Z Tarih Dergisi

Z Tarih Dergisi e-tarih dergisi

Değerli Okuyucularımız,Bizler, İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencileri olarak, özgün içerikleriyle dikkat çeken Z...
08/09/2023

Değerli Okuyucularımız,

Bizler, İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencileri olarak, özgün içerikleriyle dikkat çeken Z Tarih dergisinin yayın hayatını sürdürmekte olan ekibiyiz. Dergimiz, tarihin zenginliklerini geniş bir okuyucu kitlesine ulaştırma amacını taşımaktadır. Bu amaç doğrultusunda, tarih alanındaki araştırmalarımızın meyvelerini toplamak ve hem akademik hem de popüler tarih konularına ışık tutmak için iletişimin tüm araçlarını kullanmaktayız.

Z Tarih dergisi olarak, uzun yıllar süren bir yayın geleneğine sahip olmayı ve bu süre zarfında birikimini artırmayı amaçlamaktayız. Aynı zamanda, okuyucularımızın zihinlerinde olumlu izler bırakmak ve tarihle ilgili farkındalığı artırmak için büyük bir sorumluluk taşımaktayız.

Bu nedenle, siz değerli okuyucularımızdan/yazarlardan gelecek makaleler ve katkılarla Z Tarih dergisinin misyonuna daha da katkıda bulunmanızı bekliyoruz. Yazılarınızı dergimize göndermeden önce lütfen aşağıdaki kriterlere dikkat ediniz:

Yazı Gönderme Kriterleri:

1. Yazılar tarih ve ilgili disiplinlerle ilgili olmalıdır.
2. Yazılar, akademik standartlara uygun bir şekilde yazılmalı ve kaynaklar uygun bir şekilde belirtilmelidir.
3. Görsel içerikler ve kaynakça, yazı ile birlikte sunulmalıdır.

Yazı Gönderme Yolları:
• Yazılarınızı "ztarihdergisi.com" adresindeki form yolu veya "[email protected]" e-posta adresimize göndererek iletebilirsiniz.
• Yazılarınız için herhangi bir konu veya içerik kısıtlaması bulunmamaktadır. Sansür söz konusu değildir.
• Yazılarınıza mümkün olduğunca bol görsel eklemeye özen göstermelisiniz.

Son Gönderi Tarihi ve Bilgiler:

• Ekim sayımız için gelecek yazılar en geç 5 Ekim 2023 tarihine kadar iletilmelidir.
• Blog yazıları ise her zaman kabul edilmektedir.
• Lütfen yazılarınızı gönderirken aşağıdaki bilgileri de eklemeyi unutmayın: Ad-Soyad (en azından takma ad), üniversite/kurum bilgisi, sosyal medya hesabı (isteğe bağlı).

Z Tarih dergisinin okuyucu kitlesi ile buluşma ve tarihi daha fazla kişiye ulaştırma fırsatını değerlendirmenizi bekliyoruz. Bizler, tarihseverlerin bir araya gelip bu büyüleyici alanı daha da aydınlatmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Alican Kuyucu () yazdı | ORTA ASYA KURGAN KÜLTÜRÜ VE PAZIRIK KURGANLARINA KISA BİR BAKIŞ“  kelimesi   bir isimdir ve lit...
04/09/2023

Alican Kuyucu () yazdı | ORTA ASYA KURGAN KÜLTÜRÜ VE PAZIRIK KURGANLARINA KISA BİR BAKIŞ

“ kelimesi bir isimdir ve literatüre ile girmiştir. “KYP ГAH” (Kurgan) kelimesi “tepe, ” anlamına gelmektedir ve İngilizcede ise kurgan kelimesinin anlamı; , toprak yığını olarak geçmektedir fakat kelimenin kökeniyle alakalı birçok fikir üretilmiştir. Yaygın bir görüş olan “ ’un araştırmalarına göre, Kurgan kelimesi Rusçaya Kıpçakçadan geçmiştir. XIV. yüzyıla ait Venedik el yazması olan Kıpçak Dili Sözlüğü’nde ( Comanicus), Almanca olarak yapılan izahlarda, “kurgan” kelimesi “en gihoft grab” yani mezar üzerine yapılan höyük (tepe) olarak açıklanmaktadır. Radloff ise yaptığı bir incelemede daha evvel bahsedilen sözlükte bulunan “kurgan” kelimesini “Grabhügel” (mezar tepesi) olarak izah etmiştir. Kıpçak sözlüğünde “kurgan” kelimesinden sonra gelen “iv” (ev) kelimesi de Almancaya ölüler evi (des toden hws) olarak çevrilmiştir.”
Bir başka fikir ise; Türkmen şivesinde “Kör, gör, gor” kelimelerinin mezar anlamına gelmesi, Köroğlu’nun Türkmenistan’da “Goroğlu” şeklinde geçmesi ve mezarda doğmuş, yer tarafından yetiştirilmiş bir yiğit olarak anlatılması, Kazakçada da “kor” kelimesinin yine ölünün gömüldüğü bir yer olarak kullanılması, “Korı” kelimesinin Kaşgarlı Mahmud’un sözlüğünde “korumak olması”, “korıgan” sözcüğünü doğurmuş ve bu da “korunulan yer” anlamını çıkartmıştır. Türk topluluklarında mezara bakış açısının cesetlerin korunduğu yer olarak nitelendirilmesi de bunu kanıtlar niteliktedir.

