30/07/2022
Bu gün hiç sinema yok Ünye'de.
Giresun'dan Ünye'ye yerleşmiş bir öğretmen,
Ünye'nin Karadeniz'in en büyük, en modern, en kültürlü ilçesi olduğunu,
bunu Ünye'ye hiç yakıştıramadığını söylediği zaman şaşırmıştım.
Oysa gençlik yıllarımızda biz,
Ünye'de sinema kültürünü Konak Sineması ile yaşamıştık.
Türk filmleri ağırlıklı olmasına rağmen,
bugün klasik olmuş bir sürü yerli ve yabancı filmi bu sinemada seyretmiştim.
Yazlık sinema çağını da yaşamıştık doyasıya çocukluğumuzda,
bu sinemalardan en ünlüsü Paşabahçe Yazlık Sineması idi.
Ünye'ye zaman zaman, konserler, ses sanatçıları, İstanbul'da sezonu kapatmış tiyatro toplulukları da gelirdi, bunların içindeki bazı açıkgöz organizatörler, Ünye ille Fatsa'nın çok yakın olması nedeniyle bir gecede iki yerde birden konser verirlerdi.
Ünye'de programı biten sanatçı Fatsa'ya, Fatsa'da sırası biten sanatçı Ünye'ye gelirdi, biz bunun böyle olduğunu gecikmelerden anlardık.
Çok güzel konserler, ve tiyatro oyunları da seyrettik bu salonda, her konser ve oyunda yer problemi yaşanırdı, salonun çok geniş ve uzun olması nedeniyle ön sıralar çabuk tükenirdi, en ön sıra derece ve rütbelerine göre mülki erkana yani protokola ayrılırdı. Anadolu'ya hala böyle topluluklar gider mi bilmem.
Yine bazı açıkgözler zamanın ünlülerinin benzerlerini bulur veya biraz makyaj saç şekli ve giyimini benzeterek gerçekleri diye pazarlarlardı Anadolu'ya, garip olan bu kopyaların sesleri de tıpa tıp benzerdi asıllarına, pleybek yapamazlardı hem öyle bir teknik yoktu, hem daha o zaman sahnede pleybek bilinmiyordu.
Televizyon, internet, telefon, uydu gibi iletişim araçları bu günkü kadar gelişmemişti, hatta hiç yoktu, İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde neler olup bittiğini takip edemediğimiz gibi dünyadan hiç haberimiz yoktu, zar zor dinlediğimiz cızırtılı Ankara radyosu ve hava karadıktan sonra dinlenebilen İstanbul radyosu vardı.
İstanbul'da şan ve şöhretlerini yitirmiş bir sürü artist ve sanatçı eskisi yaz gelince Anadolu yollarına düşer, kırık dökük sahne dekoru anlaşılamayan oyunlarla, geçmişteki parlak isimlerinin arkasında sığınarak kendi dramlarını oynarlardı. Bunlardan biri de o günde bu günde hüzün ve acıyla hatırladığım bir zamanların efsane isimleri, Cahide Sonku ve Cahit Irgat'tı.
Hikayesini anlatacağım, zamanının dev isimlerinden "Kırmızı Fenerler " adlı oyunuyla Ünye'ye gelen, büyük hayal kırıklığı ve hüsran yaşayan Avni Dilligil'de bu son yıllarında Ünye'de hayatının bir bölümünü oynayarak perdeyi kapatanlardan biri idi.
Avni Dilligil,1903 yılında Hayfa'da doğmuş Edirne İstanbul liselerinde okumuştu, sahneye ilk kez 1927 yılında Hamlet oyunuyla çıkmıştı.1941 yılında "Kahveci Güzeli" adlı filimle sinemaya geçmişti. Kendi adına bir tiyatrosu vardı yetmişe yakın filimde rol aldı ve 1971 yılında öldü. Son filmi Fikret Hakan, Alev Oraloğlu ile oynadığı aynı erkeği seven ana kızın yasak aşk hikâyesini anlatan "Bir kadın uğruna" filmi oldu, bizim kuşak onu daha çok Ayhan Işık ve Belgin Doruk'la oynadığı "Küçük hanımın şoförü" filmi ile hatırlarlar.
5 Ağustos 1968 günü akşamı oynanan "Kırmızı Fenerler" adlı tiyatro oyununun hikayesi Fransa'nın bir sahil kasabasının barlar ve genelevler sokağında geçiyordu, sahne dekoru çok kötü ve amatörceydi sahnenin ön tarafına doğru sağ ve sol başlara konulan iki sokak lambası direklerinin üzerinde yanan kırmızı fenerler hoştu sadece.
