22/01/2025
KIRKLAR DAĞI VE MESCİDİ EFSANELERİ – Vl-: Çaykara Şekersu köyü Kırklar Dağı ve mescidi efsanelerine ve yazılarına devam
KIRKLAR DAĞI VE MESCİDİ EFSANELERİ – Vl-
Maneviyatta “Kırklar” ve Beytullah Yıldırım’ın yazısının 2. bölümü
HAŞİM ALBAYRAK- İBRAHİM TUNCER
Trabzon Çaykara ilçesi Şekersu yayla köyüne bağlı ve Bayburt il sınırında Kırklar Dağı ve Kırklar Mescidi var. Buranın adının kaynağının ne olduğu, nereden geldiği hakkında kesin bilgiler yoktur. Bu nedenle Türk kültüründe “kırklar”, İslam kültüründe “kırklar” Hristiyan kültüründe “kırklar” konusu önceki bölümlerde incelendi.
Dede Korkut hikâyelerinde “kırklar” konusu incelendi. Dede Korkut hikâyelerinin bir kısmında Trabzon Tekfuru ve kızı ile ilgili olan hikâyeler, Gürcülerle ilgili olan hikâyeler ve Bayburt çevresinde Dede Korkut’un mezarı gibi nedenler ile “Kırklar dağı ve mescidinin” Dede Korkut hikâyelerinde geçen yerlerden biri olabileceğini düşündürmektedir. Dede Korkut’taki “kırklar” ile İslamiyet’teki “kırklar”ın birbirine bağlantılı olması “Kırklar dağı ve mescidinin geçtiği yer itibarı ile mümkündür. Türk tarihinde ve Türk edebiyatında “kırklar” önemli bir yere sahiptir.
Trabzon Çaykara Şekersu köyü Kırklar Mescidi
Daha önceki konularda bahsedilen; İslam dininde “ kırklar” da önemli yere sahiptir. Bayburt ve Çaykara hem Türk kültürü hem İslam kültürü için önemli bir yere sahiptir. Akkoyunlulara önemli bir merkez, bir dönem başkent olması ve Akkoyunlu hükümdarı Tur Ali Bey’in türbesinin Bayburt’ta olması gerçeği de vardır.
1461 yılında Trabzon’u fethetme niyetinde ordusuyla yola çıkan Fatih Sultan Mehmet, sefere çıktığında nereye sefer yapacağını demediğinden seferin Trabzon veya Akkoyunlular üzerine olacağı sefer sırasında belli olmuştu. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan her ihtimale karşı annesi Sara Hatun’u Fatih Sultan Mehmet’e göndermişti. Sefer sırasında Bulgar Dağlarını aşarken Fatih Sultan Mehmet ve ordusunun Trabzon’a yöneldiği anlaşılınca uzun Hasan rahatlamış idi. Ancak Trabzon İmparatorluğu prenseslerinden evli olması dolayısıyla Trabzon’un da alınmasını istemiyordu. Bulgar dağlarından ilerleyen Fatih Sultan Mehmet ve ordusunun çok zorluk çektiğini gören Sara Hatun, Fatih Sultan Mehmet’e “oğul, oğul bunca zahmete bir Trabzon değer mi?” diye sormuş idi. Fatih Sultan Mehmet, İslam için her zorluğa değer anne demiş idi. Bu vesile ile Trabzon’a inen ve denizden de sadrazamının komutasındaki donanma ile birleşen Fatih’in ordusu Trabzon’u alır. Bu konu döneminin hemen sonunda yaşayan Hoca Saadettin Efendi tarafından Tac’üt Tevarih (Tarihlerin Tacı” adlı kitapta geniş olarak anlatılmaktadır.
Bayburt’un da hâkimi olan Akkoyunlu İmparatoru Uzun Hasan
Dede Korkut hikâyelerindeki bazı olaylar da Akkoyunlu dönemlerini çağrıştırmaktadır. Akkoyunluların da önemli yerlerinden biri Bayburt’tur. Oradan Gürcü akınlarının yapılması ve Dede Korkut hikâyelerinde Gürcülere yapılan akınların anlatılması, akınlarda İslam kültüründeki “gaza inancı” konuyu hem Türklüğe ve İslamlığa getirmektedir.
İslam kültüründeki “kırklar” incelenmesiyle konu tamamlanmamış sayılmıyor.