“Dolayısıyla -tekrar belirtecek olursak- “kurgan” ismi aslında mezarın kendisini değil mezarın üzerinde bulunan ve mezara ulaşmayı zorlaştıran koruyucu tepeyi veya daha geniş anlamda kazı yapıldığında ilk ulaşılan odayı belirtmektedir. Ancak bu ayrıma dikkat etmeyen kimi araştırmacılar kurgan kelimesini doğrudan “mezar” olarak ele almışlardır. Bu nedenle aslında “kurgan” yerine “kurganlı mezar” tabirinin kullanılması bilimsel açıdan daha doğru olacaktır.”

(yazının tamamı için ztarihdergisi.com’u ziyaret edin. Link bio’da).

Z Tarih dergisi Youtube kanalının yeni dizisi başlıyor: Cumhuriyet Tarihi Belge Okumaları.Hüseyin Baran Pekmen'in sunaca...
08/07/2023

Z Tarih dergisi Youtube kanalının yeni dizisi başlıyor: Cumhuriyet Tarihi Belge Okumaları.

Hüseyin Baran Pekmen'in sunacak olduğu yeni dizimizin ilk bölümünün konusu 'ün iki köpeğin kavgasını ayırırken köpeklerden birinin ısırmasına maruz kalıp müşahedesine alınmasını içeren bir belgenin okunmasıdır. İzleyiciler bu videoda hem eski yazılı belge okuma becerisini geliştirirken hem de dönemin gündemini takip edebilirler.

İyi seyirler. Link bio’da.

Alican Kuyucu () yazdı | BİZANS SANATINDA İKONOKLAZM: Doğuşundan Sonuna Kısa Bir İncelemeKökenin Paganizme dayandığı sav...
05/07/2023

Alican Kuyucu () yazdı | BİZANS SANATINDA İKONOKLAZM: Doğuşundan Sonuna Kısa Bir İnceleme

Kökenin Paganizme dayandığı savunulan aslında tasvir olarak da nitelendirilebilir. Amacı tamamen öğretmek olan ikonalar erken dönemde çekinilen bir uygulama olsa da daha sonrasında yaygınlaşmış ve kiliselerin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Bu resimler belirli kurallar çerçevesinde kutsal kitaptan alınmış hikâyelerin resmedilmesidir aslında. Bizans tarihinde “İkonoklazm Devri” bu resimlerin günah olarak algılandığı ve yasaklandığı dönemi ifade eder.

Bu çalışma tarihinde sadece ile alakalı yorumlara yer vererek hazırlanmış naçizane bir çalışmadır. Ele alınan dönemde incelenen konunun bütünlük kazanabilmesi ve daha anlaşılır olması amaçlanmış, bu yüzden de yalnızca ikona konusu incelenmiş, dönemde yaşanmış diğer hususlara yer verilmemiştir. İlk önce ikonanın ne olduğu ve kuralları üzerinde durulmuş daha sonrasında ise dönemin imparatorlarının ikonaya bakış açıları sırasıyla incelenmiştir. Son bölümde ise ikona sonrası Bizans toplumu üzerinde durulmuştur.

İKONA

Aslında Bizans döneminde ikonaların kökeni Paganizmine dayanmaktadır. kültüründe insanlar, anıtsal tanrı ve tanrıça heykellerinin etrafında, yakılan tütsüler eşliğinde dualar etmekte, onlar için bu gibi törenler kutsallık anlamı taşımaktaydı. Evlerinde de de aynı şekilde bu gibi heykellerin daha küçük boyutları yahut sembolleri yer almaktaydı. Dualar bu gibi heykel ve sembollerin huzurunda yapılıp, her türlü medet onlardan umulmaktaydı. Hristiyanlığın hâkim olduğu dönemlerde ise halkın bu gibi kültürlerinden kopamadıkları dikkati çekmektedir. Hristiyanlıktan sonra bu heykel ve sanatsal objelerin yerini ikonalar almıştır.
Hristiyanlığın erken dönemlerinde inanışına daha yakın bir din anlayışı içerisinde bulunan Hristiyan halk, putperestliği çağrıştırdığı düşüncesiyle ilk iki yüzyıl resim ve sanat yapıtlarına uzak durmuşlardır. Bu sebeple ilk dönemlerde Hz. ve diğer kutsal şahsiyetler sadece birtakım simge ve sembollerle tasvir edilmekle kalmışlardır.

(devamını ztarihdergisi.com’da okuyun. link bio’da).

Alp A. Kınıklı () çevirdi | ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNDEN BİR MEKTUP: TÜRKLÜK FÂ'İDESİNE ÇALIŞAN TÜRK ULULARINABu mektup,   T...
07/06/2023

Alp A. Kınıklı () çevirdi | ORTAOKUL ÖĞRENCİLERİNDEN BİR MEKTUP: TÜRKLÜK FÂ'İDESİNE ÇALIŞAN TÜRK ULULARINA

Bu mektup, Türkçesi ile yazılmış olup ‘’Halka Doğru’’ mecmuasının 6 Haziran 1329 (1913) tarihli 9.sayısının 71-72. sayfalarında yayımlanmıştır. Mektuba sâdık kalarak hiçbir ekleme yahut çıkartma yapmadık, yalnızca Latin alfabesine aktardık. Savaşı’ndan sonra öğrenciler tarafından yazılmış olan bu mektubun, savaş ve sonrasının psikolojisini, hayal kırıklıklarını ve o nesilde ortaya çıkan buhranı çok iyi aktardığını düşünüyoruz, bu önemli metni bunun için neşrediyoruz.

