16/04/2021
DİKKAT HIRSIZ VAR, HAYATIMIZI ÇALIYORLAR!
Sürdürmekte olduğumuz yaşamın ne kadarı bize ait hiç düşündünüz mü? Kararlarımızı alırken ne denli özgürüz? Yaşamımızın yönetimi gerçekten bizim ellerimizde mi? Ruhumuz ne denli özgür ya da tutsak?
Bugünlerde karşılaştığım, görüştüğüm hemen herkese ardı ardına bu soruları soruyorum. Şaşırıyor insanlar önce. Üzerinde düşünülmeden verilmiş ilk yanıtlar “Elbette özgürüm ve yaşantımı kendim yönetiyorum” biçiminde oluyor. Oysa karşılıklı konuştukça, düşündükçe sorular yeni soruları getiriyor beraberlerinde ve yanıtlar yön değiştirmeye başlıyorlar. Görüyoruz ki, ipler dışarıdan bakınca bizim elimizdeymiş gibi görünse de, aslında ilk çocukluk yıllarımızdan başlayarak bizim dışımızda hemen herkesin elindeymiş! “Doğrularımız” bile çoğunluğun doğruları.
Peki ya yanlışlar? Kime göre, neye göre yanlış? Çocukluk düşlerimizden hızla uzaklaşmaya başladığımızda ilk boşluklar oluşmaya başlıyor ruhumuzda. Yeteneklerimizi bir kenara bırakarak günümüzde geçerli, kısa yoldan para kazanabileceğimiz, rahatlıkla iş bulabileceğimiz mesleklere yönlendiriliyoruz. Belki iyi para kazanıyoruz ama hiç sevmeden bir yaşam boyu yapmak zorunda olduğumuz iş nedeniyle hayatı kaçırdığımızın ayırdına bile varmıyoruz. Zaten öylesine kaptırıyoruz ki kendimizi döngüye, düşünecek, sorgulayacak zaman bırakmıyoruz kendimize. Her gün bir önceki günün tekrarı olarak, aynı rutin, aynı sızlanmalarla yıllar su gibi akıp gidiyor.
Çoğunluğun öngördüğü güzellik anlayışı öylesine yerleştiriliyor ki belleğimize, sağlık için değil ama çoğunluk tarafından beğenilmek adına ellerimizde uzun diyet listeleriyle yarı aç dolaşıyoruz. “Haydi artık, yaşıtların düzenini kurdu, sen hala boş (!) şeyler peşindesin “ diyen yakınlarımız ve toplumun bizden beklentileri doğrultusunda, düşlerimizi rafa kaldırıp eksikliklerimizi (!) tamamlaya çalışıyoruz. Ruhumuzu besleyecek insanlar yerine gözlerimizi besleyecek olanları eş olarak seçiyor sonra bir yaşam boyu kendi yalnızlığımızda kayboluyoruz. Evlenir evlenmez çocuk beklentileri başlıyor çevremizde. Hiç kimse bu sorumluluğu almaya hazır olup olmadığımızı düşünmüyor, bilmek, duymakta istemiyor. Henüz anne – baba olmaya uyum sağlamaya çalışırken, “Hemen arkasından ikinciyi de yapın, birlikte büyüsünler “ sözleriyle beklentiler devam ediyor. Şimdi sıra sizde! Siz de çocuklarınıza meslek seçiminde nelere dikkat etmeleri gerektiğini anlatın bakalım. “Resim, müzik, moda karın doyurmaz “ deyin. Uzun yoldan nasıl kendisi olacağını değil, kısa yoldan nasıl para kazanacağını öğretin. Hele bir çocuklar mesleklerini ellerine alsınlar, biz de emekli olup, başımızı sokacak bir ev alalım, işte o zaman başlayacağız hayatı yaşamaya! Aynı evlerde, ayrı dünyalarda yalnız, mutsuz, heyecansız, coşkusuz, yorgun yürekler olarak yaşamaya devam.
Şimdi yeniden soralım aynı soruları? Sürdürmekte olduğunuz yaşam ne denli size ait? Yaşamınızın yönetimi gerçekten sizin ellerinizde mi? Ruhunuz ne denli özgür ya da tutsak?
Einstein ''Beyninizin var olan öğretiler tarafından ele geçirilmesine asla izin vermeyin." Derken, Erich Fromm “ Direnme gücü, dünya “EVET” sözcüğünü duymak istediğinde
“HAYIR” diyebilme yeteneğidir. “ sözleriyle dile getirmiş bize dayatılanlar yerine kendi seçimlerimizi yapmamız gerektiğini.
Hayır, amacım tüm kuralları yıkmak, sizi toplu olarak isyana sürüklemek değil. Önemli olan dengeyi sağlamak. Topluma, ailemize, çevremize, egomuza gösterdiğimiz anlayışı, özeni, ruhumuza da göstermeyi unutmayalım. Hayatımızın tüm iplerini, başkalarının ellerinde tutmalarına izin vermemek. Hayatın içinde kendimiz olarak yer alabilmek ve zihinsel gelişimimiz kadar ruhsal gelişimimize de önem vermek.
Bırakalım içimizdeki çocuk seksen yaşında da uçurtma uçurmaya, ip atlamaya, sonsuza dek yaşayacakmışçasına hayallerinin peşinden koşmaya devam etsin. Evlilik ciddi sorumlulukların altında ezileceğimiz, bir süre sonra tek dizeliğe dönüşen, sıkıcı bir kurum olmak yerine, birlikte sabahlara dek sohbet etmekten hoşlanacağımız , bedenimizden önce ruhumuzu nasıl okşayacağını bilen biriyle, hayatı birlikte keşfetmeye çalışacağımız, coşkulu, heyecanlı bir oyuna dönüşsün. İşimiz ise, eğlencemiz, dinlencemiz olsun aynı zamanda.
Ruhumuzun tutsak olduğu yerde bedenimizin özgür olması bize özlemini duyduğumuz huzuru asla sağlayamaz.
Karnımızı doyurma telaşıyla bir yaşamı geçirirken, ruhumuzu doyurmayı unutmamamız gerektiğini sık sık birbirimize anımsatalım. Tutalım omuzlarımızdan ve bugün benim yaptığım gibi sarsalım birbirimizi “Hey, hayatına sahip çık, çalmasınlar!”