Peygamberimizin kırk yaşında Müslüman olması, Kur’an-ı Kerim’de “kırk” ile ilgili ayetler olması, kırk erenler vs. gibi kavramlar İslam dünyasında çoktur. Bunlar daha önceki konularda incelendi. Bu çokluğun içinde bir de maneviyat vardır. “Maneviyatta kırklar” konusu için; alanında uzman olan Beytullah Yıldırım arkadaşımdan konuyu irdelemesini rica ettim. O da kırmayarak gerekli araştırmaları yaptı ve “maneviyat âlemindeki kırklar”ı ve diğer ekleri hazırladı. Bu vesile ile Beytullah Yıldırım’a teşekkür ederiz. Beytullah Yıldırım’ın yazdığı bu konu aşağıdadır:
Trabzon Çaykara Şekersu köyü yaylası Kırklar Dağı ve Kırklar Mescidi
Geleneğimizde Kırk ve Bir Kırklar Menkıbesi[1]
Kırk Kavramı ve Tasavvufta Kırklar (2)
Beytullah Yıldırım
Kırk kavramını ve Kırkları bir önceki yazımızda genel hatları ile ele aldıktan sonra kaldığımız yerden devam ile İslam tasavvufu başta olamak üzere başta Türk töresi olmak üzere Doğu’dan Bayıya dünyanın çeşitli coğrafyalarınde açısından değerlendirmeye çalışacağız. Ennihayetinde bir tasavvufi menkıbe ile konuyu genel hatları ile ele almaya anlatmaya çalışacağız.
Tasavvufi Açıdan kırk Rakamı
İslam Tasavvuf geleneğinde de kırk rakamı sıkça kullanılmıştır. Bir tarikata intisap edenlerin kırk günlük ön perhizini simgeleyen çile, Hz. Ali R.A.’ın kırklar meclisinin sâkisi kabul edilir. Dünyayı tedvîr eden çekip çeviren ermişlerin sayısının kırk kişi oluşu ve buradan türeyen "kırklara karışmak" deyimi meydana gelir. Bektaşîlik'teki kırklar meydanı, kırklar şerbeti, kırk budak ve kırk makam, insan hamurunun kırk gün boyunca rahmet yağmurlarınca yıkandığı gibi hususlar bunlar arasında sayılabilir.
Rivayetler ve Nakillerde Kırk
İslam dinindeki muhtelif rivayetler ve nakiller dolayısıyla dini inançlara yansımış başka telakkiler de mevcuttur: Örneğin; Mehdî A.S. kırk yaşında hurûc edip çıkıp kırk yıl dünyada kalacak. Kıyamet gününde göklerden fışkıracak bir duman arzı kırk gün kaplayacağı. Sûr ve kıyametin dehşeti kırk yıl devam edecek. Günahkârlar cehennemdeki akrep ve yılanların zehrini kırk yıl hissedecek ve görevli Mâlik isimli melek onlara kırk yıl cevap vermeyecek. Vefat eden birisinin ardından kırk gün Kur'an okunup, kırkıncı gün dua yapılır. İnsanların yediği haram lokma da kırk gün bedenden çıkmaz. Arınmak ve temizlenmek için kırk tas su ile yıkanmak bunlardan bazıladır.
Türk Töre ve Gelenek Göreneklerinde Kırk
Kırk rakamının eski Türk kültüründe önemli bir yeri vardır. Kırgız (Kırk Kız) efsanesinden itibaren Türk destan ve masallarında kırk ve kırklar motifi önemli bir yer tutar. Orta Asya kökenli destanlarda yiğitlerin yanında kırk er, hatunların çevresinde kırk kız bulunduğu bilinmektedir.
Kırk vezir ve kırk harâmiler gibi halk hikâyelerinde, Kırkçeşme, Kırkanbar, Kırkgöz, Kırkpınar, Kırklareli gibi yer adlarında ve "kırkı çıkmak, kırklamak, kırk oruç, kırk kurban, kırk gün kırk gece" gibi sosyal hayatı ilgilendiren alanlarda Türk geleneğini zenginleştiren kırk rakamı Türk atasözleri ve deyimlerinde de sıkça anılır. "Acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır; kırkından sonra azanı teneşir paklar; kırk kurda bir aslan ne yapsın; kırk derviş bir kilime sığar ama iki sultan bir iklime sığmaz; birisine kırk gün deli dersen deli olur" gibi atasözleriyle "kırklara karışmak, kırk deveye bir eşek, kırk gün günahkâr bir gün tövbekâr, kırk serçeden bir börek, kırk yılın başı, kırkı on paraya" gibi deyimler bu türdendir.