“Beyefendilere,

Bizler bu zamânın çocukları isek de gelecek zamânın genç, dinç, münevver fikirli Türk halkı, Türk nesliyiz. Kendimiz küçük, soyumuz sopumuz büyük yavrularıyız, okuyacağız, öğreneceğiz, benliğimizi, Türklüğümüzü aklayacağız. Eski Türk atalarımızın ahfâdı olduğumuzu ‘âleme bildireceğiz. Uğradığınız, uğradığımız felâketlerin âhlarını, acılarını unutmayacağız. Rumelimizi hâtırdan çıkarmayacağız. Evet, yumruklarımızı sıkarak, dişlerimizi gıcırdatarak, kaşlarımızı çatarak öc, intikâm hissiyle, fikriyle okuyacağız, çalışacağız, çabalayacağız. Bilgimizi çoğaltıp, san’at, ticâret,zirâ’at yollarını, usûllerini öğreneceğiz,intikâm, öc meydânına atılacağız. Balkanlıların çocukları olan soydaşlarımızdan sizin intikâmınızı, sizin âhlarınızı alacağız. Fakat onların babalarının yaptıkları canavarcasına, haşîcesine topla, tüfenkle değil, medeniyyetle, bilgi, ticâret, san’at, zirâ’atle o Bulgar, Yunan, Sırp, Karadağ çocuklarına insânlığı, medeniyyeti, öğreteceğiz. O vakit bütün dünyânın insânları göreceklerdir ki medeniyyet ne imiş, insânlık nasıl imiş. Akıl, fikir, zihin, hangi kavimde imiş. Hangi millette imiş gözlerine sokacağız; bizler bir kere o günlere erişsek. Bizim şimdi elimizden bir şey gelmiyor. Çünkü çocuğuz, ufağız. Bizim şimdi işleyeceğimiz iş okumak, yazmakla berâber ilim, fen, san’at, ticâret, zirâ’at yollarını, usûllerini öğrenmek, noksanlarımızı ikmâl etmek, her bilmediğimizi sorup, sû’âl edip, bilmek ve her bir fâ’ideli şeyi kaçırmayıp istifâde etmektir. İşte şu cehti düşünerek bu seneki ta’tîllerimizi boş geçirmeyeceğiz.

(devamı yorumda)

Hüseyin Baran Pekmen () yazdı | İSMET (İNÖNÜ) PAŞA'YI TEHDİT EDEN AMERİKALI GAZETECİNİN AKIBETİDönemin Hariciye Vekili T...
06/06/2023

Hüseyin Baran Pekmen () yazdı | İSMET (İNÖNÜ) PAŞA'YI TEHDİT EDEN AMERİKALI GAZETECİNİN AKIBETİ

Dönemin Hariciye Vekili Tevfik Rüştü (Aras) tarafından ‘’acele’’ koduyla İstanbul Murahhaslığı’na gönderilen yazıda, evvela gelecek telgrafnamenin İstanbul Valiliğine gönderilmesi ricası daha sonra Valiliğe ulaştırılacak telgrafnamenin kendisi görülüyor. Miladî 29 Temmuz 1925 tarihli telgrafnameye göre; Türkiye karşıtlığı bilinen Amerikalı bir gazetecinin, İsmet (İnönü) Paşa’ya gönderdiği tehdit içerikli bir mektuba istinaden Türkiye dışına çıkartılması istenmiş:

Tevfik Rüştü'nün Gönderdiği Yazı
Belge 1
‘’Nusret Beyefendi’ye
Müsta’cel 635
1- Atîdeki telgrafnamenin İstanbul Vilâyetine tebliği mercudur:
2- Pera Palas otelinde mukim Amerika’nın Santral Pres Asosyasyon namındaki gazeteler heyet-i ittihadîyye muhbiri Bert Gare’nin zaten Türkiye aleyhinde bulunduğundan ve bu gibi efkâr-ı muzırrasını neşr edeceği hakkında İsmet Paşa Hazretlerine tehdid-âmîz bir mektub yazdığından kendisinin nazikâne bir surette müsta’celen Türkiye’yi terke davet edilmesi ve iş’arı mercudur efendim
Tevfik Rüşdü
29/7/41’’

(Karşılıklı telegrafnamelerin çevirilerinin tümü için ztarihdergisi.com’u ziyaret edin. Link bio’da)

Yusuf Tarık Karakaya () yazdı | TANRI MI KRAL? KRAL MI TANRI?Tanrı-kralın ortaya çıkış sürecinde sonra, Mezopotamya’ya ö...
31/05/2023

Yusuf Tarık Karakaya () yazdı | TANRI MI KRAL? KRAL MI TANRI?

