16/11/2023
Yeni Şafak yazari Mustafa Özel,den Ağrı Dağı"ndan uçtum
Benim Bildiğim Ağrı Dağı"ndan uçtum Türküsü Rahmetli İsmet Öztürk,e aitir.
Ağrı Dağı"ndan uçtum
Bizi millet yapan şarkılarımız, türkülerimizdir. Etimoloji uzmanı değilim ama şarkının Şark ile, türkünün de Türk ile bir irtibatı olmalı. Aslında sesim güzel değil; bir şarkıyı doğru dürüst mırıldanamam bile. Fakat çocukluğumdan beri ister ağıt veya mevlit, ister şarkı veya türkü olsun, ahenkli sözün insanı nasıl kendinden geçirdiğini bit tecrübe biliyorum. Lise yıllarında radikal (ülkücü veya devrimci) arkadaşlarla aramızdaki fark bile sanıyorum temelde buradan kaynaklanıyordu: Ben siyaseti önemsemekle beraber, bir şiir yazmanın, bir türkü yakmanın veya bir şarkı bestelemenin bir devlet kurmak kadar önemli ve ciddi bir iş olduğuna inanıyordum. İdeolojiler zihinleri tek çizgi halinde birleştiriyor gözükse de, türkülerin kalpleri birbirine ulayan gücünden yoksundular.
İlkokul öğretmenim İsmet Koçkar ile ortaokul öğretmenim İsmail Ersoy özgün birer sanatçı idiler. "Ağrı Dağı''ndan uçtum" İsmail Bey''in derlediği türkülerdendi. Liseden mezun olduktan tam 34 yıl sonra, 24 Naci Gökçe Lisesi mezunu bir araya geldiğimizde, o kadar türkü çığırdık ki sanki aramızı Koçkar ile Ersoy bulmuştu. Hocalarımız Pitti Necati, Ahmet Baba ve Kibar Halil ile beraber sanki Ağrı Dağı''ndan uçmuş, Turgutlu''da bir çimenliğe konmuştuk:
Ağrı dağından uçdum
Çayır çimene düşdüm
Ne belalı başım var
Vefasız yâre düşdüm
Dile kolay, aradan bir asrın tam üçte biri geçmişti. Birbirimizden ayrıldığımızda 17-18 yaşlarındaydık. Demek ki o zamana kadarki ömrümüzü neredeyse üçe katladıktan sonra bir araya gelebilmiştik. Neden bu kadar geç? Bir belaya mı uğramış, vefasız yâre mi düşmüştük? Bu sorunun sosyo-politik analizini yapmaya ne vaktimiz vardı, ne de niyetimiz. Ayrıca Doğan Adım''ın gecenin derinliklerine süzülen sesi hâlâ Mükerrem Kemertaş kadar yanıktı:
Hüma kuşu yükseklerden seslenir
Yâr koynunda bir çift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gönül uslanır
Rahmi''nin belalısı Yavuz idi. (Hangi Yavuz diyenlere kısaca P değil T. Yavuz deyip geçelim!) Aynı gün aramızdan ayrılan Avni Anıl''a rahmet dileyerek sahne alan Yavuz, Ağrı''dan ağrılı uçuşumuza gönderme yaparak bizi iliklerimize kadar titretti:
Hayâl meyâl düşler gibi
Uçup giden kuşlar gibi
Yosun tutan taşlar gibi
Eski dostlar, eski dostlar
Bir de Atilla Elâ vardı aramızda. Yaşça bizden bir iki yıl önde, fakat gönlünü her gün türkülerle yûduğu için hepimizden genç kalmış bu sanatçı arkadaşımız, bir ara İsmet Koçkar''ın ünlü "Küpkıran Ovalari" türküsünü seslendirdi:
Murat bulandı geçti
Gurban olurum dostlar
O yâr ne dedi geçti
Hopop marali marali
Oğlan dertli kız yarali yarali
Yarali kızlara baktım: Tekgül, Aytül, Altıngül ve Canan. Dertli oğlanlar: İsmail, İbrahim, Resul, Cesim, Cezmi, Yaşar, Çetin, Macit, Mehmet, Zekai, Yusuf, Seracettin, Şemsettin, Halis, Mahmut, Ömer ve ben. Murat Yaver ile Nilgün Mamikoğlu''nu, Rahmi ile Nizamettin''i, Foto Hüseyin ile Ga Mısto''yu gözlerimiz aradı. Umut, Özcan, Seçkin, Filiz, İnayet ve pek tabii İtoğluit Vaho diğer özlediklerimizdi. Arkadaşları eş ve çocuklarıyla beraber mutlu görmek hepimizi sevindirdi. En deli dolu olanlarımızın bile ayakları suya ermişti. En canlı örnek: Hepimize kök söktüren, sınıfımızın ve hatta lisemizin (belki bütün şehrin) en delikanlı kızı olan, soy ismiyle müsemma Canan Er, öyle kazak bir beyle evlenmiş, dolayısıyla öyle bir uslanmış ki, sanki "Allah müstehakını versin!" sözü sırf onun için söylenmiş!..
