Doğubayazıt Haber Merkezi

Doğubayazıt Haber Merkezi Tarafsız Gerçek Güçlünün yanında olmayan Haklının yanında duran Bir habercilik anlayışı

Metrobüs kazasında vefat eden hemşehrimize Allahtan rahmet tüm aileye ve sevenlerine sabırlar diliyoruz.
30/08/2024

Metrobüs kazasında vefat eden hemşehrimize Allahtan rahmet tüm aileye ve sevenlerine sabırlar diliyoruz.

Ağrı Dağı'nda büyüleyici gün doğumu göz kamaştırıyorAğrı Dağı, doğal güzellikleri ve etkileyici manzarasıyla bilinen Tür...
09/12/2023

Ağrı Dağı'nda büyüleyici gün doğumu göz kamaştırıyor
Ağrı Dağı, doğal güzellikleri ve etkileyici manzarasıyla bilinen Türkiye'nin en yüksek zirvelerinden biridir. Bu sabah, dağın zirvesinde gerçekleşen muazzam gün doğumu, ziyaretçileri adeta büyüledi.

Günün ilk ışıklarıyla birlikte Ağrı Dağı'nın zirvesi, muhteşem renk paletiyle aydınlandı. Yüksek dağ zirvesindeki buzullar ve etkileyici manzara, gökyüzünün pembeye dönüştüğü anlarda doğaseverleri adeta hipnotize etti.

Sabahın erken saatlerinde zirveye tırmanan doğa tutkunları, bu olağanüstü anı fotoğraflayarak ölümsüzleştirdi. Ağrı Dağı'nın zirvesinden doğan güneş, çevresindeki dağ köylerini aydınlatarak, bölgenin doğal güzelliklerini bir kez daha ortaya çıkardı.

Ağrı Dağı Milli Parkı yetkilileri, ziyaretçilere dağın zirvesinde güneşin doğuşunu deneyimlemelerini öneriyor. Bu benzersiz deneyim, sadece doğal güzellikleriyle değil aynı zamanda kültürel ve tarihi zenginlikleriyle de ünlü olan Ağrı Dağı bölgesini keşfetmek isteyenler için unutulmaz bir anı olabilir.

Ağrı Dağı'nda gün doğumu deneyimi, her mevsimde farklı bir büyü ve güzellik sunuyor. Bölgedeki yerel turizm gelişmeleriyle birlikte, Ağrı Dağı'nın doğa turizmi potansiyeli her geçen gün artıyor.

Doğa severler ve fotoğraf tutkunları, Ağrı Dağı'nda gün doğumunu izleyerek, bu eşsiz deneyimi yaşamak için bölgeye akın ediyor. Ağrı Dağı, sadece Türkiye'nin değil, dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilere unutulmaz bir doğa şöleni sunmaya devam ediyor.

Yeni Şafak yazari Mustafa Özel,den Ağrı Dağı"ndan uçtum Benim Bildiğim Ağrı Dağı"ndan uçtum Türküsü Rahmetli İsmet Öztür...
16/11/2023

Yeni Şafak yazari Mustafa Özel,den Ağrı Dağı"ndan uçtum

Benim Bildiğim Ağrı Dağı"ndan uçtum Türküsü Rahmetli İsmet Öztürk,e aitir.

Ağrı Dağı"ndan uçtum

Bizi millet yapan şarkılarımız, türkülerimizdir. Etimoloji uzmanı değilim ama şarkının Şark ile, türkünün de Türk ile bir irtibatı olmalı. Aslında sesim güzel değil; bir şarkıyı doğru dürüst mırıldanamam bile. Fakat çocukluğumdan beri ister ağıt veya mevlit, ister şarkı veya türkü olsun, ahenkli sözün insanı nasıl kendinden geçirdiğini bit tecrübe biliyorum. Lise yıllarında radikal (ülkücü veya devrimci) arkadaşlarla aramızdaki fark bile sanıyorum temelde buradan kaynaklanıyordu: Ben siyaseti önemsemekle beraber, bir şiir yazmanın, bir türkü yakmanın veya bir şarkı bestelemenin bir devlet kurmak kadar önemli ve ciddi bir iş olduğuna inanıyordum. İdeolojiler zihinleri tek çizgi halinde birleştiriyor gözükse de, türkülerin kalpleri birbirine ulayan gücünden yoksundular.

İlkokul öğretmenim İsmet Koçkar ile ortaokul öğretmenim İsmail Ersoy özgün birer sanatçı idiler. "Ağrı Dağı''ndan uçtum" İsmail Bey''in derlediği türkülerdendi. Liseden mezun olduktan tam 34 yıl sonra, 24 Naci Gökçe Lisesi mezunu bir araya geldiğimizde, o kadar türkü çığırdık ki sanki aramızı Koçkar ile Ersoy bulmuştu. Hocalarımız Pitti Necati, Ahmet Baba ve Kibar Halil ile beraber sanki Ağrı Dağı''ndan uçmuş, Turgutlu''da bir çimenliğe konmuştuk:

Ağrı dağından uçdum

Çayır çimene düşdüm

Ne belalı başım var

Vefasız yâre düşdüm

Dile kolay, aradan bir asrın tam üçte biri geçmişti. Birbirimizden ayrıldığımızda 17-18 yaşlarındaydık. Demek ki o zamana kadarki ömrümüzü neredeyse üçe katladıktan sonra bir araya gelebilmiştik. Neden bu kadar geç? Bir belaya mı uğramış, vefasız yâre mi düşmüştük? Bu sorunun sosyo-politik analizini yapmaya ne vaktimiz vardı, ne de niyetimiz. Ayrıca Doğan Adım''ın gecenin derinliklerine süzülen sesi hâlâ Mükerrem Kemertaş kadar yanıktı:

Hüma kuşu yükseklerden seslenir

Yâr koynunda bir çift suna beslenir

Sen ağlama kirpiklerin ıslanır

Ben ağlim ki belki gönül uslanır

Rahmi''nin belalısı Yavuz idi. (Hangi Yavuz diyenlere kısaca P değil T. Yavuz deyip geçelim!) Aynı gün aramızdan ayrılan Avni Anıl''a rahmet dileyerek sahne alan Yavuz, Ağrı''dan ağrılı uçuşumuza gönderme yaparak bizi iliklerimize kadar titretti:

Hayâl meyâl düşler gibi

Uçup giden kuşlar gibi

Yosun tutan taşlar gibi

Eski dostlar, eski dostlar

Bir de Atilla Elâ vardı aramızda. Yaşça bizden bir iki yıl önde, fakat gönlünü her gün türkülerle yûduğu için hepimizden genç kalmış bu sanatçı arkadaşımız, bir ara İsmet Koçkar''ın ünlü "Küpkıran Ovalari" türküsünü seslendirdi:

Murat bulandı geçti

Gurban olurum dostlar

O yâr ne dedi geçti

Hopop marali marali

Oğlan dertli kız yarali yarali

Yarali kızlara baktım: Tekgül, Aytül, Altıngül ve Canan. Dertli oğlanlar: İsmail, İbrahim, Resul, Cesim, Cezmi, Yaşar, Çetin, Macit, Mehmet, Zekai, Yusuf, Seracettin, Şemsettin, Halis, Mahmut, Ömer ve ben. Murat Yaver ile Nilgün Mamikoğlu''nu, Rahmi ile Nizamettin''i, Foto Hüseyin ile Ga Mısto''yu gözlerimiz aradı. Umut, Özcan, Seçkin, Filiz, İnayet ve pek tabii İtoğluit Vaho diğer özlediklerimizdi. Arkadaşları eş ve çocuklarıyla beraber mutlu görmek hepimizi sevindirdi. En deli dolu olanlarımızın bile ayakları suya ermişti. En canlı örnek: Hepimize kök söktüren, sınıfımızın ve hatta lisemizin (belki bütün şehrin) en delikanlı kızı olan, soy ismiyle müsemma Canan Er, öyle kazak bir beyle evlenmiş, dolayısıyla öyle bir uslanmış ki, sanki "Allah müstehakını versin!" sözü sırf onun için söylenmiş!..

Necati Hoca kıskanır mı bilmem! Çünkü onun yanında daha iyi bir öğreticiden, bu "zaman" bile olsa, bahsetmek vefasızlıktır. Bugün sadece Türkiye''nin değil, dünyanın en iyi elektronik/bilgisayar profesörlerinden biri olan Çetin Kaya Koç arkadaşımızın da teyit ettiği gibi, Çanakkaleli Necati Ünsal bize evrenin gizli dilini deşifre eder gibi matematik öğretirdi. Öğretmez, bizi kendisiyle beraber beynimizin kıvrımlarında saklı hazinelerin keşfine götürürdü.

Sökeli Halil Güven ise matematikle şiiri kaynaştırırdı. Mavi Kanatlı Kuş başlıklı kitapta yer alan bir şiirinde bizimle beraberliğini yıllar sonra şöyle dile getirecektir:

Öğretmenlik hayatımın başlangıcı.

Ama sanki otuz yıl yaşamış gibi

Ağrılıyım ben.

Ağrı. Güzel Ağrı. Başı dumanlı, karlı Ağrı

Andıkça o anları

Gözlerim dolar, ağlarım gizlice.

Yeni baştan yollara düşmek, düşer fikrime…

Bir de Ahmet Ergenç hocamız vardı aramızda, namı diğer Ahmet Baba. Tuhaf ama ne öğretmeni olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım asıl alanı coğrafya idi. Fakat İngilizce dersimize girdiğini de hatırlıyorum. Bizim için asıl önemi "Boş Dersler Hocası" olmasındaydı. Ağrı''da derslerin en az üçte biri boş geçerdi. Ya öğretmeni henüz gelmemiştir; ya gelmiş ama soğuğa dayanamayıp tüyüvermiştir. Ahmet Baba bu şekilde oluşan bütün boşlukları doldurduğu içindir ki, yüreğimizde büyük bir boşluk açarak oraya yerleşti.

logo

Hepimiz ‘Amalek’iz
YAZARLAR
Ağrı Dağı"ndan uçtum

Mustafa Özel

22/06/2008 Pazar

Bizi millet yapan şarkılarımız, türkülerimizdir. Etimoloji uzmanı değilim ama şarkının Şark ile, türkünün de Türk ile bir irtibatı olmalı. Aslında sesim güzel değil; bir şarkıyı doğru dürüst mırıldanamam bile. Fakat çocukluğumdan beri ister ağıt veya mevlit, ister şarkı veya türkü olsun, ahenkli sözün insanı nasıl kendinden geçirdiğini bittecrübe biliyorum. Lise yıllarında radikal (ülkücü veya devrimci) arkadaşlarla aramızdaki fark bile sanıyorum temelde buradan kaynaklanıyordu: Ben siyaseti önemsemekle beraber, bir şiir yazmanın, bir türkü yakmanın veya bir şarkı bestelemenin bir devlet kurmak kadar önemli ve ciddi bir iş olduğuna inanıyordum. İdeolojiler zihinleri tek çizgi halinde birleştiriyor gözükse de, türkülerin kalpleri birbirine ulayan gücünden yoksundular.