Tanrı-kralın ortaya çıkış sürecinde sonra, Mezopotamya’ya özgü Monarşik Teokrasi düzeni karşımıza çıkmaktadır. Sümer’de Uruk Kralı Gılgamış’ın üçte ikisi tanrı, üçte biri insandır. Çağdaşı diğer kentler ile Sümer ülkesinin hâkimiyeti için siyasi mücadeleler vermiştir. Bahsettiğimiz merkezileşme formülü burada da karşımıza çıkmaktadır. Bir kral olarak tanrılaştırılan Gılgamış’ın varlığına paradoksal olarak iki Sümer tanrısı Enlil ve Enki de kral sıfatını kullanırlar. Sümer’den sonra ilk düzenli orduyu kurarak Mezopotamya’da hâkim güç olan Akad İmparatorluğu’nun kralı Sargon ve torunu Naram-sin yayılmacı politikaları ile merkezi bir devlet oluşturdular. Bir önceki Sümer merkezlerini fethederek güçlenen Akad kralı Naram-sin, kendine İştar ile bağlantılı olarak kutsiyet atfeden Sargon’dan bir adım ileri giderek kendisini tanrı-kral ilan etmiştir. Günümüze kadar gelen Naram-sin stelası bunun en net örneğidir. Naram-sin, bahsettiğimiz merkezileşmenin tarihte ilk defa bu denli sistematik olduğu bir döneme liderlik ederek tezimizi güçlendiren bir örnek oluşturmaktadır. Akad İmparatorluğu onun devrinde en güçlü dönemini yaşamıştır.

Bahsettiğimiz geleneğe bağlı olarak, ortaya koyduğumuz formül kendini Urartu’da da göstermektedir. Salvini, Urartu idare mekanizmasının başında Haldi’nin olduğunu belirterek, Urartu Krallığı’nın idare şeklinin bir Teokrasi olduğunu savunur. I. Sarduri ile temelleri atılan Urartu Devleti’nin merkezileşmesi oğlu İşpuini ile devam etmiştir. Ancak devletin merkezileşmesi, sınırları genişletip ciddi bir bürokratik ağ yaratan İşpuini’nin oğlu Meuna döneminde gerçekleşmiştir.

(yazının tamamını ztarihdergisi.com’da okuyun. Link bio’da).

Ali Can Kuyucu yazdı |  MİMARİ BİR SEMBOL OLARAK KUBBEKubbe; yapıların üzerini örtmek için kullanılan mimari bir ögedir....
09/05/2023

Ali Can Kuyucu yazdı | MİMARİ BİR SEMBOL OLARAK KUBBE

Kubbe; yapıların üzerini örtmek için kullanılan mimari bir ögedir. Üst örtü oluşumunda hem iyi bir çözüm hem de estetik değeriyle daha çok öne çıkan bir formdur. Geniş bir açıklık ile başlayıp gittikçe daralarak sonlanan kubbe, başta Hristiyan mimarisinde tonoz formunun bir çeşidi olarak ortaya çıkmış, daha sonrasında ise başlı başına olarak yapıların merkezinde yer alan bir örtü sistemi haline gelmiştir.

Tip olarak değişiklik gösteren ve farklı mimari kültür çevrelerinde üsluplara farklı kimlikler veren kubbe; geçmiş zamanlardan beri kullanılıp belli devir ve bölgelere göre farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıklar kubbenin çapı, yüksekliği ve şekline göre belirlenmektedir.

Mimarlık tarihi boyunca sürekli biçimi ve malzemesiyle denemelere konu olmuş olan, sürekli geliştirilmiş olan kubbe giderek büyümüş, ait olduğu yapıya hâkim bir niteliğe ulaşmıştır.

Eski çağlardan itibaren arkeolojik kazılardan elde ettiğimiz bilgiler bize, kubbenin çok uzun yıllardır kullanıldığını göstermiştir. Kubbe ilk başta belki üst örtü olarak değil ama bir yaşam alanı olarak kullanılmıştır. Çoğu araştırmacı, kubbenin eski çağ insanının kullandığı çadırlardan yola çıkarak geliştiğini ve hatta kâgir mimarinin de bu çadırları esas alarak oluştuğunu kaydetmişlerdir.

Orta Asya insanının kullandığı çadır ile kubbenin arasındaki benzerlik; gökyüzü, hükümranlık ve kozmik sembollerle birleşik olarak sürekli gelişme süreci izlemiş, daha sonrasında “stupa” adı verilen yapı tipi ortaya çıkarak çadırdan kubbeye geçişte bir aracı olmuştur. Aracı olarak ortaya çıkmış olan stupalar Budizm’e ait tapınaklardır ve kubbe biçimindedirler.

Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde ise kubbe artık planın merkezi, yapının hâkimi konumuna ulaşmış ve merkezi kubbe tamamen, en görkemli biçimiyle kullanılmıştır. Ayrıca arkeolojik veriler bize Akdeniz ve Ege’deki topluluklarda da kubbe kullanımının yoğun bir şekilde görüldüğünü aktarmaktadır.
----------
Yazının tamamını ztarihdergisi.com’da okuyun. Link bio’da.

