Önce Vatan Gazetesi

Önce Vatan Gazetesi Günlük Ulusal Gazete

UFUKTAKİ GÜZ GÜNEŞİ: 14 Aralık 2024 Cumartesi… Güneşli, güzel bir gün… Sonbaharın son günleri… 21 Aralık’ta Güneş ışınla...
21/12/2024

UFUKTAKİ GÜZ GÜNEŞİ: 14 Aralık 2024 Cumartesi… Güneşli, güzel bir gün… Sonbaharın son günleri… 21 Aralık’ta Güneş ışınları Güney Yarımküre’deki Oğlak Dönencesi’ne dik olarak gelecek ve dünyamızın o bölümünde yaz mevsimi başlarken bizim yaşadığımız Kuzey Yarımküre de kışa girecek. Güney’de en uzun gündüz yaşanırken Kuzey’de de en uzun geceyi yaşayacağız.

İkindi vakti evden çıktım. Bostancı sahiline yürüdüm pırıl pırıl bir aydınlıkta. Kısa sürede iskelenin önüne indim. Vapur iskelesi ıssız. Yanında bulunan Adalar motorlarının kalkış yerinin içi, önü tıklım tıklım. Kalkmakta olan motora yetişmek için koşturanlar çoğunlukta. Kimi çocuğunu, kimi eşini, kimi de sevgilisini elinden tutup sürüklüyor motor iskelesine. Bir sonraki motora kalmak istemiyorlar, çünkü vakit nakit onlar için. Adalar’ın keyfine varmak istemekteler. Bazılarının elinde sürüklemekte zorluk çektikleri yükçeler var. Ada’da sürekli kalanlar, belli oluyor alışveriş torbalarından.

İnsan seli arasında yürümeye çalışıyorum. Kaldırımlar çok geniş değil. Sahil yolundan güçlükle ilerleyen taşıtların düdükleri hiç susmuyor. Bazı taşıtların gökyüzünün maviliğini yırtan egzoz sesleri kulakları sağır etmekte. Su damlası gibi berrak güne geçici de olsa bir kirlilik bırakıyor bu kötü sesler. Önümüzden, arkamızdan bisikletlerin, bingitlerin tiz çıngırakları ötüyor. Yaya kaldırımlarında yok, yok… Arada bir kaldırımdan ilerlemeye çalışan motosikletler sinir bozucu. Kendilerine yol açmak için gaza basıp ses çıkarmaktalar. Motor iskelesinin önündeki kestaneci, maşasıyla mangalının üstüne vurarak gelip geçenin ilgisini çekmekte. Öndeki simitçi “taze simit” diye bağırıyor. Onların derdi ekmek parası. Solumdaki gazete büfesini geçiyorum insan selinin arasından. Büfenin içini göremiyorum insan selinin içinden. Gözlerim yerdeşim Ali Çapoğlu’nu arıyor bir selam vermek için. Kalabalık engel oluyor bana.

Yeiçler, masalarını önlerindeki kaldırıma koymuşlar. Daha çok gençler var masalarda. Deniz otobüsleri iskelesini geçtim. Kısa bir süre sonra sola dönüp taşıtların düdük seslerinden, egzoz gazlarından, balatalarının yanık kokularından kurtuldum. Spor alanında gençler voleybol oynuyor. Bir diğerinde basketbolcular var. Denizi soluma alıp yürüyorum batıya doğru. Sağımdaki spor alanında tenis maçı var bir kadınla erkeğin. Büyük alanda, bir amatör takımındaki futbolcu adayı çocuklar eğitilmekte. Spor amaçlı yürüyüp koşanlarda ivedilik söz konusu. Gezintiye çıkanların adımları yavaş. Denizi, dolgu alanda boy atan ağaçları, durmadan kanat çırpan martı ve kargaları izlemekteler hayranlıkla.

Güneş, ufka yaslanmak üzere… Denizle dar açı yapmış. Tam karşımdan vurmakta ışınları. Apak bir büyük tabak gökyüzünde. Kıyıya doğru gittikçe genişleyen maviliği, aklığa döndüren geniş bir yol yapmış ışınlarıyla. Günler epeyce kısaldı. Artık güneş tam batıdan batmıyor. Güneybatıda gece uykusuna dalıyor.

Akşam olmak üzere… Deniz durgun… Suyun üstünde küçük kıpırtılar var. Geceyi aç geçirmek istemeyen martılar, durmadan dalıp çıkmakta suya. Akşam yaklaşınca balıkların su yüzeyine yaklaşarak beslendiklerini bilmekteler. Fırsatçı kargalar, martıların ağzından balıkları kapmaya çalışmakta. Bu nedenle Martılarla kargalar arasındaki kavga çığlık çığlığa sürmekte.

Güneş karşımdan vurmakta. Bu nedenle güneşe bakarken gözlerim kamaşmakta. Bunda güneşin ışınlarının yatay gelmesi de etkili oluyor. Güneşin önünden büyük bir yük gemisi geçmekte. Bir anda gemi ışığa kesti. Güneşle birleşti sanki. Yol boyunca yer alan birkaç yeiç dopdolu. Güneşli, güzel, temiz bir günün akşamının tadını çıkarmakta insanlar. Fotoğraf çekenler çok… Telefonla canlı yayın yapanlar epeyce...