İlkokul öğretmenim İsmet Koçkar ile ortaokul öğretmenim İsmail Ersoy özgün birer sanatçı idiler. "Ağrı Dağı''ndan uçtum" İsmail Bey''in derlediği türkülerdendi. Liseden mezun olduktan tam 34 yıl sonra, 24 Naci Gökçe Lisesi mezunu bir araya geldiğimizde, o kadar türkü çığırdık ki sanki aramızı Koçkar ile Ersoy bulmuştu. Hocalarımız Pitti Necati, Ahmet Baba ve Kibar Halil ile beraber sanki Ağrı Dağı''ndan uçmuş, Turgutlu''da bir çimenliğe konmuştuk:

Ağrı dağından uçdum

Çayır çimene düşdüm

Ne belalı başım var

Vefasız yâre düşdüm

Dile kolay, aradan bir asrın tam üçte biri geçmişti. Birbirimizden ayrıldığımızda 17-18 yaşlarındaydık. Demek ki o zamana kadarki ömrümüzü neredeyse üçe katladıktan sonra bir araya gelebilmiştik. Neden bu kadar geç? Bir belaya mı uğramış, vefasız yâre mi düşmüştük? Bu sorunun sosyo-politik analizini yapmaya ne vaktimiz vardı, ne de niyetimiz. Ayrıca Doğan Adım''ın gecenin derinliklerine süzülen sesi hâlâ Mükerrem Kemertaş kadar yanıktı:

Hüma kuşu yükseklerden seslenir

Yâr koynunda bir çift suna beslenir

Sen ağlama kirpiklerin ıslanır

Ben ağlim ki belki gönül uslanır

Gecenin diğer yıldızı, Doğan ile Rahmi''nin belalısı Yavuz idi. (Hangi Yavuz diyenlere kısaca P değil T. Yavuz deyip geçelim!) Aynı gün aramızdan ayrılan Avni Anıl''a rahmet dileyerek sahne alan Yavuz, Ağrı''dan ağrılı uçuşumuza gönderme yaparak bizi iliklerimize kadar titretti:

Hayâl meyâl düşler gibi

Uçup giden kuşlar gibi

Yosun tutan taşlar gibi

Eski dostlar, eski dostlar

Bir de Atilla Elâ vardı aramızda. Yaşça bizden bir iki yıl önde, fakat gönlünü her gün türkülerle yûduğu için hepimizden genç kalmış bu sanatçı arkadaşımız, bir ara İsmet Koçkar''ın ünlü "Küpkıran Ovalari" türküsünü seslendirdi:

Murada attım teşti

Murat bulandı geçti

Gurban olurum dostlar

O yâr ne dedi geçti

Hopop marali marali

Oğlan dertli kız yarali yarali

Yarali kızlara baktım: Tekgül, Aytül, Altıngül ve Canan. Dertli oğlanlar: İsmail, İbrahim, Resul, Cesim, Cezmi, Yaşar, Çetin, Macit, Mehmet, Zekai, Yusuf, Seracettin, Şemsettin, Halis, Mahmut, Ömer ve ben. Murat Yaver ile Nilgün Mamikoğlu''nu, Rahmi ile Nizamettin''i, Foto Hüseyin ile Ga Mısto''yu gözlerimiz aradı. Umut, Özcan, Seçkin, Filiz, İnayet ve pek tabii İtoğluit Vaho diğer özlediklerimizdi. Arkadaşları eş ve çocuklarıyla beraber mutlu görmek hepimizi sevindirdi. En deli dolu olanlarımızın bile ayakları suya ermişti. En canlı örnek: Hepimize kök söktüren, sınıfımızın ve hatta lisemizin (belki bütün şehrin) en delikanlı kızı olan, soy ismiyle müsemma Canan Er, öyle kazak bir beyle evlenmiş, dolayısıyla öyle bir uslanmış ki, sanki "Allah müstehakını versin!" sözü sırf onun için söylenmiş!..

''Zaman en iyi öğretmendir'' dersem, Necati Hoca kıskanır mı bilmem! Çünkü onun yanında daha iyi bir öğreticiden, bu "zaman" bile olsa, bahsetmek vefasızlıktır. Bugün sadece Türkiye''nin değil, dünyanın en iyi elektronik/bilgisayar profesörlerinden biri olan Çetin Kaya Koç arkadaşımızın da teyit ettiği gibi, Çanakkaleli Necati Ünsal bize evrenin gizli dilini deşifre eder gibi matematik öğretirdi. Öğretmez, bizi kendisiyle beraber beynimizin kıvrımlarında saklı hazinelerin keşfine götürürdü.

Sökeli Halil Güven ise matematikle şiiri kaynaştırırdı. Mavi Kanatlı Kuş başlıklı kitapta yer alan bir şiirinde bizimle beraberliğini yıllar sonra şöyle dile getirecektir:

Öğretmenlik hayatımın başlangıcı.

Hayatımın üç yılı geçti Güzel Ağrı''da!

Ama sanki otuz yıl yaşamış gibi

Ağrılıyım ben.

Ağrı. Güzel Ağrı. Başı dumanlı, karlı Ağrı

Andıkça o anları

Gözlerim dolar, ağlarım gizlice.

Yeni baştan yollara düşmek, düşer fikrime…

Bir de Ahmet Ergenç hocamız vardı aramızda, namı diğer Ahmet Baba. Tuhaf ama ne öğretmeni olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım asıl alanı coğrafya idi. Fakat İngilizce dersimize girdiğini de hatırlıyorum. Bizim için asıl önemi "Boş Dersler Hocası" olmasındaydı. Ağrı''da derslerin en az üçte biri boş geçerdi. Ya öğretmeni henüz gelmemiştir; ya gelmiş ama soğuğa dayanamayıp tüyüvermiştir. Ahmet Baba bu şekilde oluşan bütün boşlukları doldurduğu içindir ki, yüreğimizde büyük bir boşluk açarak oraya yerleşti.