Alican Kuyucu () yazdı | KALENDERİLİK VE KALENDERHANE CAMİKalenderilik, Orta Asya ve İran'da ortaya çıkan, 13. yüzyılda ...
19/04/2023

Alican Kuyucu () yazdı | KALENDERİLİK VE KALENDERHANE CAMİ

Kalenderilik, Orta Asya ve İran'da ortaya çıkan, 13. yüzyılda Moğol istilası ile birlikte Anadolu'ya yayılarak geniş kitle toplayan toprak bir tasavvuf akımıdır. Selçukluların Anadolu'ya fetih hareketleri ile beraber, Anadolu topraklarına birçok derviş ve mutasavvıf göçmeye başladı. 13. yüzyılda yoğunlaşan bu göçler, Moğol istilasının da başlangıcıyla birlikte zirveye ulaşmış ve Anadolu'da Kalenderlik gibi birçok tarikat ortaya çıkmış, geniş geniş zümrelere yayılmıştır. Ortaya çıkan bu tarikatlar Anadolu'nun hem Türkleşmesinde hem de İslamlaşmasında büyük rol oynamıştır.

Kalenderiler dünya ve dünyevi değerleri hiçe sayan, içinde yaşayan toplumlar ve toplumsal düzenin inançlarına, geleneklerine karşı çıkan, kendine has özelliklere, tutuma ve geniş ölçüde dış hayatlarına yansıtan sûfîlerdir. İhtiyaçlarını giderecek para ya da içecekler gibi şeyleri biriktirmeyi, bunları toplamayı ve çoğaltmayı reddederler. Toplumca kabul edilmiş gelenekleri yapmayarak bir bakıma toplumsal başkaldırı niteliğindedirler. Allah ile beraberindekilere inandıkları kalplerinin temizliğiyle yetinirler. Kalp temizliği dışında Kalenderilerin erişecekleri bir hedef yoktur.
Osmanlı Devleti'nin ilk dönemleri Osmanlı padişahlarının yaşadıkları devrin hükümlerine göre Kalenderiler ile dostane şartlar içinde yaşanmış ve onları makbul görmüşlerdir. Kuruluş döneminde, Kalenderi grupları da Osmanlı sultanlarını yalnız bırakmamış, yapılan fetih hareketlerinde ön saflarda yer almışlardır.
Kalenderlik belli bir dönemden sonra Alevilik ve Bektaşilik çevresinde toplanmış ve zaman içinde de değişimler geçirmiştir. 16. yüzyılda Kalenderilerin büyük topluluklar halinde katıldıkları üç büyük isyan hareketi vardır. Bu isyan hareketinden ilki, II. Bayezid döneminde meydana gelen "Şahkulu İsyanı", ikincisi Yavuz Sultan Selim zamanında "Bozuklu Celal ayaklanması" ve üçüncüsü de Kanuni Sultan Süleyman devrindeki "Şah Kalender" hareketidir.

(yazının tamamını ztarihdergisi.com’da okuyun. Link bio’da)

İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümünden Doç Dr Özgür Kolçak ile yeni çıkan sayıya özel "Askerî Devrim, Avrupa ve Osmanlıl...
15/04/2023

İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümünden Doç Dr Özgür Kolçak ile yeni çıkan sayıya özel "Askerî Devrim, Avrupa ve Osmanlılar" üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Söyleşiyi hem YouTube kanalımız da hem de yeni çıkan sayımızın içinde izleyebilirsiniz.

Link bio'da. ztarihdergisi.com.

Z Tarih dergisinin yeni sayısında bulunan içerikler:Z Tarih dergisinin yeni sayısında neler var? "Fiyat Devrimi ve Osman...
15/04/2023

Z Tarih dergisinin yeni sayısında bulunan içerikler:

Z Tarih dergisinin yeni sayısında neler var?

"Fiyat Devrimi ve Osmanlılar" - Selami Coşar

"Osmanlı'da Kahvehaneler" - Ebrar Çifci

"Dr Rıza Nur'un Sıhhiye ve Muayenet-i İçtimaiye Vekilliği" - H. Baran Pekmen

"Büyük Taarruzun Öncesinde ve Sonrasında Yunan Ordusunun Durumu ve Küçük Asya'da Neden Başarısız Olduğuna Dair Bir İnceleme " - Ömer Ulus

"III. Mehmed Devrinde Çıkarılan Bir Kanunnamenin İlmiye Teşkilatı Hakkında Düşündürdükleri" - M. Faruk Korkmaz

"Atatürk Döneminde Hakaret: Kemalist Rejimde İfade Özgürlüğü Tartışmasına Bir Katkı" - Alp A. Kınıklı

"Bir Sözlü Kültür Değerlendirmesi: Hesiodos'un Theogonia, İşler ve Günler İsimli Eserlerinin Tarihsel Gelişimi".

Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi'nden DOÇ DR ÖZGÜR KOLÇAK ile "Askerî Devrim, Avrupa ve Osmanlılar" üzerine söyleşi gerçekleştirdik.

-----

Z Tarih dergisi, yeni sayısı ile ztarihdergisi.com'da yayında. Link bio'da.

Alican Kuyucu () Yazdı | ERKEN HRİSTİYANLIK VE ST. PIERRE KİLİSESİ: Hristiyanlığın İlk Dönemleri(…)Saint Pierre (Aziz Pe...
08/04/2023

Alican Kuyucu () Yazdı | ERKEN HRİSTİYANLIK VE ST. PIERRE KİLİSESİ: Hristiyanlığın İlk Dönemleri

(…)

Saint Pierre (Aziz Petrus) Kilisesi

Antakya Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Tarihi boyunca kıtalar ve bölgeler arası ticaretlerde konaklama ve geçiş yeri olmuş, bu durum da orayı bir kültür merkezi haline getirmiştir. Hem Helenistik hem de Roma dönemlerinde dünyanın sayılı uygarlık merkezlerinden biri ve aynı zamanda Kapadokya, ve ’e giriş kapısı olmasıyla da önemli bir konumdur.