Şaşkınbakkal’ı geçtim. Caddebostan’a doğru gidiyorum. Güneş, denizle birleşti. Yavaşça sarıya döndü. Denizdeki o büyük ışık yolu da sarardı. Yol gittikçe daralmakta. Caddebostan’daki Beltur’un önünden geçtim. Her yan tıklım tıklım. Çimenlerin üzerinde battaniyeler, kilimler, açılır kapanır sandalyelerde oturanlar çok. Çimlerin serinliğine oturan ya da uzananların keyfine değme gitsin.

Güneş turuncuya döndü. Turuncu tabağın alt ucu denizde yitti. Bir balıkçı teknesi, denizin alt yanını kemirdiği turuncu tabağın ortasında durmakta. Teknenin baş yanında küçük bir insan karartısı… Tekne, güneşin içinde sanki…

Turuncu, kızıla döndü. Suyun üstündeki yol iyice daraldı, kıyıdan uzaklaşmaya başladı. Yolun boyu kısaldıkça denizin altına dalmış kırmızı, dev bir yılanı andırmakta. Balıkçı teknesi, kor ateşin içinde kaldı, yandı yanacak.

Kızıl tabak denize daldıkça ufuk boydan boya kızıla kesti. Kızıllık, denizden başlayarak yükselmekte. Geniş bir yola döndü kızıllık. Kor ateşe dönen güneş denizde yitti. O, yittikçe ufuktaki kızıllık arttı. Kızıl yolun üstüne karamsı bir bulut gelip oturdu uzunlamasına. Giderek kızıllığı daraltmakta. Bulut, sağdan soldan büzüşüp ortadan şişkinleşti. Şişkinleşince denize doğru indi. Kızıllık tam ortasından ikiye ayrıldı. Kızıllığımı bölen buluta içerledim. Çok geçmeden bulut, kanatlanıp uçtu yukarıya doğru. Sevindim, kızıllığım geri geldi diye. Kızıl yol iyice uzadı. Kınalı Ada’nın arkasını aydınlattı. Kızıllık, ortada koyulaşmakta. Uçlara doğru rengi açılmakta. Dikkatle bakınca koyu kızıllığın güneybatıdan batıya doğru aktığı görülmekte. Adalar’ın arkasındaki Samanlı Dağları görülmez oldu. Adalardaki evlerin ışıkları parladı karanlık koyulaştıkça.

Kızıllık, gittikçe soluklaştı. En sonunda karanlığın gücüne teslim oldu. Caddebostan’ı çoktan geçmişim. Neredeyse Kalamış’a varacağım. Güneşim battı, kor ateşimi deniz yuttu, kızıllığım bulutlara teslim oldu. Bu durumda bana da geri dönmek düştü. Epeyce yürümüşüm. Dönüşte türküler mırıldanıyorum. Karanlıkta yürüyüp koşanlar ışığım oluyor. Yolda ürkek kediler pusuda. Martılar, geceye meydan okurcasına kanat çırpmakta.

Adımlarımı hızlandırdım tüm yorgunluğuma karşın. Bostancı’ya geldim. Saptım sola, içeriye doğru. Bacaklarım beni taşıyamaz durumda neredeyse. Arada uğradığım kahvenin önünden geçerken içeriye bakmak geldi içimden. Girdim içeri. Dostlar söyleşmekteler. Başköşede büyüğümüz Kaya Karan var. Ali Fuat Uğurluel (Adını, Ali Fuat Paşa’nın askeri olan dedesi vermiş.), Murat Alpay ve masalarımızın güler yüzlüsü İsmail Şengezer oturmuşlar. Masa, masa değil; sanki ocakbaşı. Beni görünce sevindiler. Tokalaştım hepsiyle. Oturdum ben de ocakbaşına. Derin konulara daldık. Vakit geç oldu. Elimde dost sıcaklığı, yüreğimde güneş kızıllığıyla evin yolunu tuttum. İyi ki her sabah doğup her akşam batan güneşimiz, ocakbaşında söyleştiğimiz dostlarımız var.

http://dlvr.it/TGwXq9

GAZİ ÖĞRETMEN ( 41 ): Gazi Öğretmenlerin yaylası, “Çok Oluk” taki evlerinin Teröristler tarafından yakılmasından sonra G...
21/12/2024

GAZİ ÖĞRETMEN ( 41 ): Gazi Öğretmenlerin yaylası, “Çok Oluk” taki evlerinin Teröristler tarafından yakılmasından sonra Gülnar İlçesi olmuş…Yayladaki evlerinin yanması 1960 İhtilali dönemlerinde olmuş ve Gazi Öğretmenler 1960’lı yıllarda Gülnar’a gelmiş…Gülnar Gazi Öğretmenlerin ailesi için çok verimli bir yayla olmuş…

10.000 metrekare Elma Bahçeleri, sulama suyu olarak 4 kuyu, 1 ev ,erik, armut, şeftali bahçeleri ile Gülnar, imrenilecek bir yaylaları olmuş…

Sabırla Koruk helva olmuş, teröristler yayladaki evlerini yakmakla Gülnar’da onlara büyük bir mülk kazandırmışlar…Haziran-Temmuz-Ağustos 1969 aylarını yeni yaylaları olan Gülnar’da geçirmişler…

İslam Medeniyeti Mecmuasında 15 Temmuz 1969 tarihinde yayınlanacak olan cevapları da Gülnar’da hazırlayıp İstanbul’a göndermiş…