Arkadaşların hepsinin yüzünde hüzünlü bir sevinç vardı. Hüznün kaynağı herhalde gurbette oluşumuzdu. Öylesine dağılmıştık ki, mezunlardan hiçbiri artık Ağrı''da ikamet etmiyordu. İsmail Eraslan, yıllar sonra gittiği Ağrı''da bulamadıklarını şöyle dillendirdi şiirinde:

Kaldırım taşlarından birine döndüm

Bana geçmişi anlat ki artık söndüm

Saygıdan bahset bana, özlediğim hürmetten

Eski büyükleri anlat, çekinirdik görünmekten

Cumhuriyet Caddesi''ni anlat mesela

Esnafın güler yüzlü ticareti var mı hâlâ

Papatya Gıda''ya git de esprilerini dinlet

Çeşit Bakkaliyesi''nin ciddiyetinden söz et

Vitrinlerini anlatadur Galeri Fuat''ın

Seyrederken anlaşılmazdı nasıl geçtiği saatın

Benden kime ne diyenleri anlamak için

Kimene''yi mekân tutan esrikleri seçin

Karanlık sokaklardan Abide''ye yönelsem

Nara atan gençlerin seslerini dinlesem

Leylek Pınar''a dönsem Transit Caddesi''nden

Bir türkü dinlesem İsmet Koçkar''ın sesinden

Bu toplantıyı İbrahim Keskinler ile İsmail Eraslan düzenlediler. İsmail, İbrahim''e dedi: "Bu dağlar bizim olsa / Etrafı üzüm olsa / Yarin uykusu gelmiş / Yastığı dizim olsa / İbo uyan sabahtır / Yüreğimiz yanıktır." İbrahim cevap verdi: "Küpkıran üstü bağlar / Etrafı kavak bağlar / Kırıkköprü altında / Murat''ın suyu çağlar." Türküyü derleyen İsmet Koçkar uzaklardan ses verdi: "Ağrı''nın kışı yaman / Ayazı yaşı yaman / Saman yoktur merekte / Garibin başı yaman." Böylelikle Manisa''nın yolunu tutan 27 Ağrılı, Turgutlu''nun artık ağarmaya yüz tutan gecesinde hep beraber ünlediler: "Gûle uyan sabahtır lo / Yüreğimiz yanıktır."

Bu yürek yangınına belki bir avuç su döküp içlerini serinletir diye 2009 Haziranında Ağrı''da buluşmayı kararlaştırıp ayrıldılar. Son sözü gene İsmet Koçkar söyledi:

Çorabın ağına bak

Destele bağına bak

Dostum beni özlersen

Ağrı''nın dağına bak…

Ağrı'nın efsanesini biliyor muydunuz?Ağrı Dağı Efsanesi, Yaşar Kemal'in 1970 yılında kaleme aldığı romana ismini veren b...
15/11/2023

Ağrı'nın efsanesini biliyor muydunuz?
Ağrı Dağı Efsanesi, Yaşar Kemal'in 1970 yılında kaleme aldığı romana ismini veren bir öyküdür.

Yaşar Kemal, Ağrı Dağı Efsanesi'nde Halk Edebiyatı'ndan geniş ölçüde ilham almıştır. Hikayede at, kutsal meşe ağacı, demirci gibi destansı öğelerin yanı sıra sofi, kervan şeyhi, paşanın kızını vermek için Ahmet'in dağın doruğuna çıkıp ateş yakması gibi hikaye ve masal motifleri de bulunmaktadır. Romanda işlenen efsanenin özeti şu şekildedir:

Ağrı Dağı'nda bulunan ve Küp Gölü olarak adlandırılan göl çevresinde, çobanların her bahar mevsiminde düzenledikleri bir törenle başlar hikaye. Çobanlar, karlar eridikten ve toprak yeşermeye başladıktan sonra bir sabah gün doğmadan Küp Gölü etrafında toplanır. Ağrı Dağı'nın Öfkesi adı verilen nağmeyi çalarlar ve gün batımına kadar bu töreni sürdürürler. Gün batımında küçük beyaz bir kuş gelir, gölün mavi sularına bir kanadını üç kez daldırıp çıkarır. Ardından iri bir atın gölün üstüne düşen gölgesini gözlemlerler. Bu anlatı, romanda birkaç kez daha tekrarlanır. Romanın geri kalan kısmı, bu anlatıya ve törene kaynaklık eden olayları detaylı bir şekilde anlatır.

18. yüzyılda Beyazıt, bir sancak merkezi olarak öne çıkmaktadır. Beyazıt Paşası Mahmut Han, yönetimi elinde tutmaktadır. Mahmut Han'ın kır atı, Gürbulak Açık Pazar Yeri ve Meteor çukurunun karşısında yer alan, şu an İran sınırları içinde bulunan Sorik köyündeki Ahmet'in evinin kapısına gelir.
Ahmet, atın Sofi adındaki yaşlı bir kişi tarafından getirilmesinin sebebini bilmemektedir. Sofi, Ahmet'e atın neden orada olduğunu sorar. Ahmet, atla ilgili herhangi bir bilgiye sahip olmadığını belirtir. Bunun üzerine Ahmet, töreye uyarak atı uzak bir yere bırakır. Ancak her seferinde eve döndüğünde atı Sofi'nin yanında görür. Bu olayı üç kez tekrarlar ve her seferinde aynı sonuca ulaşır. Sofi, atın töreye göre Ahmet'e ait olduğunu ve gerçek sahibinin kim olursa olsun, onun geri alamayacağını söyler. Ahmet, bu gösterişli atı sahiplenir ve "At benim kısmetimdir" der.

Bu sırada Mahmut Han, kaybolan atını aramaktadır. Ancak Ahmet, atını vermeye yanaşmaz. Mahmut Han, çevredeki beyleri toplar ve onlar aracılığıyla atını istemeye karar verir. Ahmet, töreye göre atın kendisine ait olduğunu ve kimseye veremeyeceğini savunur. Mahmut Han, atını almak için Ağrı Dağı'na gider, ancak Sofi'den başka kimseyi bulamaz ve Sofi'yi zindana attırır. Çevredeki beyler, Mahmut Han'a atı, Ahmet'i ve köylüleri bulacaklarına dair söz verirler. Mahmut Han, onlara armağanlar verip gönderir.

