Düşülke Kitap, bir Düşülke Kolektif girişimidir. 2011 yılında Kadıköy’de Noreplika ile başlayan anarşist bir sanat kolektifi yaratma düşüne önce, şimdilerde Düşülke Atölyesi bünyesine, çaya atılmış şeker misali eriyerek karışan Kara Tavşan Kukla Tiyatrosu ile başlamıştık. İlkin çocuklara gitmeliyiz, onlardan öğrenmeliyiz, dedik ve ipli kuklalarımızla okullarda gösteriler yapmaya başladık, çünkü dü
şüne durduğumuz devrim çocuk kalpli ve yumruklu bir devrimdi; bizim elimizde namlusuz, tetiksiz bir silah vardı: Sanat.
İşte böyle akar giderken zaman, bir fanzin kütüphanesi oluşturulması projesi olan Yer6 Hafıza‘yı başlattık. Binlerce fanzini bir araya getirdik, Açık Radyo 94.9‘da aynı adlı bir program hazırladık sene boyu ve nihayet 2014 yılı başında Düşülke Kitap’ı da kurarak, Düşülke Yayıncılık ve Gösteri Sanatları adı altında tek çatı (ya da çadır ki, aslında yeryüzünde ihtiyaç duyabileceğimiz tek şey bir göçebe çadırıydı belki de) altında birleştirdik. Düşülke Kitap 80 darbesi ardından Türkiye’de tohumları atılarak, takiben 90’lar ve 2000’lerde kurumlaştırılmış kapitalist piyasa koşullarını zorlamak, esnetmek, sinirleri germek isteğiyle yanıp tutuşan haylaz bir çocuktur.
Şeker için ağlamanın artık işe yaramadığını çoktan öğrenmiş bir çocuk, şekeri çalmayı, ama en büyüğünü, raconuna uygun çalmayı gözüne kestirmiş bir çocuk; uzun lafın kısası, hırsızın küçüğünün asılacağını bilen yaramaz bir çocuk.
İşte bu yüzden artık bugün ‘pek işe yaramaz’ olduğu düşünülen (para kazandırmaz demek istiyor kapitalist ablalarımız abilerimiz) şiiri bile sevdik, şiir kitapları bastık, yayınladık, yayınlıyoruz, yayınlayacağız; onlar yere bakarken (belki bir beşlik daha bulurlar) biz göğe bakacağız (belki bir Ece daha buluruz) inatla.
Öyküleri, romanları, o kurgu dünyaları da sevdik; ‘gerçek’ dedikleri dünyaya hiç inanmak istememiştik çünkü, o yüzden kuklalar yapmış masallar anlatmıştık, anlatıyorduk. Hani büyümüş de küçülmüş derler ya, değildik büyük falan, büyük olmak falan da değildi istediğimiz, inat etmiştik ve büyümeyecektik ama küçücükmüşken de koskocaman işler yapılabileceğini göstermekti, başarmanın verdiği keyifle iz bırakmanın peşindeydik her birimiz, çünkü hepimiz biriciktik ve bir tanecikti hayatımız; tuttuk size çamurdan pasta yaptık: Düşülke Uluslararası Edebiyat Konferansları dizisini hazırladık. Neden mi? Çünkü birileri dünyayı zapta kalkışmış ve başarmıştı, birileri güneşi zapta kalkışmıştı, biz de tuttuk düşlerimizi sevdik, bizim gibi düşlerini yaşamışları, düşler içinde yazmışları sevdik: “Bize ay yeter,” dedik. Bir düş’tü yaşamak, bizimle düş’e kalka yola düşenlere, ‘müşteri,’ ‘eleman,’ ‘yoldaş’ demektense ‘arkadaş,’ demeyi yeğ tuttuk, uslanmaz hayalperestler olsun dilediğimiz okurlarımızla uzun bir ‘yol arkadaşlığına’ koyulduk. Hep beraber, gümbür kambur; bizim de yaşamayı dilediğimiz dünya insanın ‘şeylere’ değil, kendine inandığı bir dünyayken, ne diye susalım?