15 Temmuz 1969’da yayımlanan İslam Medeniyeti mecmuasında; İstanbul Kocamustafapaşa’dan sayın Lutfi Büyükaydın, Eskişehir’den sayın İhsan Kaner, Ankara’dan sayın Adem Yılmaz, hangi İlden gönderildiği belli olmayan sayın Emin Güleryüz, İstanbul’dan bayan Müberra İ.Önal, Ankara’dan sayın Cemal Özveri, Ankara’dan sayın Metin Sayaca ve İsminin saklı kalmasını isteyen bir okuyucumuzun sorularını cevaplandırmış…

Okullar yeni eğitim öğretim yılına başlamadan önce mecmuada çıkacak olan Ağustos ve Eylül 1969’daki soru-cevapları da tatil yaptığı Gülnar’dan İstanbul’a göndermiş...

Gülnar’dan gönderdiği mektup yerin uzak olması nedeniyle zamanında İstanbul’a mecmuaya ulaşmamış ve ağustos ayında “sorunuz-söyleyelim” köşesi yayımlanamamış...

Bunun için sonraki günlerde serzenişte bulunan 5 tane mektup gelmiş...Buda bir bakıma Gazi Öğretmene mutluluk vermiş…Demek ki köşesi ilgiyle izleniyor, okunuyormuş…

Eylül ayında ağustos ayı için gönderdikleri yayımlanmış ve hazırladıkları 1 ay ileriye yönelik olmuş…Bu da Gazi Öğretmeni biraz rahatlatmış...

Eylül 1969’da sorularını cevaplandırdığı okuyucuları şunlarmış; Yeşildere’den sayın Vehbi Fidan, Kırklareli’nde vatanî görevini yaparken mektup gönderen sayın Nuri Korkmaz’ın 5 sorusu, Eskişehir’den sayın İhsan Kaner…

1969-1970’li yıllarda aylık 10 binlerce basılan bir mecmua çıkarmak gerçekten zor bir olaymış...

Mecmuayı çıkaran arkadaşları öğrencilik şartları içinde büyük bir özveriyle bu işi yürütmeye çalışıyorlarmış...

Eylül sayısı çıkarıldıktan sonra yazı işleri müdürü değişikliğine gidilmiş...Sayın İsmail L.Çakan’ın yerine gelen Ömer Hilmi Ulusoy da ayrılmış onun yerine sayın Ahmet Cengiz gelmiş...

Bu geliş gidişler ve Yüksek İslam Enstitülerinin yeni öğretim yılına başlaması nedeniyle Mecmuanın Ekim-Kasım sayıları da tek olarak birlikte çıkmış...O yıl İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünün açılışının da 11.yılıymış…

İstanbul’dan sonra Konya, Kayseri ve İzmir Yüksek İslam Enstitüleri açılmış...En son açılan İzmir Yüksek İslam Enstitüsü de 4.öğretim yılına başlamış...

Her dört Enstitüde 1500’ün üzerinde öğrenci okumaktaymış ve o zamana kadar 500’ün üzerinde öğrenci mezun etmiş...O yıl ayrıca 5.olarak Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü de açılmış…

İslam Medeniyeti mecmuası bu okullarda okuyan öğrencilerin fedakârca çalışmalarıyla ayakta duruyormuş...

Gazi Öğreten de öğrencilik yıllarında Mecmuanın “Sorunuz Söyleyelim” köşesini yürütmeye başlamış ve 2 yıldır öğretmenlik yaparken de mecmuadaki görevini aksatmamış, sevgili Hocası Ahmet Davudoğlu’na verdiği sözü tutmuş...

…Ve mecmua Kasım 1969’da ikinci cildini de tamamlamış...

O dönemde Türkiye’nin en büyük, en ciddi, en kaliteli aylık dinî, ilmî ve edebî mecmuası İslam Medeniyeti mecmuası imiş...

…Ve Gazi Öğretmen hem öğrencilik yıllarında hem de öğretmenlik yıllarında bu mecmuada çalışıyormuş...

Ekim-Kasım 1969 sayısında “Sorunuz Söyleyelim” köşesinde şu okuyucularının sorularını cevaplandırmış: İstanbul Kocamustafapaşa’dan sayın Lutfi Büyükaydın’ın 4 sorusu, Antalya’dan sayın Harun Diler’in 4 sorusu, Akhisar’dan Bayan Hatice Koç, Boğazlayan Yeni Fakılı’dan sayın İdris Öztürk’ün 4 sorusu, Akyazı, Yeni Konak muhtarlığı’nın sorusu, Afyon’dan sayın Yusuf Hüsrevoğlu’nun 6 sorusu ve Gaziantep’ten sayın Ziya Sarı’nın 10 sorusunu cevaplandırmış…

Gazi Öğretmenin Sivas İlk Öğretmen okulunda öğretmenlik yaparken Medya’daki çalışmaları böyleymiş…

İslam Medeniyeti mecmuasına gelen sorular yazı işleri müdürlüğünce Gazi Öğretmene gönderiliyor ve Gazi Öğretmen de bunları cevaplandırıyor, cevapları tekrar İstanbul’a mecmuaya gönderiyormuş…

İslam Medeniyeti mecmuası Aralık-1969’da üçüncü cildinin yayın hayatına başlamış ve Gazi Öğretmen, kendisine gelen soruları yukarda anlatıldığı şekliyle biteviye cevaplandırmaya devam etmiş…

Bu serüven bitmemiş ve yıllar yılı devam etmiş...Ta ki mecmua kapanıncaya kadar…

İşte Gazi Öğretmenin dolu-dolu geçen hayatının dönüm noktalarından biri de bu olmuş...