Doğu Coğrafyası Kültüründe Kırk
Doğu’da Farisi, İran kültüründe de kırk rakamı benzer şekillerde sıkça kullanılmış ve çihl (kırk) kelimesinden türeyen pek çok kavram ortaya çıkmıştır: Çihil menâr (kırk minare), çihl sütun, çihlten (çilten, ricâlü'l-gayb), çihl vezir, çihl duhterân (kırk kız), çihl çerağ (kırk meşale), çihl sâl (kırk yıl) ve benzerleri şeklinde örnekler mevcuttur.
Arap kültüründe, Kırk rakamı Yakındoğu coğrafyasında benzer kullanımlarda yer alır. Çöllerde yaşayan bedevîler, kırk gün kabilenin düşmanlarıyla uğraşan bir kimsenin kırkıncı gün onlardan biri olacağına inanırlar.
Pakistan'ın Sind eyaletinde bir kadını kendisine âşık etmek isteyen kişinin onun adını özel bir ağacın yapraklarına kırk gün yazmasının yeterli olacağı inancı yaygındır.
Çocuğu olmayan kadınların ramazanın son cumasında cemaatten kırk kişinin Fâtiha sûresini bir kâğıda yazdırmaları, ulucaminin kubbesi altında kırk gün sabah namazı kılanın Hızır'ı göreceği (bu geleneğin bir varyantı İstanbul'da Ayasofya Kubbesi için geçerli kabul edilir),
Habeşistan'da mavi gözlü bir çocuğun kırk gün siyahî bir kadın tarafından emzirilmesiyle gözlerinin siyaha döneceği inancı vardır.
Asya’da, Uzakdoğu inanışlarına göre meditasyonunda kırk günlük yaşanacak bir tecrübenin önemli yer tutması gibi inanışlar bunlar arasında sayılabilir.
İslami Eserlerde Kırk Kavramı
İslâm kültüründe bazı kitapların kırk bölüm halinde düzenlenmesine özen gösterimesi dikkat çekicidir. İmam Gazzâlî'nin İḥyâʾü ʿulûmi'd-dîn isimli eseri buna güzel bir örnektir.
Anadoluda masallarda kırk durak veya kırkıncı kapının bir mutlu sonu ifade etmesi önemlidir. Arınmanın ve temizlenmenin genellikle kırk gün sürmesi gibi hususlar bu sayının bir olgunluk ve tamlık ifadesi için kullanıldığını gösterir.
Dünyanın Farklı Coğrafyalarında Kırk Kavramı
Farklı bölgelerden mesela Orta Amerika yerlileri, Afrika ve Altay kavimleri, Budistler ve özellikle Mısır, İbrânî, Arap, Bâbil, Ârâmî, İsrail gibi Sâmî kavimlerinden itibaren Ortadoğu coğrafyasında dinler tarihi, folklor ve edebiyata yansımış olan kırk rakamı diğer sayılar içinde en çok kullanılan ve kutsallık atfedilen sayı olmuştur.
Bundan evvelki birinci yazımızda olduğu gibi İslam Tasavvufu çerçevesinde bir menkıbe ile Kırklar konusuna nihayet verelim:
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hz.’den eski bir yazmada gördüğü Kırklar ve Kırklar Meclisi ile alakalı ibretli bir kıssayı şöyle naklettiler:
Kırklar Meclisinde 38 Gün Kalan Kelâmî Efendi
Kelâmî Efendi adında bir zât vaktiyle başına gelen bir hadiseyi şöyle anlatıyor:
Bir Ramazan-ı Şerif günü, Leyle-i Kadir'de dönemin Osmanlı pâdişâh-ı âlem olan Sultan II. Selîm Hân, irâde-i şâhâne edip bütün İstanbul ahalisinin Ayasofya-ı Kebir Câmiinde toplanıp, o günlerde salgın haline dönüşmüş bir hastalık olan kolera illetinin def'i için duâ edilmesini murâd etmişdi.
