Ingmar Bergman anlatıyor: Ingrid'in ölümü üzerine
“Biliyor musunuz, gerçekten Ingrid’in hâlâ burada olduğunu hissediyorum. Onunla hiç kesilmeyen bir iletişimimiz vardı.
Tamamen gitmemişti, hâlâ yakınımdaydı.
Ama sonra, yaşam ve ölümün, varlık ve yokluğun özellikleri şiddetle çarpıştı. Şunu anladım: “Yani Ingrid’i bir daha asla göremeyeceğim.””
"burada, bizler zengin bir zemine demir atıyoruz. enerji sarhoşu hayaletler olarak bizler, mızrakla masum teni kazıyoruz.
sağanak bir bedduayız, tropikal bir bolluk...
ve baş döndürücü bir bitki örtüsüyüz.
kauçuk ve yağmur bizim tenimiz.
kanıyor ve yanıyoruz.
susuyoruz.
kanımız dinç.
size söylüyorum, başlangıç yok.
ve ürpermiyoruz.
duygusal değiliz.
öfkeli bir rüzgarız, bulutların ve duacıların kirli çamaşırlarını parçalıyoruz, afetin, ateşin ve bozuşmanın merasimini hazırlıyoruz.
yakarışa son vereceğiz ve gözyaşlarını bir kıtadan diğerine yayılan sirenlerle değiştireceğiz. yoğun zevkin pavyonlarını ve dullarını da zehrin üzüntüsüyle.
yarı gölgeyi yalayıp, bal ve dışkıyla dolu ağıza dolmak için...
gittiğim her yere umutsuzluğu yayıyorum ve cennetten cehenneme elimi savuruyorum. gözlerimi de cehennemden cennete.
biri kahraman veya aptal olarak ölür, ikisi de aynı şeydir. fani olmayan tek kelime, "ölüm" kelimesidir. muhtemelen hayattan keyif alıyorsunuz, ancak kötü huylarınız da var. neye düşkün olmanız gerektiği öğretisine çok düşkünsünüz. mezarlıklar, melankoli, trajik sevgili, venedik gondolları...
ay'a karşı bağırıyorsunuz.
bu kadar korkak olmasaydınız, kibirli düşüncelerin ve maruz kaldığınız mevcut olmayan tecritlerin altında ezilmeseydiniz, işaretçi gibi giyinip kuşanmasaydınız, bizlerin yaptığı gibi, katliam oyununa karşı "doğru" durabilirdiniz. daha fazla inançsızlıktan oldukça korkuyorsunuz. birinin bir şeye bağlı kalmadan da mutlu olabileceğini anlamıyorsunuz.
her şeyi görüyoruz.
hiçbir şeyi sevmiyoruz.
ben sistemlere karşıyım.
prensipte en kabul edilebilir sistem, hiçbirini kabul etmemektir.
mantığın ortadan kalkması, dada.
hafızanın ortadan kalkması, dada.
arkeolojinin ortadan kalkması, dada.
geleceğin ortadan kalkması, dada.
dada hâlâ boktan, ancak şu andan itibaren, şu andan itibaren
Bağımsız ve özgür yaşama ülküsüyle, demokratik bir Cumhuriyet’e sahip olmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusça gösterilen çabaların en önemli dönüm noktalarından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 102. yıldönümündeyiz.
Ulu Önder Atatürk’ün barışın, sevginin ve umudun temsilcileri, aydınlık geleceğimizin güvencesi çocuklarımıza armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı tüm ulusumuza kutlu olsun.
#23Nisan, #23NisanUlusalEgemenlikveÇocukBayramı, #ÇocukBayramı, #MustafaKemalAtatürk, #23Nisan1920, #Atatürk, #MustafaKemal
“(...) Zaten aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu boş kubbede bir hoş seda olarak kalır. Bir zaman sonra da unutulur gider. Olsa olsa eski program dergilerinde soluk birer hayal olur kalırız. Görorum hepiniz gardroba koşmaya hazırlanorsunuz. Birazdan teatro bomboş kalacak. Ama teatro işte o zaman yaşamaya başlar. Çünkü satenik’in bir şarkısı şu perdelerden birine takılı kalmıştır.
Benim bir tiradım şu pervaza sinmiştir. Hıranuş’la Virjinya’nın bir diyalogu eski kostümlerin birinin yırtığına sığınmıştır.
İşte bu hatıralar, o sessizlikte saklandıkları yerden çıkar, bir fısıltı halinde yine sahneye dökülürler. Artık kendimiz yoğuz.
Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz, fısıldaşır dururlar sabaha kadar.
Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perde.”