O dönemlerde ülke genelinde İslam Medeniyeti kalitesinde dini-ilmi ve edebi mecmua yokmuş…Bir avuç inanmış insan olarak bu mecmuayı halkımızın istifadesine sunmuşlar…

Türkiye’mizin o dönemlerdeki en güçlü kalemleri de mecmuanın yazarlarıymış…Gazi Öğretmen de bu yazarlar arasında mütevazi yerini mecmuanın çıkışından kapanışına kadar devam ettirmiş…

Gazi Öğretmen Mayıs-1969 ayının sonunda okulların yaz tatiline girmesiyle birlikte memleketine gitmiş,1969-1970 eğitim öğretim yılının başlamasıyla Sivas İlk Öğretmen okuluna geri dönmüş ve tekrar öğretmenliğe başlamış…

Kirada oturmak ve ev değiştirmek her memurun kaderi…Gazi Öğretmen o zamana kadar 2 ev değiştirmiş...Okulda Yılmaz Çaşur diye bir mutemetleri varmış…Yine ev değiştirip Yılmaz Çaşur’un kiralık olan evini tutmuş…

Eşi Habibe ile birlikte burada da mutlu günler olmuş…Eşi büyük oğlu Ahmet’e bu evdeyken hamile kalmış…

Sivas’a ilk geldiği zaman Gazi Öğretmene sahip çıkan Cumhuriyet İlkokulu müdürü ve Milliyetçiler derneği başkanı sayın Mehmet İrge yine en büyük dostları olarak onlara yardımcı oluyormuş...

Birinci yıl nöbetçi olduğu gecelerde yeğeni Fatma, ikinci yıl öbür yeğeni Saide eşiyle birlikte kalıyormuş...Yeni ders yılı ile birlikte üçüncü yılı başlamış…

Bu yıl yine 20 günde bir gelen gece nöbetleri için, parasız yatılı olan öğretmen okulundaki gece nöbetlerinde sayın Mehmet İrge’nin kızı Emine hanım eşinin yanında kalıyormuş…

Gazi Öğretmen huzur içinde gece nöbetlerine gidebiliyormuş...Gece nöbetlerimiz çok verimli geçiyormuş...Gündüzlü kız öğrenciler gittikten sonra okulda sadece erkek öğrenciler kalıyormuş…Sabah kahvaltılarını, öğle yemeklerini, akşam yemeklerini öğrencilerle birlikte yemekhanede yiyorlarmış…

Gece 2 bölüm halinde etüt saatleri varmış…İşte Gazi Öğretmen her ay bu nöbetleri iple çekiyormuş…

Son sınıfa geçen öğrencilerini ilkokul öğretmeni olarak görüyorlarmış…Onlar da kendilerini öğretmen gibi görüyorlarmış…Gazi Öğretmen İlkokullara derse girecek bu öğrencileri milli ve dini değerlere bağlı olarak yetiştirilmeleri gerektiğine inanıyormuş…

Bunun için en güzel fırsat nöbetler ve etütler oluyormuş…

Sivas İlk Öğretmen okulundan Gazi Öğretmenin çalıştığı dönemlerde sol tandanslı hiçbir öğrenci mezun olmamış…

Kızlı erkekli bütün öğrenciler milli ve dini değerlere bağlı olarak yetişip mezun olmuşlar…

Devir 31’inci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olan ve 03.11.1969 – 06.03.1970 yılları arasında görev yapan 2’inci sayın Süleyman Demirel Hükümeti devriymiş…

Sayın Süleyman Demirel bundan önce de 30’uncu Türkiye Cumhuriyeti olarak 27.10.1965 yılında sayın Hayri Ürgüplü hükümetinin ayrılışından sonra 1’inci sayın Süleyman Demirel hükümetini kurmuş, bu hükümet 03.11.1969 yılına kadar devam etmiş…

12 Mart sayın Nihat Erim hükümetine kadar yine sayın Süleyman Demirel 32’inci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti olarak 06.03.1970’den 26.03.1971 yılına kadar 3’üncü Süleyman Demirel hükümetini kurmuş…

( devam edecek )

http://dlvr.it/TGwXpt

KİLOSU KAÇ PARA?: Üç kelime var bugünlerde düşündüğüm!Dürüstlük, onur, erdem…Bu üç kelime ne demek?Yabancı dil gibi deği...
21/12/2024

KİLOSU KAÇ PARA?: Üç kelime var bugünlerde düşündüğüm!

Dürüstlük, onur, erdem…

Bu üç kelime ne demek?

Yabancı dil gibi değil mi?

İngilizce, Fransızca, Japonca gibi…

Son yıllarda nadir duyduğumuz, toplumumuzda unutulan kelimeler ve değerler…

Özellikle de günümüz çocuklarının, bu üç kelimenin anlamından ve taşıdıkları değerlerden bihaber olduğunu düşünmek zor değil.

Hem de hiç zor değil.

Onlara çok yabancı bu kelimeler.

O nedenle çocukların bu kelimeleri duyduklarındaki anlamsız bakışlarına şaşmamak gerek!

