28/07/2021
Okumak iptiladır, müptelalara selam olsun...
Bayram zamanı geceleri okuyarak bitirdiğim bir düşünce kitabı hakkında birkaç kelam etmek üzere başlıyorum satırlarıma. Zira gün fark etmeden, Furkan’ın dapaylaştığı gibi “Okumadığın gün karanlıktasın.” bakışıyla az da olsa her gün okumak gerekiyor.
Kesin İnançlılar; özetle kitle hareketlerinin dinamiklerini, bir grubu devrim niteliğinde değişimlere hazırlamak için kullanılabilecek argümanları, bu aktif değişim hareketine duyulan iştiyakın sonuçlanması üzerine kitlenin istikrarlı şekilde elde tutulmasını, değişim ihtiyacının ortaya çıkması için gerekli şartları ve daha sayamadığım birçok kavram üzerinde durarak kitlelerin nabzını tutuyor.
İnanmak... TDK’daki anlamıyla “Sevecek, güvenecek ve bağlanacak en yüksek varlık olarak bilmek, iman etmek” Zor olduğu kadar anlaşılması zaman ve cesaret isteyen bir kelime.
Bayram zamanı olmasından dolayı, araya zamanın ve mesafenin girmesi sebebiyle görüşemedeğim birçok insanı görme fırsatı buldum. Zaman, belli noktalarda insanların değişmesine olanak sağlarken, bazı noktalardaysa fikirlerin kök salmasına sebep oluyor. Gördüğüm insanların yüzlerinde, konuşmalarında, tavırlarında bu değişmeyi ve kök salmayı aynı anda tahlil etmek mümkün oldu.
Hepimiz alınlarımızda değişmeyen yasaları taşıyoruz. Ben burdayım diyerek el sallıyor bu yasalar. Aslında her birimiz birer kesin inançlıyız fakat bunun farkında değiliz. Çünkü üzerine düşünmüyoruz. Konuşmalarımızda kesin inancımıza dair ipuçları kendini ele veriyor. Nitekim içteki dışarıya sirayet ediyor. Gerek toplumsal, gerek dini gerek politik inançlarımız bizi abluka altına almışken hangi birimizin tam anlamıyla özgür olduğundan bahsetmek mümkün olabilir? Fark etmeden çoğu konuda kibirden kaynaklı ahkam kesme hususunda aramızda çokça uzman var. Ya düşündüklerim yanlışsa diye hiç sormuyor insanlar kendine. Niye, çünkü kibir ve gururu kesin inancının yanlış olabileceğine ihtimal vermiyor.
*
Kitabın bende en güzel anısı okuduğum bir paragrafta gözümde canlanan film sahnesi oldu.
“Fakat gerçek şudur ki, benliğini teslim etmek ve nefsini itaatkar kılmak, gurur ve kibir doğurur. Hal böyle olunca kesin inançlı kişi kendini ayrıcalıklı, dünyaya nur saçmaya gelmiş bir kişi, uysal görünüşlü bir prens ve bu dünyanın ve cennetin mirasçısı olarak görmeye meyilli olur. Onun inancında olmayan kişiler kötüdür ve söylediklerine kulak asmayanlar kahrolacaklardır.”
kısmını okuyunca Şeytanın Avukatı filminde Al Pacino(filmde John Milton)’nun “Kibir, en büyük günahım.” sahnesi canlandı gözümde. Kaybedenlerin en büyük kaybetme sebebi belki de kibirleriydi.
Okumadıysanız kitabı, izlemediyseniz filmi ikisini de tavsiye ederim.
Kesin inançlı kişinin korkmaktan sormaya çekindiği ve içsel değişimi başlatacak soruyu sorarak yazımı bitirmek istiyorum.
Ya öyle değilse?
youtube.com/rafokur
- Ramazan *