’nın Kapadokya, Asya ve Akdeniz’e giriş kapısı olmasının yanında Hristiyanlığın Anadolu, Mezopotamya, Ege ve Yunanistan’a yayılmasında merkezi bir konumdadır. Bu inanca sahip olanlara da “Hristiyan” adının verildiği, ilk inananların dini stratejiler ve fikirler geliştirdikleri ilk yer olan Antakya, bu ilk dönemdeki zorlu süreçler sebebiyle Hristiyanların kabul ettikleri bir kenttir.

Saint Pierre kilisesi ya da diğer adıyla Aziz Kilisesi; Antakya-Reyhanlı yolu üzerinde ve kente 2 kilometre uzaklıkta, Habib Dağı yakınında bulunmaktadır. İsa’nın 12 havarisinden birisi olan Aziz Petrus, Antakya’ya M.S. 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hristiyanlığı burada yaymaya çalışmıştır. İlk vaazı bu mağarada verdiğine inanıldığı için devleti Hristiyanlığı resmi bir din olarak tanımasının ardından ilk dini toplantının yapıldığı bu mağarayı eklentiler ile kilise formuna dönüştürmüştür. Hz. ’ya inananlara ilk defa Antakya’da, bu mağarada Hristiyan adı verilmesi açısından çok önemli bir konumdadır. Bu yüzden St. Pierre ( Petrus) Kilisesi Hristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinmekte ve tüm kaynaklarda bu şekilde kabul görmektedir.

_________________________
Yazının tamamını okumak için ztarihdergisi.com’u ziyaret edin. Link bio’da.

- Transkripsiyon -Hüseyin Baran Pekmen () yazdı |MİLLÎ MÜCADELE'DE NEŞRİYATÇILARIN TECİL TALEBİ23 Nisan 1920’de faaliyet...
08/03/2023

- Transkripsiyon -

Hüseyin Baran Pekmen () yazdı |MİLLÎ MÜCADELE'DE NEŞRİYATÇILARIN TECİL TALEBİ

23 Nisan 1920’de faaliyetlerine başlayan Büyük Millet Meclisi, ülke genelinde idarî hâkimiyetini tesis etmek amacında idi. İdarî hâkimiyet çabaları sürerken bir yandan da Doğu Cephesi’nde çatışmalar mevcuttu. Bu dönemde .B.M.M., düşmanına karşı koyabilmek ve yurdundan atabilmek için asker alımlarına başlamış ve hız vermiştir.

’da bulunan Matbuat Müdürlüğüne alternatif olarak T.B.M.M. tarafından kurulan Ankara merkezli Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü, askere alımlar sürerken T.B.M.M. Başkanlığına bir yazı göndermiştir.

19 Teşrin-i evvel (1)336, Miladi 19 Ekim 1920 tarihli yazıya göre ve İstihbarat Müdürlüğü; İstanbul Hükûmetinin, I. Dünya Savaşı esnasında, fazlaca -yayın faaliyeti olmasına rağmen basın-yayın işlerine önem verdiğini, azalmasına müsaade etmediğini ve askere alımlarda bu işle uğraşanlara gereğince muafiyet sağladığını aktarır. Müdürlük buna dayanarak, ’da bulunan basın- faaliyet ve iş gücünün İstanbul’la kıyas edilemeyecek kadar az olduğuna dikkat çekmiş ve yaşlı basın-yayın mensuplarının askere alınmaya başlandığını aktarmıştır. Eğer hükümetin bu konu hakkında bir düzenlemesi olmazsa, zaten ihtiyacı karşılamayan basın iyice sönecektir. Bu noktada basın, müdürlük tarafından ‘’doğru yolu gösteren’’ olarak tanımlanmıştır. Müdürlük, aktardıklarına binaen I. Savaşı’nda yapıldığı gibi, her ve gazetenin ihtiyacı kadar mensubunun tecilini istemiştir:

(Yazının tamamını ve belgenin transkripsiyonunu okumak için ztarihdergisi.com’u ziyaret edin, link bio’da)

- Çeviri -Hüseyin Baran Pekmen () yazdı |MİLLÎ MÜCADELE'DE NEŞRİYATÇILARIN TECİL TALEBİ23 Nisan 1920’de faaliyetlerine b...
08/03/2023

- Çeviri -

Hüseyin Baran Pekmen () yazdı |MİLLÎ MÜCADELE'DE NEŞRİYATÇILARIN TECİL TALEBİ

23 Nisan 1920’de faaliyetlerine başlayan Büyük Millet Meclisi, ülke genelinde idarî hâkimiyetini tesis etmek amacında idi. İdarî hâkimiyet çabaları sürerken bir yandan da Doğu Cephesi’nde çatışmalar mevcuttu. Bu dönemde .B.M.M., düşmanına karşı koyabilmek ve yurdundan atabilmek için asker alımlarına başlamış ve hız vermiştir.