Çünkü günümüzde yetiştirilen çocuklara maalesef çok fazla aşılanmıyor bu kelimelerin taşıdığı değer ve özellikler. Bunların yerine öğretilen ve onların öğrendikleri çok başka şeyler…

O kadar başka şeyler ki…

Ne yazık ki…

Aile içinden başlarsak; beraber geçirilen zamanlar yerine çocuğun her istediğini yaparak, onlara her istediğini vererek, gerçekten sevgisini gösterdiğini sanan, sevgiyi bu şekilde ölçütleyen ebeveynlerin öğrettikleri…

İnsanların yüzüne gülüp arkalarından konuşmak, inceliklerin farkına varmamak, sahte bakışlar, duygusuz birliktelikler, yapmacık gülümsemeler, insanları aldatmak, yalan söylemek, bir şeyi oldu bittiye getirmek, karşısındakine gerçekten değer vermemek, insanları kullanmak, göstermelik davranışlar…

Bu listeyi uzatmak mümkün.

Ama bu sayılanların bizi götürdüğü sonuç insanın içini acıtıyor.

Bazıları bu durumu görmezden geliyor.

Bazıları da doğrunun bunlar olduğunu sanıyor.

Dolayısıyla da toplumumuzdaki yozlaşmanın yarattığı şeylerin doğru ve gerekenin bu olduğunu düşünerek rahatsız olmayan birçok kişi farkına varamıyor bazı olay ve olguların.

Neler mi mesela?

Birçok konuda bilgi sahibi gibi görünüp de, aslında hiçbir şey bilmeyenler…

Yani edindikleri kültür ve bilgi birikimine rağmen adam olamayan cahiller!

Bunlardır aslında toplumu bir parça daha kirletenler.

Sonra başka?

Bir işin eğitimini alarak çalıştığı sektörde tecrübeli olan kişi yerine tesadüfen o işe giren birine işini tutkuyla yapandan daha çok değer verilmesi…

Zor zamanlarınızda yanımızda olanların yerine yüzümüze gülenlerin hayatımızdaki doğru insanlar olduğunu sanmak…

Konservatuvarda okuyanların yerine gece kulüplerinde masa üstüne çıkıp oynayan ve üç tane şarkıyı ezberleyip üstelik onları bile okuyamayanlara şarkıcı denilmesi…

İnsanlık yerine paraya önem verenler…

Gerçekten sevmediği birini seviyor gibi davranmak…

Hayatta yol alırken; iyiliğin, pozitifliğin peşinden giden insanlar yerine olumsuz düşünen, kötü düşünenlerin bir yerlere varması…

Kendini yenileyerek, emek vererek, çalışarak para kazanmak yerine babasını veya kocasını cüzdan olarak gören kadınlar…

Birçok konuda kadınları kullanan erkekler…

Tiyatro, sahne, sanat dersleri alarak eğitimini tamamlayan oyuncuların yerine televizyondaki herhangi bir yarışmadan çıkanlara oyunculuk yaptırılması…

Hani nerde doğruluk, dürüstlük, gerçekçilik, yiğitlik, alçakgönüllülük?

Hani insanın ruhsal olgunluğu?

Üstelik bir şeyi gerçekten emek vererek yapanlar değil, o işin kolayına kaçarak, en kestirme yoldan gerçekleştirenlere paralar akıtılıyor, onlara değer veriliyor.

Milyonlar, milyarlar…

Yıldızlarla süslü cümlelerden oluşan iltifatlar…

Gerçek değerler yerine sahtelerine…

Bu şekilde değer verilenler o kadar çok ki…

Bunların çoğu dürüstlük, erdem ve onura değer vermeyen insanlardan çıkıyor.

Onlardan çok var ama o sahteliklerin gerçek ederi konusuna gelince işte orada duruyor insan!

Onlara milyonlar, dolarlar akıtılırken…

Sahi sizin ederiniz ne kadar?

Ruhunuzdaki dürüstlük, erdemin, onurun kilosu kaç para?

http://dlvr.it/TGwVvD

Henüz Erken: “Bugün, Suriye halkının meşru kabul ettiği güçler bizim için de meşrudur” şeklindeki demeçlerin zamansız ço...
21/12/2024

Henüz Erken: “Bugün, Suriye halkının meşru kabul ettiği güçler bizim için de meşrudur” şeklindeki demeçlerin zamansız çok erken olduğunu düşünüyor, şahsen kaygıyla karşılıyorum.

Suriye halkının iradesi bugün henüz demokratik bir mekanizma çerçevesinde tecelli etmiş değildir.

Suriye halkı müsamahasız, insafsız, korkunç Esad rejiminden kurtulmanın sevinci, coşkusu içinde gösteriler yapmaktadır. Kendilerini kimin kurtardığının bile henüz tam farkında olduklarından da emin değilim.

“Denize düşen yılana sarılır” misali kurtuluşlarına önderlik etmiş bulunan HTŞ (Hey'etu Tahrîri'ş-Şâm) terör örgütün ve bunun Lideri Culani ve şimdi “takım elbise” giyip kullanmaya başladığı gerçek adıyla Ahmed Hüseyin el-Şara lehinde tezahürat yapıyor olabilirler.

Meslekî müktesebatımda özellikle Suriye hakkında bilgi ve tecrübem yoktur. Bununla beraber meslek hayatımda birçok Suriyeli ile temasım olmuştur.