Oyun başlamış oyuncular seyirci ile iletişimi kuramamıştı, seyirci kendi arasında konuşuyordu, ses düzeni iyi değildi, diyaloglar arkalardan duyulmuyordu, seyirci de oyuna adapte olamamıştı, Avni Dilligil sesini arka sıralara duyurmaya çalışıyor, sinirli hareketlerle sahnede dolaşarak, seyirciyi kontrol altına almaya çalışıyordu. Konak sineması salonu oldukça büyük bir salondu, salon kadar da balkonu vardı, bu salonda tiyatro oynamak teknik olarak mümkün değildi, Ağustos ayı idi, sinema yanları açılarak yazlık hale getirilmişti, ses dağılıyordu, burada tiyatro yapmış gruplar hep aynı sorunla karşılaşmışlardı, ses düzeni de bu günkü kadar gelişmemişti.
Aniden kollarını yanlara açarak sahnenin önüne geldi Avni Dilligil, el kol hareketleri ile seyirciye susmalarını işaret etti, salondaki uğultu birden kesildi,
-Susuuuun, siz tiyatro nedir, bir tiyatro oyunu nasıl seyredilir bilmiyor musunuz? Sanatçıya saygı göstermeyi öğrenin, madem konuşacaktınız niye geldiniz, burası kahvehane mi?
Diyerek uzunca bir nutuk çekti, seyirci şoktaydı, bir müddet dinledi, salonda çıt çıkmıyordu, sahnedeki sanatçılar da şoka girmişler hiç kımıldamadan heykel gibi duruyorlardı, seyirci bir müddet sonra bu şoktan çıktı, arkalardan ıslıklamaya başladılar, ıslıklar ve yuh sesleri giderek arttı, sahneye gazoz şisesi atanlar oldu, salonda herkes ayağa kalkmıştı, bir iki polis sahneye çıkıp oyuncuları kulise götürdüler, tam bir karmaşa yaşanıyordu, sahneye daha çok gazoz şişesi atılmaya başlanmıştı, sahnenin lambaları söndürüldü, perde aceleyle kapatılmaya çalışılırken dekorlar yıkıldı, yan kapılar açıldı, seyirci homurdanarak yarım saat içinde salonu boşalttı salon lambaları da söndürüldü, fakat sahnenin köşelerindeki kırmızı fenerler kaldı. O gece tiyatro topluluğu olası bir olay çıkmaması için polis eşliğinde Fatsa'ya götürüldüler.
Çocukluk arkadaşlarımızdan tiyatrocu hemşehrimiz Ferhan Şensoy'da oyunu seyredenler arasındaymış o gece, yıllar sonra yazdığı Ünye'deki çocukluk ve gençlik yıllarından da anılarının bulunduğu, "Kalemimin Sapını Gülle Donattım" adlı romanında olayı şöyle yazmıştı:
"Bir akşam bir Avni Dilligil tiyatrosu geliyor. Boktan bir Fransız bulvar oyununun uygulamasını oynuyor Avni Bey, derme çatma turne ekibiyle. Kendi iyi bir oyuncu ama, ortada olup biten bir şey yok, seyirci kendi arasında konuşuyor, sinirleniyor, oyunu keserek, oyun nasıl izlenmeli üzerine uzun bir söylev çekiyor Dilligil. Ünye turnesi,5 Ağustos 1968"
Ferhan Şensoy'un annesi Ünyeli'dir, babası uzun yıllar Çarşamba belediye başkanlığı yapmıştır yazları okul tatillerini Ünye'de geçirirdi , askerlik şubesi yanında dedesinin Rumlardan kalma taş evleri vardı, o güzelim evlerden bu gün bir tane bile kalmamıştır. Matbaaya da sıkça gelir gazetede hikaye ve makale yazardı, yazıları bazen uzun olurdu, "Şunları biraz kısa yaz, dizecek kimse yok, kendin dizmek zorunsa kalırsın sonra" derdim, bugünkü gibi bilgisayar yoktu, tek tek harfler yan yana konularak dizilirdi gazete, bunları dizenlere de mürettip denirdi, gide gele bir zaman sonra öğrendi mürettipliği Ferhan Şensoy.
"Gündeste" isimli romanında yine Ünye'den, matbaadan, bizden gazeteden, anılarından bahseder.
Bir cep telefonu öyküsü vardır Ferhan Şensoy'un anlatmadan geçemiyeceğim; Bir oyun esnasında sinek uçsa duyulacak kadar sessiz olan salonda bir seyircinin cep telefonu çalar, seyirciye dönüp;
-Beyefendi lütfen telefonunuzu açıp, lan hayvan tiyatrodayım ne diye arıyorsun, der misiniz? Der, peşinden de ilave eder;
-Yalnız dikkat edin o da size, ulan eşşoleşşek, madem tiyatrodasın kapasana telefonunu demesin.
Bu seyirci daha sonra Ferhan Şensoy'a hakaret davası açar.
"Kırmızı Fenerler" in hikayesi burada sona ermektedir. Benim de çok beğendiğim değerli sanatçı Avni Dilligil'in Ünye turnesi hayal ve gönül kırgınlığı ile son bulmuş belki de kendi hayatından bir bölümü oynamıştır.
Bu olaydan iki yıl sonra da hayata veda ederek perdeyi kapatmıştır.
Yaşar Karaduman
15 Kasım.2005
www.unyeses.net