22/10/2024
.DAĞ, KAHRAMANLAR, AKAR SULAR...
Rodop Dağları!
Dünyaca meşhur olmasalar da, dünyaca meşhur insanlara mekan sağlamışlardır. Bu iki unsurun – insan ve mekan beraberliği, bayramda, seyranda, işte, aşta, sayısız türküler, destanlar, maniler yaratmıştır. Günümüze dek geçerli bir atasözü vardır: Rodoplar, türkü söyleyemeyen insan asla doğuramaz!
Dağ, ne zaman insanın hayatına girmiş ve iç içe yaşamını beraberlik havasında sürdüre gelmiştir?
Böyle bir sorunun cevabı, binlerce asır geri dönmek ve insanı insan eden nesneleri araştırmaktan geçer. Ergenekon efsanelerine göre, insanın dağ ile ilk buluşması, yol açmak amacı ile gerçekleşmiş, bir nevi dağdan kurtulmak! Düşünür müsünüz: Dağdan kurtulmak mı var? İster ovada, ister çölde yaşa, hayallerde hep bir ormanın gölgesi, Dağların buz misali suyu değil midir? Halkımızın sık kullandığı bir deyim çıkar karşımıza: “adım başı”. Adım başı, Dağ cömertliliği hayatımızda değil midir? O, bizi kıskandı mı, haset etti mi, aşağıladı mı, saygısızlık gösterdi mi?
Büyük ölçüde insan, Dağ sayesinde insanlaşmış ve minnettarlığını, Tanrılaştırmak suretiyle kanıtlamıştır. O, insanın Tanrısı, evi, yolu, geçim ve su kaynağı, korumacısı, hayvanatı, bitkisi, ağaç barınağıdır. Dağ, insanın acısı, hayali, aşı, işi, sevinci… ve Türküsüdür!
Bir düşünün, insanın hayatını Dağsız, ormansız, deresiz, taşsız, yamaçsız nasıl görür, nasıl bulursunuz? Bu, güç bir davadır!
O, yüce Dağ, insanın yaşamıyla o denli sarmaş dolaştır ki, onsuz yaşamak, nefes almak doğrudan doğruya olanaksızdır. Her yaz Rodop halkı, değişik tepenin düzüne çıkar ve Dağına adanmış bayramlarını düzenler. Orada dualar okur, kurbanlar keser, şenlikler düzenler, tek sözle halkını bir araya toplar. Böyle bir gelenek, kadim dönemlerden kalan, insan inançlarını İslam ile birleştirmiş ve Dağ Tanrı’sını uzaklaştımamıştır.
Bizim Yüce Rodop Dağımız!
Kim bilmez Enihan Baba türbesinde Dağ bayramını; Koşukavak (Krumovgrad) Seid Baba kutlamalarını; Hıdrellezde Kıran tepe Evliya Baba türbesinde mevlid ve duaları, Kurban bayramlarda namaz ve kaynayan kurbam etleri kokusunu; Rusalsko Bezdüven Dağ yaylası yaz mevlitlerini; Ürkeden dağı şenliklerini ve daha nice nice dağ, tepeler üstünde günlerce, saatlerce dua okuyan cematimizi, sofra, sofra serilmiş birarada halkımızı?
“Tanrı’dan sonra niğmettir!” Bu gerçeği, tam Türk halkının düzenlediği geleneksel kutlamalarında görürsünüz ve onun birliği, beraberliğine hayran kalırsınız!
Bizim konumuz, şu Yüce Rodop dağımızda düzenlenmiş ve suya-ağaca, kahramana-halka, çiçeğe karıncaya dahi adanmış efsaneler, türkülerimiz.
Oturun dağ başı bir tepe üstüne! Bir “of” çekin, ses, yankılanır gider yükseklere... sanki derdinize derman olur gibi hisedeceksiniz kendinizi!
Bir türkü söyleyin! Etraftaki ağaç yaprakları tir titriyor yel eser gibi, türküyü, sanki tüm tepeler söylüyor! Büyüleyci bir yankı... Acep cenneten mi sesleniyor, evren mi?
Biz, Rodop dağı türkülerini araştırdık. Ulaşabildiğimiz kaynaklara göre, dikkatimizi ne çekti?
Dağsız, susuz, kahramansız, yolsuz, türküye hemen hemen rastlayamazsınız. Bazılarında dağ, başrol yerini alır, kimilerinde motif, doğaçlama, doldurucu, karşılaştırma biçimindedir. Kahramanları dahi anlatan türkülerde dağın kendi ağacı, suyu, tepesi canlı bir şahıs gibidir.
Doğduğum, yaşadığım yer, Rodop dağları, dereler, tepeler ile kuşatılıdır. Hele tepe tepe, ard arda akan ırmaklar, çaylar, dereler...