Dış görünüş itibariyle çoğunlukla modern hayat tarzına sahip ve çağdaş demokratik yöntemlerle ve lâik devlet anlayışıyla idare edilmeye özlem duyan Suriye halkının, Liderinin şimdi “takım elbise” giyerek değiştiğini söylediği bir terör örgütü tarafından nihai olarak yönetilmeyi tercih edeceğini hiç sanmıyorum.

HTŞ BM Güvenlik Konseyi’nin “terörist örgütler” listesine kayıtlıdır. Kökeni Al Kaide’ye dayanan ve geçmişinde DEAŞ, Al-Nusrah gibi Al Kaide’nin türevleri yer almaktadır. Bütün bu terörist unsurlar 29 Ağustos 2019 tarihli ve 50 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile BM’de olduğu gibi Türkiye’de de terör örgütleri listesine dahil edilmiştir.

https://resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/08/20180831-4.pdf

Bugün Suriye’yi hangi gelişmelerin beklediğinin belli olmadığı bir dönemden geçmekteyiz.

HTŞ lideri Culani hakkında okuduklarım Suriye’nin geleceği bakımından bakımından ümit ve cesaret verici bulmuyorum. Okuduklarımdan kısa bir bölümü aşağıya kaydediyorum:

“...Nusra lideri Culani 12 Aralık 2013 tarihinde Aljazeera kanalına verdiği ilk röportajda Nusra’nın siyasi hedefleri ve projesine değinmiştir. Culani, Nusra’nın münferit olarak Suriye’yi yönetmek istemediğini belirterek, ‘Ülkenin bütün bölgeleri kurtulursa, alimler, ehl-i hal ve akd [Devlet başkanını seçmek: ve gerektiğinde azletmekle yetkili olan heyet anlamında İslam hukuku terimi] ve mütefekkirler yönetim işlerini düzenleyecek bir mecliste (konsey) toplanırlar, yönetim işleri şeriat kapsamında olur’ ifadelerini kullanmıştır.

Culani’nin röportajda dile getirdiği başka önemli bir husus ise –yayınlanan ilk ses kaydında savunduğu gibi– Suriye’deki mücadele nin mezhepsel olduğunu söylemesidir. Culani’ye göre 'uluslararası toplum Suriye’yi Nusayrilerin yönetmesinden başka bir alternatifi kabul etmemektedir.' "

https://setav.org/assets/uploads/2017/10/NusraCephesi.pdf

Türkiye’nin desteklediği Suriye Millî Ordusu (SMO) Liderliği Culani’nin yukarıda kayıtlı zihniyetini paylaşabilir mi?

Esad – BAAS rejiminin "uluslararası camianın bir terör örgütü kabul ettiği HTŞ ve Lideri Culani’nin önderliğinde yıkılmış olmasını hem Suriye ve Suriye halkı için, hem bölgedeki barış ve istikrar bakımından şahsen talihsizlik olarak gördüğümü" Esad’ın ülkesinden kaçtığı gün ifade etmiştim. Bu gelişmenin, “terör örgütlerine kendilerini aklama, topluma kabul ettirme, bir ülkede meşru düzen içinde rol kapma bakımından yol gösteren felâketli bir emsal” oluşturacağını belirmiştim. Görüşlerimi aynen muhafaza ediyorum.

Suriye’deki acımasız müstebit rejimin özellikle Batı dünyasını sevindiren yıkılmasında önderliği HTŞ’nin, yani bir terör örgütünün yapmış olması, başta, ABD olmak üzere, uluslararası camianın önde gelen aktörlerini kendi politika ve stratejilerinde hedeflerini gerçekleştirebilmek için “kiralık katil” gibi “terör örgütlerini” kullanmada daha da pervasız hale getirebileceğinden endişe edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

http://dlvr.it/TGwVp6

Esad’ın Katliam Üssü: Saydnaya Hapishanesi: Tarih bazen karanlık bir ayna gibi… İnsanlığın ne kadar acımasız olabileceği...
21/12/2024

Esad’ın Katliam Üssü: Saydnaya Hapishanesi: Tarih bazen karanlık bir ayna gibi… İnsanlığın ne kadar acımasız olabileceğini yüzümüze vuruyor. Saydnaya Hapishanesi de bu karanlık aynanın en net yansımalarından biri. Adı bile insanda bir ürperti yaratıyor, değil mi? Ama ne yazık ki, bu hapishane sadece bir isimden ibaret değil. Esad rejiminin kontrol mekanizmalarının en acımasız örneklerinden biri olan bu yer, insan haklarının hiçe sayıldığı ve yaşamın değerini yitirdiği bir cehennemi andırıyor. Burada ölüm sıradan bir olay, çığlıklar ise hiç dinmeyen bir yankı gibi. İnsan hakları tamamen yok sayılmış, umut ise çoktan kapı dışarı edilmişti.

Saydnaya Hapishanesi, Suriye’nin başkenti Şam’ın kuzeyinde yer alan, yüksek güvenlikli bir cezaevi olarak bilinir. Ancak burası, sıradan bir hapishane olmaktan çok uzaktı. Saydnaya, yalnızca mahkumları barındırmakla kalmıyor, aynı zamanda sistematik işkence ve infazların merkez üssü olarak faaliyet gösteriyordu. 2011 yılında Suriye İç Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Esad rejimine karşı çıkan herkes için korkunun ve acının adresi haline gelmişti. Buraya getirilenler, sadece özgürlüklerini değil, insanlık onurlarını da kaybetmeye mahkum bırakılmıştı.