Necati Hoca kıskanır mı bilmem! Çünkü onun yanında daha iyi bir öğreticiden, bu "zaman" bile olsa, bahsetmek vefasızlıktır. Bugün sadece Türkiye''nin değil, dünyanın en iyi elektronik/bilgisayar profesörlerinden biri olan Çetin Kaya Koç arkadaşımızın da teyit ettiği gibi, Çanakkaleli Necati Ünsal bize evrenin gizli dilini deşifre eder gibi matematik öğretirdi. Öğretmez, bizi kendisiyle beraber beynimizin kıvrımlarında saklı hazinelerin keşfine götürürdü.
Sökeli Halil Güven ise matematikle şiiri kaynaştırırdı. Mavi Kanatlı Kuş başlıklı kitapta yer alan bir şiirinde bizimle beraberliğini yıllar sonra şöyle dile getirecektir:
Öğretmenlik hayatımın başlangıcı.
Ama sanki otuz yıl yaşamış gibi
Ağrılıyım ben.
Ağrı. Güzel Ağrı. Başı dumanlı, karlı Ağrı
Andıkça o anları
Gözlerim dolar, ağlarım gizlice.
Yeni baştan yollara düşmek, düşer fikrime…
Bir de Ahmet Ergenç hocamız vardı aramızda, namı diğer Ahmet Baba. Tuhaf ama ne öğretmeni olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım asıl alanı coğrafya idi. Fakat İngilizce dersimize girdiğini de hatırlıyorum. Bizim için asıl önemi "Boş Dersler Hocası" olmasındaydı. Ağrı''da derslerin en az üçte biri boş geçerdi. Ya öğretmeni henüz gelmemiştir; ya gelmiş ama soğuğa dayanamayıp tüyüvermiştir. Ahmet Baba bu şekilde oluşan bütün boşlukları doldurduğu içindir ki, yüreğimizde büyük bir boşluk açarak oraya yerleşti.
logo
Hepimiz ‘Amalek’iz
YAZARLAR
Ağrı Dağı"ndan uçtum
Mustafa Özel
22/06/2008 Pazar
Bizi millet yapan şarkılarımız, türkülerimizdir. Etimoloji uzmanı değilim ama şarkının Şark ile, türkünün de Türk ile bir irtibatı olmalı. Aslında sesim güzel değil; bir şarkıyı doğru dürüst mırıldanamam bile. Fakat çocukluğumdan beri ister ağıt veya mevlit, ister şarkı veya türkü olsun, ahenkli sözün insanı nasıl kendinden geçirdiğini bittecrübe biliyorum. Lise yıllarında radikal (ülkücü veya devrimci) arkadaşlarla aramızdaki fark bile sanıyorum temelde buradan kaynaklanıyordu: Ben siyaseti önemsemekle beraber, bir şiir yazmanın, bir türkü yakmanın veya bir şarkı bestelemenin bir devlet kurmak kadar önemli ve ciddi bir iş olduğuna inanıyordum. İdeolojiler zihinleri tek çizgi halinde birleştiriyor gözükse de, türkülerin kalpleri birbirine ulayan gücünden yoksundular.