Zindanda bulunan Sofi'ye Mahmut Han'ın üç kızından biri olan Gülbahar ilgi gösterir. Sofi, Gülbahar'a kaval çalar ve Ağrı Dağı'nın Öfkesi adı verilen nağmeyi çalar. Mahmut Han, Sofi'ye, at ve Ahmet bulunursa onu zindandan çıkarabileceğini söyler, ancak Sofi bunun mümkün olmadığını belirtir. Milan aşiretinden Musa, Ahmet'i ikna etmek için Hakkari'ye gönderilir. Ahmet ve köylüler geri getirilir, ancak Ahmet ve Musa, kandırılmışlardır ve ikisi de zindana atılır. Gülbahar, zindana gizlice yemek götürmeye devam eder.

Bu sırada Ahmet'i gören Gülbahar, farklı bir ruh haline bürünür. Ahmet'e duygusal bir yakınlık hissetmeye başlar ve bir gece Zindancı Memo'dan izin alarak Ahmet'le görüşür. Ertesi gece Zindancı Memo, istemeye istemeye yine izin verir Gülbahar'a. Mahmut Han, kaybolan atının 40 gün içinde iade edilmesini ister, aksi takdirde zindandaki Sofi, Ahmet ve Musa'nın öldürüleceğini belirtir. Bunun üzerine Gülbahar, atı Ağrı Dağlılardan istemeyi düşünür. Yardım etmesi için konuyu kardeşi Yusuf'a açar. Yusuf, bu fikre şiddetle karşı çıkar, ancak bu konuyu kimseye açmayacağına söz verir. Gülbahar, Sofi'yi de ikna edemez. Demirci Hüso'ya başvurur ve o da Gülbahar'ı Kervan Şeyhi'ne yönlendirir. Kervan Şeyhi, Kervankıran yıldızına bakar ve yıldızın bir tarafının aydınlık, bir tarafının karanlık olduğunu söyler ve derdinin dermanının olduğunu ifade eder.

Ertesi gece Demirci Hüso'nun dükkanının önünde bir at görür Gülbahar. Demirci Hüso gidip Mahmut Han'ın kaybolan atını getirir. O gece Gülbahar ve Ahmet, Zindancı Memo'nun odasında birlikte olurlar. Zindancı Memo kıskançlık içindedir. Gülbahar ve Ahmet, Zindancı Memo'nun odasında uyudukları sırada o, elinde kılıcıyla birkaç kez gelir. Ancak onları öldüremez. Mahmut Han getirilen atın kendisinin olmadığını belirtir. Etrafındaki beylerden biri atın Mahmut Han'a ait olduğunu söyler gibi yapar, ancak Mahmut Han öfkelenir. Beyazıt'a tellal yollar. Tellallar, zindanda bulunan üç kişinin cumartesi günü sabahleyin asılacaklarını bildirir. Demirci Hüso, atı alır ve salar. At, Beyazıt'ta şahlanır ve Ağrı Dağı'na doğru koşar.

Gülbahar, ne yapacağını bilemeyecek kadar çaresiz bir durumdadır. Zindanın olduğu yere gider. Kendinden geçmiş bir halde, "Ahmet öldürülürse ben de kendimi sarayın uçurumundan atarım" der. Zindancı Memo, bunu duyar. Gülbahar, zindandaki üç kişinin serbest bırakılması için Memo'ya yalvarır ve ne isterse yapacağını söyler. Memo, bir tutam saç ve bu gecenin ve kendisinin unutulmamasını isteyerek anlaşmayı yapar. Gülbahar, anlaşmayı kabul eder ve bir tutam saç verir. Memo, zindandaki üç kişiyi serbest bırakır. Güneş doğunca cellatlar zindanın kapısına gelir. Memo, mahkumları salıverdiğini söyler. Cellatlar, onunla çarpışmaya başlar ve bu çarpışma sarayın uçurumuna kadar devam eder. Uçurumun kenarında Memo, kendini aşağı bırakır ve ölür. Elinde bir tutam saç vardır.

Sarayda cereyan eden bu olağanüstü olayları öğrenen Yusuf, büyük bir korku içinde sarsılır. Babasına her şeyi anlatma düşüncesiyle 3 gün boyunca hasta yatar. Bu süre zarfında, Gülbahar'la konuşur ve kaçmayı veya her şeyi babasına anlatmayı teklif eder. Yusuf, babasının İsmail Ağa'ya gelip ona yalvarmazlarsa ikisinin de gözlerinin oyulacağını söylediğini duymuştur. Yusuf, olan biteni babasına detaylı bir şekilde anlatır. Gülbahar hapsedilir, kuyuya kapatılır ve başına iki nöbetçi konur.

Bu haber kısa sürede çevre illerde duyulur. Çevre köylerden insanlar saraya akın eder, kafileler halinde gelirler. Mahmut Han, bu büyük kalabalıktan korkar ve Gülbahar'ı onlara vermeye zorlanır. Ahmet ve Gülbahar, Kervan Şeyhi'ne götürülür. Şeyh, onları Hoşap Kalesi'nin beyine yönlendirir ve yanlarına halifesi Ibrahimi de eklenir. Hoşap Kalesi'nin Beyi, Ahmet ve Gülbahar'a sahip çıkar. Ancak Molla Muhammet adlı birini Mahmut Han'a gönderir. Ancak gelen haberler pek iç açıcı değildir. Mahmut Han, genç çifti geri istemektedir, ancak Hoşap Kalesi'nin Beyi, onları vermeye yanaşmaz.

Ahmet ile birlikte ava çıkarlar. Mahmut Han aynı zamanda bir Osmanlı paşasıdır ve çevresindeki bazı beyleri Hoşap Kalesi'ne gönderir. Ancak onlar da elleri boş geri döner. Mahmut Han'ın talepleri karşılık bulmaz.