Saydnaya’da mahkumlar, her an ölüm tehdidiyle karşı karşıya bırakılmıştı. Burada insanlar yalnızca fiziksel işkencelere değil, aynı zamanda ruhsal olarak da yok edilmeye çalışıldı. Hücrelere kapatılan mahkumlar, insanca yaşam koşullarından tamamen yoksundu. Yetersiz ve sağlıksız yemekler, neredeyse hiç bulunmayan su, onları hayatta kalma mücadelesine mahkum ediyordu. Mahkumlar, günlerce hatta haftalarca karanlık hücrelerde tutuluyor ve sürekli işkenceye maruz kalıyordu.

Saydnaya'dan Kurtulanların Anlatımları

Hapishaneden kurtulmayı başaranlar, yaşadıkları derin travmalar nedeniyle uzun süre sessiz kaldılar. Ancak konuşmayı başaranlar, Saydnaya’da yaşananların dehşet verici detaylarını dünyaya anlattılar. Bir kadın mahkum, oradaki hayatı şu sözlerle dile getiriyor:

Her sabah kimlerin çağrılacağını merak ederek uyanırdık. Eğer adın çağrıldıysa ya işkenceye ya da ölüme gideceğini bilirdin. Gidenlerin çoğu geri dönmezdi. Geri dönenler ise tanınmayacak halde olurdu.

Bir kurtulan ise yaşadığı travmayı şu ifadelerle anlatıyor: “Her gece rüyamda o hücredeyim. Duvarlar daralıyor, nefes alamıyorum. O çığlıkları tekrar tekrar duyuyorum. Kurtulmak mümkün değil. Gözlerimi kapattığımda her şey yeniden başlıyor. Bir ölü gibi yaşıyorum.

Bir diğer mahkum ise, yaşadığı en acımasız sahnelerden birini paylaşıyor: “Bir gün, sabah saatlerinde bir grup insanı koridorda sıraya dizdiler. Bir kadın vardı aralarında, genç ve korkmuştu. Onun çığlıklarını dinletmek için bizi hücrelerimizden çıkarıp duvara yasladılar. Kadın, adeta işkencenin simgesi olmuştu. Gözlerimin önünde dövüldü ve sonunda yerde hareketsiz kaldı. O gün hiçbirimiz konuşmadık. O sessizlik, oradaki herkesin ruhunda bir mezar gibi kaldı.

Saydnaya’nın bir hapishane olmaktan öte, bedenleri ve ruhları esir alan bir korku merkezi olduğunu gözler önüne seriyor. Her bir anlatım, insanlık tarihinde unutulmayacak bir kara leke olarak yerini alıyor.

Dehşetin Mekanizması: Pres Makinesi

Saydnaya Hapishanesi’nde uygulanan en korkunç infaz yöntemlerinden biri, mahkumların pres makinesinde ezilerek öldürülmesiydi. Bu yöntem, insanlık onurunu hiçe sayan, vahşetin ve dehşetın zirvesini temsil eden bir uygulamayı gözler önüne seriyordu. Mahkumlar, genellikle diğer mahkumların gözleri önünde bu makineye yerleştiriliyor ve canlı canlı eziliyordu. Amaç sadece bedeni yok etmek değil, mahkumların ruhlarında silinmez bir korku bırakmaktı.

Bir tanık, bu insanlık dışı sahneleri şu sözlerle anlatıyor: “Herkesi sıraya dizdiler. Pres makinesine genç bir çocuğu yerleştirdiler, Onun çığlıkları hepimizi susturdu. Ezilirken çıkan sesleri unutamıyorum. O an, sanki insanlık orada tamamen yok oluyordu.

Bir başka mahkum ise şu ifadeleri kullandı: “O makine bizim için bir ölüm meleğiydi. Adın çağrıldıysa, geri dönüş olmadığını bilirdin. Herkes ne olacağını bilerek gidiyordu, ama kimse bir kelime bile etmiyordu. Sessizlik, ölüm kadar ağırdı.

Unutulmaması Gereken Bir Utanç Vesikası

Saydnaya Hapishanesi’nde yaşananlar, insanlık tarihinin silinmesi imkansız bir utanç belgesi olarak hafızalara kazınmalıdır. Hayatta kalanların fısıldadığı her kelime, sadece geçmişin trajik bir yankısı değil; aynı zamanda gelecekte benzer zulümlerin önlenmesi için güçlü bir hatırlatmadır.

Saydnaya, bir hapishaneden çok daha fazlasıdır; insanlığın vicdanında açılan derin bir yara ve “Bir daha asla” diyerek yükselen bir adalet çağrısıdır.

Unutmak, bu vahşeti yeniden yaşanabilir kılmaktır. Hatırlamak ise insanlık onuruna sahip çıkmanın ve adaleti yaşatmanın tek yoludur.

http://dlvr.it/TGwVnm

9. Yargı Paketi Kapsamında Arabuluculuk Kanununda Yeni Düzenlemeler: Av. Arb. Rızacan AKINNÜANS ARABULUCULUK, TAHKİM VE ...
21/12/2024

9. Yargı Paketi Kapsamında Arabuluculuk Kanununda Yeni Düzenlemeler: Av. Arb. Rızacan AKIN

NÜANS ARABULUCULUK, TAHKİM

VE UYUŞMAZLIK ÇÖZÜM MERKEZİ A.Ş.