İlkokul öğretmenim İsmet Koçkar ile ortaokul öğretmenim İsmail Ersoy özgün birer sanatçı idiler. "Ağrı Dağı''ndan uçtum" İsmail Bey''in derlediği türkülerdendi. Liseden mezun olduktan tam 34 yıl sonra, 24 Naci Gökçe Lisesi mezunu bir araya geldiğimizde, o kadar türkü çığırdık ki sanki aramızı Koçkar ile Ersoy bulmuştu. Hocalarımız Pitti Necati, Ahmet Baba ve Kibar Halil ile beraber sanki Ağrı Dağı''ndan uçmuş, Turgutlu''da bir çimenliğe konmuştuk:
Ağrı dağından uçdum
Çayır çimene düşdüm
Ne belalı başım var
Vefasız yâre düşdüm
Dile kolay, aradan bir asrın tam üçte biri geçmişti. Birbirimizden ayrıldığımızda 17-18 yaşlarındaydık. Demek ki o zamana kadarki ömrümüzü neredeyse üçe katladıktan sonra bir araya gelebilmiştik. Neden bu kadar geç? Bir belaya mı uğramış, vefasız yâre mi düşmüştük? Bu sorunun sosyo-politik analizini yapmaya ne vaktimiz vardı, ne de niyetimiz. Ayrıca Doğan Adım''ın gecenin derinliklerine süzülen sesi hâlâ Mükerrem Kemertaş kadar yanıktı:
Hüma kuşu yükseklerden seslenir
Yâr koynunda bir çift suna beslenir
Sen ağlama kirpiklerin ıslanır
Ben ağlim ki belki gönül uslanır
Gecenin diğer yıldızı, Doğan ile Rahmi''nin belalısı Yavuz idi. (Hangi Yavuz diyenlere kısaca P değil T. Yavuz deyip geçelim!) Aynı gün aramızdan ayrılan Avni Anıl''a rahmet dileyerek sahne alan Yavuz, Ağrı''dan ağrılı uçuşumuza gönderme yaparak bizi iliklerimize kadar titretti:
Hayâl meyâl düşler gibi
Uçup giden kuşlar gibi
Yosun tutan taşlar gibi
Eski dostlar, eski dostlar
Bir de Atilla Elâ vardı aramızda. Yaşça bizden bir iki yıl önde, fakat gönlünü her gün türkülerle yûduğu için hepimizden genç kalmış bu sanatçı arkadaşımız, bir ara İsmet Koçkar''ın ünlü "Küpkıran Ovalari" türküsünü seslendirdi:
Murada attım teşti
Murat bulandı geçti
Gurban olurum dostlar
O yâr ne dedi geçti
Hopop marali marali
Oğlan dertli kız yarali yarali
Yarali kızlara baktım: Tekgül, Aytül, Altıngül ve Canan. Dertli oğlanlar: İsmail, İbrahim, Resul, Cesim, Cezmi, Yaşar, Çetin, Macit, Mehmet, Zekai, Yusuf, Seracettin, Şemsettin, Halis, Mahmut, Ömer ve ben. Murat Yaver ile Nilgün Mamikoğlu''nu, Rahmi ile Nizamettin''i, Foto Hüseyin ile Ga Mısto''yu gözlerimiz aradı. Umut, Özcan, Seçkin, Filiz, İnayet ve pek tabii İtoğluit Vaho diğer özlediklerimizdi. Arkadaşları eş ve çocuklarıyla beraber mutlu görmek hepimizi sevindirdi. En deli dolu olanlarımızın bile ayakları suya ermişti. En canlı örnek: Hepimize kök söktüren, sınıfımızın ve hatta lisemizin (belki bütün şehrin) en delikanlı kızı olan, soy ismiyle müsemma Canan Er, öyle kazak bir beyle evlenmiş, dolayısıyla öyle bir uslanmış ki, sanki "Allah müstehakını versin!" sözü sırf onun için söylenmiş!..
''Zaman en iyi öğretmendir'' dersem, Necati Hoca kıskanır mı bilmem! Çünkü onun yanında daha iyi bir öğreticiden, bu "zaman" bile olsa, bahsetmek vefasızlıktır. Bugün sadece Türkiye''nin değil, dünyanın en iyi elektronik/bilgisayar profesörlerinden biri olan Çetin Kaya Koç arkadaşımızın da teyit ettiği gibi, Çanakkaleli Necati Ünsal bize evrenin gizli dilini deşifre eder gibi matematik öğretirdi. Öğretmez, bizi kendisiyle beraber beynimizin kıvrımlarında saklı hazinelerin keşfine götürürdü.