Pâdişâh-ı âlem Sultân Süleymân Hân'ın süt kardeşi olan Yahyâ Efendi Hazretlerinin Ayasofya'ya gelip, tâûnun def'i için duâ edeceği tellallar vasıtasıyla bütün şehre sokak sokak ilân olundu. Yahyâ-yı Beşiktâşî, Kânûnî Sultân Süleymân'ın süt kardeşidir. Şeyh Efendi'yi görmek müşkül bir mesele idi, zîrâ pek dışarı çıkmazlardı. Biz de Ayasofya Camii'nin yolunu tuttuk. O akşam hınca hınç Ayasofya'ya toplanan İstanbul halkının yekünü yaklaşık elli beş bin küsur kişi idi. Çünkü pâdişâhın irâdesiyle herkes oraya geldiğine dair ya parmak ya da mühür basdı. Yani görevliler, gelenleri tek tek tesbît etmişlerdi.
Akşam namazında sevâbı çok diye en ön safa geçdim, namazı orada eda ettim. İftarı da orada yapdım. Sonrasında vaktinde yatsı ezânı okundu, yatsı namazını ve dahi terâvihi de kıldık, oturduk. Yahyâ Efendi Hazretleri geldi, kürsüye çıkdı. "Sallû 'alâ resûlinâ Muhammed" dedi, biz de yüzümüzü ona döndürdük. O aralık karnımda bir gürültü peydâ olduki acayip. Gümbürrrr burlrlrlrlrlr gurlrlrlrr. Karnım kale kösü gibi gümbürdedi. Kolera var. Eyvâh! Nereye giderim? Câmide elli beş bin kişi var, ben en ön safdayım. Perîşân oldum. Felâketin büyüğü! Ne yapayım, ne yapayım, aklıma geldi hemen Hazret-i Şeyh'e sığındım, Yahyâ Efendi Hazretlerine murâkebe (gönülden iltica) ettim. Ona murâkebe eder etmez yanımdaki adam, "Kardeşim sen biraz sıkışdın gâliba" dedi. "Evet" dedim. "Gel buraya" dedi ve cübbesini kaldırdı, ben cübbesinin içine girdim, cübbenin kolundan Kağıthâne Çayırına çıkıverdim. "İşini yap, gel" dedi. Gittim, rahatladım, temizlendim, abdestimi tektar aldım, döndüm geldim, cübbenin kolu orada aynı yerde duruyor. Cübbenin kolundan içeri girip Ayasofya Camiinde oturduğum aynı saftaki aynı yererime çıkıverdim.
Bu kerâmeti gördükden sonra o mübareği hiç bırakır mıyım, hemen o velînin koluna yapışdım. Neyse, duâ bitti, senâ bitti, herkes camiden dışarıya çıkıyor, ben de onun peşinden onunla birlikte dışarıya çıkdım.
Tam orta kapıdan dışarı çıkdık, döndü dedi ki, "Bak, sen Hazret-i Pîr'e râbıta yapdın, o da bize teveccüh etdi, ben de seni bu belâdan kurtardım, bırak benim yakamı!". Ben de dedim ki, "Ben seni gökde ararken yerde buldum, öldüresen seni bırakmam" dedim.
O bana, "Çok fenâ yaparım seni" dedi. Ben de, "Ne yaparsan yap" dedim. Böyle bir döndü, ben de onunla berâber mâcuncu fırıldağı gibi döndüm. "Sen benim başıma belâmısın be adam" dedi. "Öldürsen bile seni bırakmam" diye ısrar ettim.
Oradan helâya girdi. Ben bırakır mıyım, helânın kapısına oturdum. Bir müddet sonra kapı açıldı, içerden bir delikanlı çıkdı, genç bir yeniçeri. Acemi oğlanlarından belinde yatağanı matağanı filan. Haydi ben peşinden. "Çekil ulan! Ne istiyorsun! Delikanlıya el uzatmaya utan mıyor musun!" filan dedi. "Ne yaparsan yap, bağır istersen" deyince, "Hay Allah cezânı versin! Peki öyleyse gel benimle berâber ama sen bizim işimize tahammül edemezsin, kaldıramazsın, kolay iş değildir" dedi. "Ne olursa olsun ben seninle geleceğim" diye ısrar ettim. "Haydi gel benimle" dedi ve bizi Akbıyık'a götürdü, gece vakti orada bir kapıyı çaldı, kapıyı bir siyâhî açdı, hani o masallarda anlatılanlar gibi, bir dudağı yerde bir dudağı gökde. Beni göstererek, "Kim bu?" diye sorunca, "Tâlib" dedi. "Peki gelsin içeri bakalım" dedi ve beni pür hiddet içeri aldılar. Birlikte yukarı çıkdık, yukarıda, tam otuz sekiz gün boyunca ne yedik, ne içdik, ne uyuduk.