Kamuoyunda "9. Yargı Paketi" olarak bilinen Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin, TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaşmasının ardından, 7531 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 14.11.2024 tarihli ve 32722 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış olup söz konusu kanun kapsamında 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nda birtakım değişiklikler yapılmıştır.

Öncelikle, yapılan değişikliklere ilgili Kanun’da düzenlenen şekliyle yer vermek yerinde olacaktır. Bahsedilen değişiklikleri içeren mevzuat hükümleri aşağıdaki şekildedir:

MADDE 24- 7/6/2012 tarihli ve 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 17/B maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(6) Anlaşma belgesinin taraflarından biri, icra edilebilirlik şerhi verilmesinden sonra tapu müdürlüğünden tescil talebinde bulunabilir. Tapu müdürlüğünce taşınmaza ilişkin mevzuatta öngörülen gerekli inceleme ve değerlendirme yapıldıktan sonra resmi senet düzenlenmeksizin tescil talebi yerine getirilir.”

MADDE 25- 6325 sayılı Kanunun 18/A maddesinin onbirinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur.” ibaresi “bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile karşı tarafın ödemekle yükümlü olduğu yargılama giderlerinin yarısından sorumlu tutulur.” şeklinde ve ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Ayrıca bu taraf lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirlenen vekâlet ücretinin yarısına hükmedilir.”

MADDE 26- 6325 sayılı Kanunun 18/B maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(5) Taşınmazın devrine veya taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak kurulmasına ilişkin anlaşma belgesinin taraflarından biri, icra edilebilirlik şerhi verilmesinden sonra tapu müdürlüğünden tescil talebinde bulunabilir. Tapu müdürlüğünce taşınmaza ilişkin mevzuatta öngörülen gerekli inceleme ve değerlendirme yapıldıktan sonra resmi senet düzenlenmeksizin tescil talebi yerine getirilir.”

MADDE 27- 6325 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendine “tamamlamak ve” ibaresinden sonra gelmek üzere “mesleğinde yirmi yıl kıdeme sahip olanlar hariç” ibaresi eklenmiştir.



6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu üzerinde yukarıda yer verilen şekilde yapılan değişiklikler doğrultusunda;

İlk olarak, ilgili Kanun’un 20. maddesi değişikliği ile arabuluculuk eğitimini tamamlayan ve mesleğinde 20 yıl kıdeme sahip olanlar için arabuluculuk yazılı sınavından muafiyet getirilmekte, böylece mesleğinde 20 yıl kıdeme sahip hukukçuların yazılı sınava girmeden arabuluculuk siciline kaydolmalarına imkân tanınmaktadır.

Yine ilgili Kanun’un 17/B ve 18/B maddelerine eklenen fıkralar ile; arabuluculuk süreci sonunda hazırlanan anlaşma belgesinin veya taşınmazın devrine veya taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak kurulmasına ilişkin anlaşma belgesinin taraflarından birinin, icra edilebilirlik şerhi verilmesinden sonra tapu müdürlüğünden tescil talebinde bulunabileceği düzenlenmektedir. Bu kapsamda yeni düzenleme ile anlaşma belgesinin taraflarından biri, icra edilebilirlik şerhi alınmasından sonra tapu müdürlüğünden tescil talebinde bulunabilecek ve tapu müdürlüğünce taşınmaza ilişkin mevzuatta öngörülen gerekli inceleme ve değerlendirme yapıldıktan sonra resmi senet düzenlenmeksizin tescil talebi yerine getirilebilecektir.

Son olarak, bahsedilen değişiklikler uyarınca, ilgili Kanun’un 18/A maddesinde yer alan arabuluculuk görüşmelerine geçerli bir mazereti olmaksızın katılmayan taraf için öngörülen “bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile yargılama giderinin tamamından sorumlu tutulur” ibaresi “bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile karşı tarafın ödemekle yükümlü olduğu yargılama giderlerinin yarısından sorumlu tutulur” şeklinde değiştirilmekte ve “Ayrıca bu taraf lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre belirlenen vekâlet ücretinin yarısına hükmedilir.” hükmü eklenmektedir. Bu değişiklik ile arabuluculuk uygulamalarında taraflardan birinin geçerli bir mazeret göstermeksizin ilk toplantıya katılmaması sebebiyle arabuluculuk faaliyetinin sona ermesi durumunda toplantıya katılmayan taraf, son tutanakta belirtilecek ve bu taraf davada kısmen veya tamamen haklı çıksa bile karşı tarafın ödemekle yükümlü olduğu yargılama giderlerinin yarısından sorumlu tutulacak ve ayrıca bu taraf lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'ne göre belirlenen vekalet ücretinin yarısına hükmedilecektir.

14 Kasım 2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan ve bu tarih itibarıyla yürürlüğe giren söz konusu değişiklikler kapsamında, arabuluculuk kurumu bakımından yeni bir döneme girilmiştir.

http://dlvr.it/TGwVhK

Address

Bahçelievler Mahallesi, Şair Orhan Veli Sokak, No: 2/1/Bahçelievler/Istanbul
Istanbul

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Önce Vatan Gazetesi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Önce Vatan Gazetesi:

Videos

Share

Category