’da bulunan Matbuat Müdürlüğüne alternatif olarak T.B.M.M. tarafından kurulan Ankara merkezli Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğü, askere alımlar sürerken T.B.M.M. Başkanlığına bir yazı göndermiştir.

19 Teşrin-i evvel (1)336, Miladi 19 Ekim 1920 tarihli yazıya göre ve İstihbarat Müdürlüğü; İstanbul Hükûmetinin, I. Dünya Savaşı esnasında, fazlaca -yayın faaliyeti olmasına rağmen basın-yayın işlerine önem verdiğini, azalmasına müsaade etmediğini ve askere alımlarda bu işle uğraşanlara gereğince muafiyet sağladığını aktarır. Müdürlük buna dayanarak, ’da bulunan basın- faaliyet ve iş gücünün İstanbul’la kıyas edilemeyecek kadar az olduğuna dikkat çekmiş ve yaşlı basın-yayın mensuplarının askere alınmaya başlandığını aktarmıştır. Eğer hükümetin bu konu hakkında bir düzenlemesi olmazsa, zaten ihtiyacı karşılamayan basın iyice sönecektir. Bu noktada basın, müdürlük tarafından ‘’doğru yolu gösteren’’ olarak tanımlanmıştır. Müdürlük, aktardıklarına binaen I. Savaşı’nda yapıldığı gibi, her ve gazetenin ihtiyacı kadar mensubunun tecilini istemiştir:

(Yazının tamamını ve belgenin çevirisini okumak için ztarihdergisi.com’u ziyaret edin, link bio’da)

Emirhan Tokalak () yazdı | III. SELİM DÖNEMİ BAHRİYELİLERİN GEMİLERDEKİ MUTFAK SORUNU VE ÇÖZÜMÜIII. Selim dönemi Osmanlı...
27/01/2023

Emirhan Tokalak () yazdı | III. SELİM DÖNEMİ BAHRİYELİLERİN GEMİLERDEKİ MUTFAK SORUNU VE ÇÖZÜMÜ

III. Selim dönemi Osmanlı tarihi için oldukça önemli bir dönüm noktasıdır. Klasikleşmiş anlatıyla anlatmak gerekirse, Osmanlı artık eski gücünü koruyamamış ve askeri, idari sorunlarla boğuşmaya başlamıştır. Bu sorunların biri de deniz harp gücüdür. Osmanlı, Akdeniz’de yeniden egemen olmak için yozlaşan bahriyeyi tekrar ayağa kaldırmaya çabalayacaktır. III. Selim bahriye için yapılan düzenlemelerden biri de gemilerin içindeki karmaşa idi. Bu karmaşanın bir sebebi ise bahriyelilerin kendi yemeklerini kendi pişirmeleri idi. III. Selim bunu düzeltmek için Osmanlı’daki mevcut ve yapılmakta olan gemilerin içine bir mutfak yaptırmış ve bu mutfakta çalışılacak aşçılar tutturmuştur. Bu mutfağa tesis edilen erzaklar kişi başına olarak üç buçuk kıyye pirinç, yüz yetmiş dirhem sade-yağ ve yevmiye kırk dirhem zeytin, yirmi dirhem soğan, beş dirhem tuz, on dirhem sirke verilmiştir.[1] Bunun sebebi sadece karmaşa değildir. Askerin sefer anında gücünün düşmesi ve hijyen sıkıntısı bunun başlıca sebebidir.[2] Günümüzün sağlık bilgisi ve tekniğine göre, o zaman daha ilkel bir sağlık vardı. Salgınlardan ve sağlıklı olmayan ortamlardan etkilenen insanların ölüm oranı çok yüksektir. Bu durum endüstri devrimine kadar hatta ondan sonra da devam etmiştir.

Şartlar böyleyken padişah III. Selim, gemilerin yeni bir düzenle inşa edilmesni sağlamış ve bu gemilerin içinde bir mutfak bölümü eklemiştir. Bu bölümde belli aralıkta sıcak yemekler yapılmıştır. Bununla birlikte bahriyelilerin sefer anında güçten düşmesinin önüne geçinilmiştir.

KAYNAKÇA:
GENCER, Ali İ. Bahriye’de Yapılan Islahat Hareketleri ve Bahriye Nezareti’nin Kuruluşu. Ankara: TTK, 2. Basım, 2001.
______________________
[1] Ali İhsan Gencer, Bahriye’de Yapılan Islahat Hareketleri ve Bahriye Nezareti’nin Kuruluşu (Ankara: TTK, 2001), 44.
[2] a.g.e., 43.

Ahmed Bahadır Uslu çevirdi, sadeleştirdi | HUTUT-I KADİME-İ TÜRKİYYE (OSMANLI’DA KÖKTÜRKÇE ÜZERİNE YAZILMIŞ İLK MAKALE)_...
24/12/2022

Ahmed Bahadır Uslu çevirdi, sadeleştirdi | HUTUT-I KADİME-İ TÜRKİYYE (OSMANLI’DA KÖKTÜRKÇE ÜZERİNE YAZILMIŞ İLK MAKALE)

______________
[Makalenin tam çevirisini ve aslını ztarihdergisi.com’da okuyabilirsiniz. Link bio’da]
______________

Osmanlı'da Köktürkçe ile ilgili ilk yazıyı kaleme aldığı düşünülen Necip Asım'ın (Yazıksız) 1895 yılının 17 Şubat’ında (Rumi: 5 Şubat 1310) İkdam gazetesinde “Hutût-ı Kadime-i Türkiyye” adı ile yayınladığı makalesi Lâtinize edilip günümüz Türkçesine tarafımca aktarılmıştır. Çeviri sırasında yardımını esirgemeyen Hüseyin Baran Pekmen kardeşime teşekkürü borç bilirim.