Sökeli Halil Güven ise matematikle şiiri kaynaştırırdı. Mavi Kanatlı Kuş başlıklı kitapta yer alan bir şiirinde bizimle beraberliğini yıllar sonra şöyle dile getirecektir:
Öğretmenlik hayatımın başlangıcı.
Hayatımın üç yılı geçti Güzel Ağrı''da!
Ama sanki otuz yıl yaşamış gibi
Ağrılıyım ben.
Ağrı. Güzel Ağrı. Başı dumanlı, karlı Ağrı
Andıkça o anları
Gözlerim dolar, ağlarım gizlice.
Yeni baştan yollara düşmek, düşer fikrime…
Bir de Ahmet Ergenç hocamız vardı aramızda, namı diğer Ahmet Baba. Tuhaf ama ne öğretmeni olduğunu hatırlamıyorum. Sanırım asıl alanı coğrafya idi. Fakat İngilizce dersimize girdiğini de hatırlıyorum. Bizim için asıl önemi "Boş Dersler Hocası" olmasındaydı. Ağrı''da derslerin en az üçte biri boş geçerdi. Ya öğretmeni henüz gelmemiştir; ya gelmiş ama soğuğa dayanamayıp tüyüvermiştir. Ahmet Baba bu şekilde oluşan bütün boşlukları doldurduğu içindir ki, yüreğimizde büyük bir boşluk açarak oraya yerleşti.
Arkadaşların hepsinin yüzünde hüzünlü bir sevinç vardı. Hüznün kaynağı herhalde gurbette oluşumuzdu. Öylesine dağılmıştık ki, mezunlardan hiçbiri artık Ağrı''da ikamet etmiyordu. İsmail Eraslan, yıllar sonra gittiği Ağrı''da bulamadıklarını şöyle dillendirdi şiirinde:
Kaldırım taşlarından birine döndüm
Bana geçmişi anlat ki artık söndüm
Saygıdan bahset bana, özlediğim hürmetten
Eski büyükleri anlat, çekinirdik görünmekten
Cumhuriyet Caddesi''ni anlat mesela
Esnafın güler yüzlü ticareti var mı hâlâ
Papatya Gıda''ya git de esprilerini dinlet
Çeşit Bakkaliyesi''nin ciddiyetinden söz et
Vitrinlerini anlatadur Galeri Fuat''ın
Seyrederken anlaşılmazdı nasıl geçtiği saatın
Benden kime ne diyenleri anlamak için
Kimene''yi mekân tutan esrikleri seçin
Karanlık sokaklardan Abide''ye yönelsem
Nara atan gençlerin seslerini dinlesem
Leylek Pınar''a dönsem Transit Caddesi''nden
Bir türkü dinlesem İsmet Koçkar''ın sesinden
Bu toplantıyı İbrahim Keskinler ile İsmail Eraslan düzenlediler. İsmail, İbrahim''e dedi: "Bu dağlar bizim olsa / Etrafı üzüm olsa / Yarin uykusu gelmiş / Yastığı dizim olsa / İbo uyan sabahtır / Yüreğimiz yanıktır." İbrahim cevap verdi: "Küpkıran üstü bağlar / Etrafı kavak bağlar / Kırıkköprü altında / Murat''ın suyu çağlar." Türküyü derleyen İsmet Koçkar uzaklardan ses verdi: "Ağrı''nın kışı yaman / Ayazı yaşı yaman / Saman yoktur merekte / Garibin başı yaman." Böylelikle Manisa''nın yolunu tutan 27 Ağrılı, Turgutlu''nun artık ağarmaya yüz tutan gecesinde hep beraber ünlediler: "Gûle uyan sabahtır lo / Yüreğimiz yanıktır."
Bu yürek yangınına belki bir avuç su döküp içlerini serinletir diye 2009 Haziranında Ağrı''da buluşmayı kararlaştırıp ayrıldılar. Son sözü gene İsmet Koçkar söyledi:
Çorabın ağına bak
Destele bağına bak
Dostum beni özlersen
Ağrı''nın dağına bak…