Otuz sekizinci gün "Kutb-i âlem geliyor" dediler. Kutb-i âlem geldi, meğerse orası kırklar meclisi imiş. Kutb-i âlem "Bu kim?" dedi, "tâlib" dediler. Beni oraya götüren zât bana sıkı sıkı tenbîh etti, "Sakın hiç bir şeye karışma! Herşeyi sükût ile karşıla, bilmediğin şeye elini sürme, burnunu sokma!" dedi. "Peki" dedim.
Ortaya bir radar getirdiler, bir leğen su. Bir de bakdık leğenin içinde, bir arslan dünyâ güzeli bir kızla bir oğlanı kovalıyor, parçalayacak. Hemen ben elimi attım ve arslanı tuttum, gençleri kurtardım. Bana çıkışdılar, "Bir daha karışma!" dediler. Sonra ikinci bir sahne peydâ oldu. Bir gemi batmış, gemiden denize dökülenlerden bazıları yüzerek kıyıya geldiler, kayalıklardan yukarı çıkıyorlar. Birisinin eli kaydı ve denize düşdü, ben hemen onu tutup çıkarınca elime vurdular "Bir daha sakın karışma!" dediler. Üçüncüde bir de bakdık, karşıdan iki gemi zuhûr etdi, biri müslüman kalyonu, üstünde sancâk-ı şerîf var, diğer kâfir gemisi, üstünde istavroz var. Geldiler, denizin ortasında rampa ettiler, iki taraf baltayla satırla birbirlerine girdiler. Fakat kâfirler müslümanları kırdılar. Kırınca ben dayanamadım ve kâfir kalyonuna bir vurdum, o battı. Bana, "Senin işim tamam oldu. Sen bu işi kaldıramazsın. Senin için bu kadarı kâfî" dediler. Kutb-i âlem dedi ki, "Bu, âşık bir zât ama sabrı kıt. Cenâb-ı Hakk'ın tecelliyâtını hakkıyla kavrayamıyor. Ama mâdem ki burada otuz sekiz gün bizimle berâber kaldı, biz bunu buradan boş göndermeyelim, duâ edelim" dedi ve elini açdı, "Yâ Rabbi, bunun ömrünü uzun et, lokmasını bol et" dedi. Hepsi birden âmîn dediler, yürü dediler ve beni aldılar, götürdüler.
Bir de bakdım Beyoğlunda bir meyhânedeyim. Girerken Akbıyık'da bir eve girdik, çıkarken Beyoğlunda Kosti'nin meyhânesinden çıkdık. Yeniçeriler içerde oturmuş içki içiyorlar. Beni görünce, "Vay Babalık, gelsene!" filan dediler. Ben yine imtihan var zannederek hiç ses çıkarmadım, onlarla oturdum. Bir kaç kadeh verdiler, ben yine imtihan var diye onları da içdim. Oradan sırtıma bir testi şarap yüklediler, "Haydi yürü bakalım" dediler, Unkapanına getirdiler. Unkapanında sırtımdaki şarap testisini aldılar, sırtımdan kürkümü aldılar, belimden para kesemi aldılar, beni orada bırakdılar. Orada öyle kalınca soyulduğumu anladım. Meğer evliyâdan hırsızların eline düşmüşüz. Fakat şimdi tam yüz elli yaşındayım. Kutb-i âlemin duâsı tuttu, yüz elli yaşındayım, Allah bana öyle bir nân u nimet ihsân etti ki, İstanbul'da fakîri zengini, kâfiri mü'mini lokmamı yemeyen kimse yokdur, pâdişâha varasıya kadar hepsinin kursağına benim lokmam düşdü.
Nihayetinde her işi, her şeyi hakkıyla bilen Allah-û Teâlâ C.C.'dur.
[1] Beytullah Yıldırım:Yerel Tarihçi Araştırmacı Yazar, ©️ Beytullah YILDIRIM / İslam Araştırmaları©, [email protected] tarafından tarafıma gönderilen yazıdır. Bu yazı aynı zamanda https://esenlervizyonhaber.com/yazarlar/y/m/180/?fbclid=IwY2xjawH7RklleHRuA2FlbQIxMAABHYGhIiixy_YQ_wx95OUz1JCOpQ-E8j80wFPrOMWrEidJGxy3yNSQ-HM58Q_aem_oe6NDT_cnpYKecvFBHX4fw sayfasında yayınlanmıştır.
http://dlvr.it/THWdrX