Mahmut Han, Erzurum'daki Rüstem Paşa'ya mektup yazarak yardım ister, ancak Rüstem Paşa, kızını Ahmet'e vermesi gerektiğini belirterek alaycı bir mektup gönderir. Hoşap Kalesi'nin Beyi, Mahmut Han'a Molla Muhammet'i tekrar gönderir ve Bey'in ne yapılması gerekiyorsa yapmaya hazır olduğunu bildirir. Mahmut Han tedirgin bir halde, çevredeki halkın saraya saldırmasından ve Osmanlı'nın gözünden düşmekten endişe duyar. Sonunda, kızını bir şartla verme konusunu kabul eder: Ahmet'in Ağrı Dağı'nın tepesine çıkarak büyük bir ateş yakması gerekmektedir. Ahmet, bu şartı kabul eder.

Her geçen dakika daha fazla insan olayı görmek amacıyla gelir ve Mahmut Han ile İsmail Ağa daha fazla gerilim içine girer. Bu gerilim, Ahmet'in zirveye çıkamaması durumunda kızı verme kararı almasına yol açar. Sonunda Ahmet, ateşi yakar. Gelir, kızını alır ve ayrılır, ancak ona dokunmaz. Kız, nedenini sorar. Ahmet, onu nasıl kurtardığını sorar. Gülbahar, hikayeyi anlatır. Ahmet ayrılır ve onu takip eder. Ancak Gülbahar, onu Küp Gölü olarak bilinen gölde kaybeder.

Efsanenin sonunda, çobanların her yıl bahar ayında gerçekleştirdikleri törensel uygulamanın ayrıntıları tamamlanır.

O günden beri, Küp Gölü'nün kıyısından geçenler, göl kıyısında oturan, kara, ışıl ışıl ve uzun saçlarını sırtına sermiş, başını iki ellerinin arasına alarak gözlerini derin mavi suya diken Gülbahar'ı gördüklerinde hayret içinde kalırlar. Arada sırada Ahmet, gölün sularında belirir ve Gülbahar'ın gözlerine görünür. Gülbahar kollarını açar, Ahmet'e doğru yürür ve "Ahmet, Ahmet!" diye bağırır. O'nun sesi bütün dağlarda yankılanır. "Ahmet, Ahmet! Eğer sen de benim yerimde olsaydın, aynı şeyi yapardın. Yeter artık, gel Ahmet. Ahmet!" Göl kaynar, Ahmet silinir, Gülbahar silinir ve küçük bir beyaz kuş, kanadını suyun derin mavisine batırır. Ve ardından bir atın siyah gölgesi gölün üstünden geçip gider.

Ağrı ile hangi il ikizdir? İşte Ağrınin ikiz şehriYapay zeka ile her şeyi yapabildiğimiz son zamanlarda, Türk kullanıcıl...
13/11/2023

Ağrı ile hangi il ikizdir?

İşte Ağrınin ikiz şehri

Yapay zeka ile her şeyi yapabildiğimiz son zamanlarda, Türk kullanıcılar tarafından tespit soruları sorulmaya devam ediliyor. Son olarak ikiz şehirleri arayan kullanıcı sonuçları sosyal medyada paylaşarak gündem yarattı. En çok konuşulan da Ağrı oldu. İşte Ağrı’nın ikiz şehri…

Yapay zekaya göre Ağrı'ya Türkiye'de ikiz şehir olarak Van kabul edilir. Bu iki şehir hem coğrafi konumları hem de tarihi ve kültürel özellikleri açısından birbirine çok benzeyen iki il

Ağrı ile hangi il ikizdir? İşte Ağrı ikiz şehri
Yapay zeka ile her şeyi yapabildiğimiz son zamanlarda, Türk kullanıcılar tarafından tespit soruları sorulmaya devam ediliyor. Son olarak ikiz şehirleri arayan kullanıcı sonuçları sosyal medyada paylaşarak gündem yarattı. En çok konuşulan da Ağrı oldu. İşte Ağrı’nın ikiz şehri…

Ağrı ile hangi il ikizdir? İşte Ağrı ikiz şehri
Yapay zekaya göre Ağrı'ya Türkiye'de ikiz şehir olarak Van kabul edilir. Bu iki şehir hem coğrafi konumları hem de tarihi ve kültürel özellikleri açısından birbirine çok benzer.

Ağrı ve Van, Doğu Anadolu Bölgesi'nde yer alan iki ildir. İki şehir de Doğu Anadolu Dağları’nda yer alır. Bu nedenle, iki şehir de benzer bir iklime ve coğrafi özelliklere sahiptir. Ağrı ve Van, tarih boyunca önemli birer kültür merkezi olmuştur. İki şehirde de zengin bir halk kültürü vardır.

Ağrı henüz 1927 yılından bu yana il olduğu için kendine has özellikleri yeni oluşmaya başlamıştır. 1927 yılı öncesinde ise daha önce bağlı olduğu ilin özelliklerini taşır, yani Van’ın. Evet 1927 senesinden önce Ağrı Van’ın bir ilçesi konumundaydı. Ardından çıkan yasalar beraberinde il olmaya hak kazandı. Bu nedenle iki şehrin ikiz seçilmesi çok mantıklı.

Yapay zeka bu sefer de doğru bir tahminde bulunmuş ne dersiniz?

13/11/2023

Geçmiş olsun Doğubayazıt
TURKIYE-IRAN SINIR BOLGESI maps.google.com/maps?q=39.4422…
13.11.2023, 17:58:05 TSİ
Büyüklük: 4.4
Derinlik: 5.0 km

Nuh'un Gemisi'ne ait olduğuna inanılan kalıntılar 5500-3000 yıl öncesine dayanıyorDoğubayazıt ilçesinde, Nuh'un Gemisi k...
02/11/2023

Nuh'un Gemisi'ne ait olduğuna inanılan kalıntılar 5500-3000 yıl öncesine dayanıyor
Doğubayazıt ilçesinde, Nuh'un Gemisi kalıntılarının olduğuna inanılan alandan alınan kaya ve toprak numunelerinin ilk sonuçları çıktı. Sonuçlara göre, bölgede milattan önce 5500 ve 3000 yılları arasındaki dönemden itibaren insan faaliyetlerinin olduğu belirlendi.