“ESKİ TÜRK YAZILARI

(…)

Mösyö ’in ortaya çıkardığı yardımıyla Mösyö da bulunan iki sütunun yazılarını okuyarak 1400 kadar sözcüğü içeren bir sözlük derlemiştir. Bu sözlüğün içinde 12 kadarı kökeni anlaşılamayan ve birkaç da Çinceden alınan lakaplar ve unvanlar olsa da geri kalanı öz Türkçedir. Bu sözcükler şu anda bile türlü lehçelerinde ve , (Altındağ), ve Osmanlıcada bulunur. Mösyö ’un 1894 yılında Petersburg’da yazdığı “ Mahkukatının Tercüme Ve Lügatı” adlı yapıtın gözden geçirilmesi gerekli görülmüş olmalıdır ki bu abeceyi bulan Mösyö , bu konuda olarak kendiliğinden bir yapıt yazmaya girişmiştir. Bu konuda uzun açıklamaların şu anda gereği olmasa da söylemek gerekir ki bu sorunun çözümünde Mösyö Tomsen başarılı olmuş ve bunun üzerine bilginlerin teşekkürlerini hak etmiştir.

Mösyö Tomsen’in telif ettiği yapıtın ilk kısmı 54 sayfadan oluşup “ ” mahkukatında bulunan abece ile önerdiği yoldan okunmaya elverişli birçok örnekler ve bu yazının kökenine ilişkin birtakım düşünceler toplanmıştır.

Bu abecenin görünüşünü görselleştirmeden anlatmak olanaksız olduğu için kitabın sonunda bulunan ve tarih ile ilgili olan düşüncelere ilişkin bir miktar bilgi vererek adı geçen şarkiyatçının düşüncelerini sıralayıp söyleyeceğiz.”

21/12/2022
Hüseyin Baran Pekmen Yazdı | MEHMED ŞAKİR PAŞA'NIN ÇEŞME YARIMADASI HAKKINDAKİ ENDİŞELERİElimizdeki, Rumî 2 Teşrin-i San...
06/12/2022

Hüseyin Baran Pekmen Yazdı | MEHMED ŞAKİR PAŞA'NIN ÇEŞME YARIMADASI HAKKINDAKİ ENDİŞELERİ

Elimizdeki, Rumî 2 Teşrin-i Sani sene (1)315, Miladî 14 Kasım 1899 tarihli belge Mehmed Şakir Paşa’nın ve mevkii hakkındaki endişelerini muhtevîdir. Mehmed Şakir Paşa tarafından Mabeyn-i -ı Cenab-ı Mülûkâne (Padişaha ait Özel Kalem Müdürlüğü) Katiblerinden Mehmed Kâmil Beyefendi’ye gönderilen yazıya göre; İzmir körfezinin batı ve güneybatısında bulunan Çeşme ve Urla’yla birlikte bunlara bağlı olan köylerde Hristiyan nüfusunun %80 oranında olması, nüfusun giderek artması ve bahsi geçen hattın büyük-küçük kilise ve manastırları barındırması izah edilirken, bu durumun olumsuzluklarına dikkat çekilmektedir. Buradan hareketle, bölgedeki ahalinin devlet aleyhine düşüncelere sahip oldukları ve bölgenin Yunanistan’a yakınlığı sebebiyle Yunanistan’dan tüfek, mermi-mühimmat, dinamit vb. ateşli silah getirildiğinin delillerle sabit olduğu aktarılmıştır. ve Urla mevkiinin önemine dikkat çekilerek, her ihtimale karşı temkinli olunması gerektiği ve Urla Kaymakamlığından alınan layihaya istinaden silah kaçakçılığının önünün alınması için düzenli askerler getirilmesi, sahilde de botlar aracılığıyla devriye gezdirilmesinin elzem olduğu belirtilmiştir. Urla Kaymakamlığından gelen layihanın da ek olarak gönderildiği anlaşılmaktadır.

Layihanın yanında bir de sahil haritası gönderilmiş ve mezkûr harita vasıtasıyla vaziyetin ehemmiyeti vurgulanmaya çalışılmıştır. İzmir şehrinin Anadolu’nun en büyük iskelesi ve en önemli mevkilerinden birisi olduğu aktarılmıştır. Çeşme yarımadasının da bir tarifi yapılarak; kuzeyinde Karaburun’un, güneyinde Sığacık limanının, Sisam adasına yakınlığının ve batısında ’la komşu bulunduğunun önemine dikkat çekilmiştir.

(Yazının tamamını ve belgeyi ztarihdergisi.com’da okuyun)

Address

Balabanağa Mahallesi Ordu Caddesi, Laleli Cd. No:6, Fatih
Istanbul
34134

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Z Tarih Dergisi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Z Tarih Dergisi:

Videos

Share

Category