkı, fincancılar, kakmacılar, mumcular, aşevleri, kasaplar, fırıncılar, değirmenciler ve uncular, kazancılar, hakkâklar, yüzük, mühür ve tılsımlar, ev ve giyim eşyası, düğünler, afyon ve aşk iksiri tüccarları, berberler, sünnetçiler, eyerciler, atlar, köpekler, hamamlar, hamallar, taşçılar, türbeler, mezarlıklar ve mezar taşları gibi konuları işlerken saray ve kent kapılarını, Bozdoğan Kemeri’ni, Haliç’i, Süleymaniye, Parmakkapı, Atpazarı, Direklerarası ve Etmeydanı’nı da anlatıyor. Diğer ciltlerde yaptığı gibi halk arasında dolaşan söylenti ve hikâyeleri aktarmayı ihmal etmiyor. White kitabını Türklerin karakteriyle ilgili gözlemleriyle bitiriyor.

Wanda ZembrzuskaÇeviri, Sunuş ve Notlar: Hüseyin Mevsim80 sayfa1.Baskı: Mart 2019https://www.kitapyayinevi.com/muhabirim...
18/03/2024

Wanda Zembrzuska
Çeviri, Sunuş ve Notlar: Hüseyin Mevsim
80 sayfa
1.Baskı: Mart 2019
https://www.kitapyayinevi.com/muhabirimiz-canakkale-cephesinden-bildiriyor

Wanda Zembrzuska, 19. yüzyıl ortalarında Osmanlı’ya sığınan soylu bir Leh sülalesinin üçüncü kuşak mensubu olarak 1889’da Sofya’da dünyaya geliyor. Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşını sıcağı sıcağına cephelerden takip eden tek kadın savaş muhabiri olmasıyla ünlenen Bulgar gazeteci, 1915’in kavurucu temmuz sıcağında, Sofya’da çıkan Utro Gazetesi adına, imzalanması gündemde olan Osmanlı-Bulgar Hudut Tashihi Anlaşması görüşmelerini aktarmak üzere trenle İstanbul’a geliyor. Burada kaldığı yaklaşık bir ay boyunca Çanakkale Cephesine gitmenin yollarını aradığı sırada, yanı başındaki çatışmaların yakıcı nefesini ensesinde hisseden payitahtın genel atmosferini, Müslüman ve Hıristiyan sakinlerinin ne düşünüp hissettiği aktarıyor. Sıhhi teşkilatlanma ve hastanelerin durumuyla ilgili nesnel gözlem ve tespitlerde bulunuyor. Daha sonra yabancı üç gazeteci meslektaşıyla birlikte torpidoyla Tekirdağ üzerinden Gelibolu Yarımadası’na ayak basan kadın savaş muhabiri, on gün boyunca bomba ve havan mermileri yağmuru altında Çanakkale Cephesi’ni bütün yönleriyle, kadına özgü bir duyarlık ve yaklaşımla canlandırmayı başarıyor. Bu arada daha Sofya’dan bildiği Anafartalar Grubu Komutanı Miralay Mustafa Kemal Bey’i de karargâhında ziyaret ediyor. Bulgar kadın gazetecinin İstanbul ve Çanakkale Cephesi’nden gazetesine gönderdiği ve eşsiz bir kaynak niteliği taşıyan röportajlarını yüz yıl sonra Türkçeye kazandıran Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesi.

Address

Hamidiye Mh. Soğuksu Caddesi No : 3/1 Kağıthane
Istanbul
34408

Opening Hours

Monday 07:30 - 16:45
Tuesday 09:45 - 16:45
Wednesday 07:30 - 16:45
Thursday 07:30 - 16:45
Friday 09:45 - 16:45

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Kitap Yayınevi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Kitap Yayınevi:

Videos

Share

Category

Nearby media companies

  • TVS Studyolari

    TVS Studyolari

    Hamidiye Mahallesi Girne Caddesi Çelik Özer İş Merkezi No49/1 Kat:2 Kağıthane
  • Okyanus Yayıncılık

    Okyanus Yayıncılık

    Hamidiye Mahallesi F Sultan Mehmet Caddesi 3 B Kağıthane

Other Publishers in Istanbul

Show All