Doğu Anadolu Bölgesi'nin haritasını çizmek için Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) ait uçakla bölgede uçuş yapan harita mühendisi Yüzbaşı İlhan Durupınar'ın 11 Eylül 1959'da Doğubayazıt ilçesinin Telçeker ve Üzengili köyleri arasındaki arazide keşfettiği, Nuh'un Gemisi'ne ait olduğu iddia edilen kalıntılar, yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Her geçen yıl artan toprak kayması tehdidinde olan kalıntıda, dev yarıklar oluştu. Toprak kayması nedeniyle yapısında bozulmalar oluşan kalıntıda bilimsel araştırmalar için AİÇÜ ile İTÜ arasında yapılan iş birliğiyle 'Ağrı Dağı ve Nuh'un Gemisi Araştırma Ekibi' kuruldu.

Akademik iş birliği protokolü kapsamında oluşturulan ekip, geçen yıl aralık ayında bölgede ilk çalışmasını yaptı. Aralarında jeofizik, kimya, jeoarkeoloji araştırmalarında uzman akademisyenlerin bulunduğu grup, bölgedeki incelemelerinde toprak ve kaya parçalarından oluşan çok sayıda numune topladı. Kalıntılardan alınan numuneler incelenmek üzere İTÜ laboratuvarlarına gönderildi.

NUMUNELER YAŞLANDIRILDI
Özel izinler alınarak toplanan 30'a yakın kaya ve toprak numuneleri, İTÜ laboratuvarlarında incelemeye alındı. Yaklaşık 1 yıl süren çalışmanın ardından alınan numeneler yaşlandırıldı. Laboratuvarlardan çıkan ilk sonuçlara göre bölgeden alınan numunelerin killi malzemeler, deniz malzemeleri ve deniz ürünleri oldukları belirlendi.

Laboratuvar sonuçlarıyla ilgili değerlendirmede bulunan AİÇÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Faruk Kaya, incelenen örneklerin, yaşlandırma çalışmasında 3500 ile 5000 yıl öncesine ait olduklarının belirlendiğini belirterek, şunları söyledi:

"2022 yılında İstabul Teknik Üniversitesi ile gerçekleştirmiş olduğumuz proje kapsamında Telçeker-Üzengili köyleri arasında yer alan Nuhun Gemisi kalıntısı olduğunu inanılan alanla ilgili devam eden laboratuvar çalışmalarının sonuçları kısmen belli oldu. Uzun soluklu bir çalışma olduğundan dolayı laboratuvar çalışmaları henüz tamamlandı. Ancak buradan yapılan çalışmalardan elde edilen ilk tespitlere göre bölgede Kalkolitik dönemden beri yani milattan önce 5500 ve 3000 yılları arasındaki dönemden itibaren insan faaliyetlerinin olduğu düşünülmektedir. Hazreti Nuh'un tufan hadisesinin de günümüzden 5 bin yıl öncesine gittiği bilinmektedir. Tarihlendirme anlamında bu bölgede de yaşantının olduğu ifade edilmektedir. Bu laboratuvar sonuçlarında ortaya çıktı. Tarihlendirmeyle birlikte geminin burada olduğunu söylemek mümkün değil. Bunun ortaya çıkabilmesi için uzun süreli çalışmamız gerekiyor. Bundan sonraki dönemde İTÜ, Andrew Üniversitesi AİÇÜ öncülüğünde ortak çalışma yapma konusunda mutabakata vardık. İleriki süreçte 3 üniversite bir araya gelip, yeni komisyonlar oluşturarak bu alanda çalışmalarını sürdürecek."

AĞRI VE CUDİ'DE ARAŞTIRMA
Bu arada AİÇÜ ile İTÜ'nün ortaklığında düzenlenen 7'nci Uluslararası Ağrı Dağı ve Nuh'un Gemisi Sempozyumu'nda da konunun ele alındığını ifade eden Prof. Dr. Kaya, "Sempozyum bir önemli noktası da Mezopotamya bölgesi olarak bildiğimiz, Kur'an-ı Kerim ve Kitabı Mukaddes'te geçen Cudi ve Ararat'ta birlikte araştırma yapılmasıyla daha etkili sonuç alınabileceği kararına vardık. Bundan böyle hem Cudi hem de Ağrı Dağı'nda çalışmaları yoğunlaştırarak devam ettireceğiz" dedi.

09/09/2023

Geçmiş olsun Doğubayazıt Allah beterinden saklasın

Saat 21:54’te Doğubayazıt, Barındı (Tapyan) merkezli 3.4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Depremin yer yüzeyine çok yakın (1.4 km) olması sebebiyle bir bir çok kişi tarafından hissedildi. Geçmiş olsun!

01/09/2023

Memleketin her ilinde üniversiteler açıldı; özellerini de işin içine katarsak karşımızda çıkmaz sokak var…

Hayal satılan, hayalleri yıkılanların olduğu bir ülkeye döndük.

Fakültelerden mezun olanların kendi meslekleriyle ilgili iş bulamadığı bu zamanda, zincir marketlerde kasiyerlik yapanların sayısında hızlı bir artış yaşıyoruz.

Bir başka üzücü, kahreden gelişme ise, gençlerin yurtdışına gitmek için yasal, kaçak yolları denemeleri.

Örneğin, Yıldırım’ın o meşhur semti Yavuzselim’den son 2 ayda 80 kişi, Fransa’ya yasal yollardan gitmiş.

Millet Mahallesi’nden de 15 kişi.

Emek Mahallesi’nde ise bilinen 30 genç Almanya’ya tüymüş.

Fransa, Almanya ve Belçika gibi ülkelerde şirket kuran birileri, 6 bin Euro karşılığında yasal yollardan 6 ay veya 1 yıllık işçi vizeleriyle vatandaşların hayallerini gerçekleştiriyorlarmış.