(Sersem Kocanın Kurnaz Karısı
#HaldunTaner)
#27Mart, #27MartDunyaTiyatroGunu, #27MartDunyaTiyatrolarGunu, #MünirÖzkul
“Gece, uyku zamanı olduğu gibi, düş görme zamanıdır da. Gördüklerimizi, işittiklerimizi, kokladıklarımızı ve düşündüklerimizi sınırlayan diller, formlar, davranış biçimleri ve algısal paradigmalar, kendine özgü bir biçimi ve dili olan düşlerin yapısına aykırıdır. Düşlerde renkler, görüntüler, insanlar, duygular ve düşünceler özgürce birbirine karışır ve benzersiz bileşimler yaratırlar. Öylesine özgürdür ki düşler, onları söze dökmekte güçlük çekeriz - insan zihnini gün boyunca biçimlendiren o katı yapılar düşlerimizi dillendirmeye yetmez, hatta engel olur.
Uyuyamayan, uykusuzluk hastalığı çeken kişiler, karanlığın getirdiği sınırsız özgürlük ve gerçeklikle baş edemeyen kişilerdir aynı zamanda. Bu insanlar, gün boyunca, her şeyi izlemekle oyalanırlar. Oysa gece artık izlenecek bir şey yoktur. Sadece, yaşamın o belirgin sesi duyulur içten içe. Gündüzden soyutlanıp, kurtulmuş olan anlamsızlık, artık saklı değildir. Hayatta olma bilinci kendini daha güçlü bir şekilde hissettirir geceleri, ölümün varlığı da öyle. “Yaşamın anlamı” gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur.”
#GündüzVassaf, Cehenneme Övgü
1970 yılının Haziran ayında yönetmen #FerryRadax, ekibiyle birlikte Hamburg'da gerekli tüm teçhizatı kuruyor ve edebiyat dünyasının en uyumsuz ve kendine özgü karakterlerinden biri olan #ThomasBernhard ile (bazen çok ilginç kadrajlar da kullanarak) bir röportaj gerçekleştiriyor.
Drei Tage (Üç Gün) adlı bu yapımda, #Bernhard, çocukluk anılarından bahsediyor, yazmanın zorluğu üzerinde duruyor, kitaplarında olduğu gibi insanın en ücra köşelerine sinmiş duyguları deşiyor: https://www.imdb.com/title/tt3043136/
Yaklaşık 55 dakika olan belgesel-röportajdan kesilen bu iki dakikalık kısımda ise yalnızlık üzerine konuşuyor Bernhard:
"İnsan sadece kendi başına gelişebilir. Kendi içinden çıkamadığı bilinciyle insan daima yalnızdır. Geri kalan her şey bir sanrıdır, şüphelidir. Asla değişmez bu. Okul yıllarında tamamen yalnızsınızdır. Sıra arkadaşınız vardır ve yalnızsınızdır. İnsanlarla konuşursunuz, yalnızsınızdır. Fikirleriniz vardır, gariptir, size aittir, her zaman yalnızsınızdır. Ve bir kitap yazdığınızda, veya benim gibi kitaplar yazdığınızda çok daha yalnızsınızdır. Kendini anlaşılır kılmak imkansızdır. Tek başınalıktan, yalnızlıktan çok daha yoğun bir yalnızlık, bir soyutlama doğar. Nihayetinde, yer değiştirirsiniz. Daha çabuk başka yere gidersiniz, daha büyük şehirlere kaçarsınız. Küçük şehirler size yeterli gelmez. Viyana yeterli değildir, Londra yeterli değildir. Dünyanın başka yerlerine gitmelisinizdir. Yabancı dillerin konuşulduğu bir yerlere gidip gelmeye çalışırsınız. Belki de Brüksel'dir orası, ya da Roma'dır. Bu yüzden, nereye giderseniz gidin daima yalnızsınızdır, kendinizle bir başınasınızdır. Gittikçe berbatlaşan işlerinizle yalnızsındır."
Çeviri: Ümidi Gurbanov
Blog: https://suigeneris.substack.com
Patreon: https://patreon.com/umidgurbanov
“1989, sizlere, her şeyin, her şeyin en güzelini getirsin. 1989. Evet, hoş geldin 1989. Neşelerinde varız, kederlerinde yokuz, saygılarım sonsuz.”
Tezer Özlü’nün Almanca kaleme aldığı “Auf dem Spur eines Selbsmords” (Bir intiharın izinde) adıyla 1983 Marburg Yazın Ödülü’nü alan metinlerden "Bırakılmışlığın Tadı" bölümünü yazıya aktardım.
Şuradan okuyabilirsiniz: bit.ly/mag16905
#TezerÖzlü, #YaşamınUcunaYolculuk, #tabutmag