Mesela, Fransa’da inşaatlarda çalıştırılan, yatacak yer ayarlanan gençler, 1900 ile 2200 Euro maaşla çalışıyorlarmış. Birlikte yemek yiyen, amaçları birikim yapmak olan bu insanlar 26 günde bin 500 Euro’yu hesaplarında görmenin sevincini, mutluluğunu yaşıyorlarmış.

Hemşerileri farklı ülkelere giden, kaçan iş takipçisi bazı dernek yöneticileri ise, işlerinin yoğunluğundan olsa gerek, böyle acayiplikleri fark edememeleri; gözlerini yummaya, kulaklarını tıkamaya devam ediyorlar!

Bursa’daki doğu ve güneydoğu derneklerinin yöneticiliğini yapan iş insanlarından, memleketlerine yatırım yapmak için tersine göçü gündeme getirenini duyanınız, bileniniz var mı?

Tek bildikleri şey, siyasi partilere hemşerilerinin vekil, belediye başkan, meclis üyesi adayı olmaları için baskı yapmak!

Bir ay çalışıp 11 bin 400 TL alan, 7 bin 500 lira ile ayın sonunu getiremeyip, tefeci bankalara borçlanan emekli ve işçiler, diğer yanda 3 bin kilometre uzaklıktaki Afganistan’dan Türkiye’ye insan kaçakçılarının yardımıyla gelen Afgan gençleri, ailelerine para gönderebilmek için çiftliklerde sigortasız, asgari ücret karşılığında köle gibi çalışıyorlar.

Cennet ülkemizde, cinnet geçirenlerin sayısı hızla artarken, Gabar’da bulunan petrolün otomobillerin depolarına koyup çalıştıracak kadar kaliteli olduğunu söyleyen, Sedat Peker’in iddialarına hala cevap veremeyen, Süleyman Demirel siyasetinin kıymetlisi, pudra şekerci müptezellerle boy boy fotoğrafları ortaya çıkan Soylu’yui göreniniz, bileniniz var mı?

***

Meslektaşım olan, Anadolu Ajansı’nda uğradığı mobbing ve kumpaslara karşı mücadele eden, çadır kurarak sesini duyurmaya çalışan Selahattin Kacuru, sadece 2 yıl içinde Ağrı nüfusuna kayıtlı 30 bin kişinin Meksika üzerinden ABD’ye gittiğini söyledi.

Kürt kökenli yurttaşlara karşı uyguladıkları ırkçılıkla öne çıkan Karadeniz bölgesinde yaşayanlar, topraklarını Kuveyt, Katar, Suudi Arabistan’dan gelenlere satmaktan mutluluk duymaları, bu ülkedeki riyakarlığı ve dalkavukluğu gözler önüne seriyor!

Başka bir hatırlatma yapayım, 2019 ile 2021 yılları arasında Amerika’ya kaçak yollardan giden Türk vatandaşlarından yüzde 25’i geri gönderilmiş. 2021’den sonra gidenlerde bu sayı yüzde 1’e düşmüş. Bunun en büyük sebebi ise ABD’de yaşlanan nüfus.

Eğer önlem alınmaz, Türkiye’de tarım başta olmak üzere üretim artmaz, gelir düzeyi yükselmez ise, bizleri korkunç bir felaketin beklediğini, geldiğini görüyorum.

Dünyanın en önemli ajanslarına haber geçmeye devam eden Selahattin Kacuru, Ağrı’nın 2022 verilerine göre nüfusu 510 bin iken, 2023’te bu rakam yüzde 14 gerilemiş.

İşsizlik öyle fena hale gelmiş ki, 500 metre uzunluğundaki bir caddede bulunan sağlı sollu kıraathanelerde boş masa ve sandalye bulunmuyormuş.

Bursa’nın 4 dağ ilçesindeki insanlar doğdukları topraklarda geçinemedikleri için şehre inip, köyleri insansızlaşırken sesi soluğu çıkmayan Bursa Düşünce Kulübü’nün Ağrı kökenli başkanı ve kerameti kendilerinde saklı yöneticileri, Türkiye Düşünce Kulübü’ne geçiş yapınca Ağrı’daki, Karadeniz’deki sefillikle, rezillikle ilgili ne düşünürler, neyi dillendirirler, doğrusu merak ediyorum?

Bir başka acı olan mevzu ise, Ağrı’dan Amerika’ya gitmek isteyen gençlerin çoğunluğu, tefecilerden borç alarak bu kadim toprakları terk etmiş olmaları. Bazıları inek satmış, annesinin kolundaki bilezikleri almış.

Tarım ve Orman Bakanlığı, ektiğinden, yetiştirdiğinden para kazanamadığı için tarlarını nadasa bırakan çiftçinin toprağını kiralamak için çalışmalarına hız verdiğini görüyoruz. Ne kadar enteresan, girdi maliyetlerini düşürmek için kafa yoramayan, beceremeyen bakanlık, saçma sapan işlerle meşgul oluyor. Neymiş efendim dünya bizi kıskanıyormuş. Konya büyüklüğündeki Hollanda, geçtiğimiz yıl sadece tarımdan elde ettiği ihracat geliri 122 milyar dolar. Ülkemizin toplam ihracat geliri aynı yılda 254 milyar dolar. Şimdi kim kimi kıskanıyor Kamil?

Acılarla yoğrulmuş, anası ağlamaktan gözleri kanayan yurdumuzun farklı şehirlerinden ABD, Kanada, Almanya, Finlandiya, Belçika, İngiltere, Fransa, İsviçre gibi ülkelere kaçış, gidiş sürüyor.

Allah bizim sonumuzu hayretsin diyeceğim ama…

Yaratıcımız bize akıl vermiş, sonrasında liyakatli davranmayı, şımarmamayı Hz. Peygamber aracılığı ile de öğütlemeye devam ediyor.

Ancak,

Ne anlayan var ne uyanan!

Address

Ağrı
04400

Telephone

+905362556790

Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Doğubayazıt Haber Merkezi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Doğubayazıt Haber Merkezi:

Share

Nearby media companies


Other Media/News Companies in Ağrı

Show All