O “arda arda” akan Arda, Vırbitsa (Söğütlü) ve Vıça ırmakları, dolandığı tepeleri, oluşturduğu meandırlar, taşları yarmış kurt geçitleri; kimi gür gür sesleri ile savaş çağırıları veya sakin sakin, fısıltısız akınları, sanki bir uyku düzeni kurmuşlar gibi. Onlara katılan da onlarca dereler derecikler, şelale gibi yükseklerden düşen mücizeye benzeyen ses tonları. Bu aslında cenneti anımsatan güzelliklerdir. Çepelare çayı, Batak deresi, Stara reka, Dospat deresi, Muğla, Teşel dereleri, Malka Arda, Kara dere, Çepinska, Damı dere, Kesebir, Yağbasan, Krumovgradska (Burgaz dere) ve daha sayısız su akıntıları.
Rodop dağı bu sular ile kalmıyor. Onun özel bir zenginliği de maden suyu fışkırıkları, bazıları ırmak gibi, bazan da kaynaklar. Belki de dünyada en çok maden kaynağı olan bir dağdır.
Biz tepeleri de biraz sırayalım: Karabayır, Sütkaya, Irsıztepe, Çaltepe, Çilyaka, Göztepe, Perelik, Persenk, Karlık tepeleri, Torluk, Aladağ, Bezdüven, Beylik düzü, Ürkeden, Ayıdağı, Kıran, Oroztepe, Kızbunar, Sayinkaya, Baldıran, Turnaçayır vb. vb.
Rodop dağı çok ünlü şahısların yurdu yuvası olmuştur, Orfeyus, Seyid Baba, Hızır Baba, Evliya Baba, Enihan Baba, Sarı Baba, Elmalı Baba (ve nice Baba, Dedeler). Kahramanlar sayısı da, ne unutulur, ne anı, yazı, türkü söylemek ile biter: Ali Kırcı – Kırcaali şehrini kuran; Süleyman Tokatçık; Kara Bilal; üç kahraman arkadaşlar – Asancık, Kara kedi ve Debren’li Asan; Mehmet Sinap, Momçil batır halkı nice beladan, felaketten, yankesicilerden koruyanlar. Onlar ortaya çıkacak, halka ümit verecek, katillerinden intikam alacaktır. Daha nice Alançayırlar’ı Mehmet’ler, Süleyman-Ali’ler, Civan Yusuf’lar; Feride-Fatma’lar, Selime-Ayşe’ler, Kınalı gelinler, pembe şelvarlı kızlar acı ve neşeli türküleri ile “karşiki dağları” yıkıp-gidecekler. Bunlar, hayati olaylarından efsanevi türküler. Tüm Türk dünyası bilecek söyleyecektir, kimileri yasaklanmış, unutulacaktır da...
Biz kor altında kül olan olayları aydınlığa çıkarmak isteriz.
Düşünelim, Rus-Osmanlı savaşından sonra, bu topraklarda kalan toplumun halini. Herşeyden önce, ateşi yiyen bu toplumda aydın kısmıdır ve dişsiz, tırnaksız kalan halktır.
Gelelim Kara Bilal’a. Olay Birinci Cihan Savaşı civarında yaşanmıştır. Koşukavak yöresi, Karakuz köyünde onun hikayesine rastladık. Neden, yeni kurulmuş devlete ve devlet adamlarına karşı koymuş şu Kara Bilal? Bunlar ne yazılmış, ne kayda alınmış, tahmine ve anılarda kalmış olaylar. Ortada bir “eşkiya” var ve ona yardım eden, esmer güzeli Fatma. Adı ve şanı ağızdan ağıza gezen Fatma! Haset edenler de ona, Kara Bilalı’ın kara Fatma’sı demişler! Nasıl, nice olmuş? Halk, korkudan yıllarca bu olayı gizlemiştir, çünkü Kara Bilal cesur bir Türkçüdür.
Bilal da bu halkın korucusudur. Onun peşine düşenler, pusular kurmuş, halka baskılar yapmış. Bu da nasıl olur? Bilal’ın sevgilisi Fatma! Onu, hanım olarak aldatmak, korkutmak, takip etmek kolay! Görüştükleri samanlığı ateşe vermişler. Fatma yanmış gitmiş. Bilal, ateşler içinden çıkmış mı, çıkmamış mı, bilinmez. Aylarca, intikam almak için, onun yakınlarını basmışlar, araştırmışlar.
Yaşlı bir kadın, Bilal’ın hısım akrabası, aradan yakın 100 yıl geçtiğine rağmen, anlatırken sağ-sola bakınırdı ve: “Kızım, ninem, annemi oklava ile dövmüş, bir yerde ağızını kaçırmasın diye. Bilal bizim sülaledenmiş. Onun hikayesini tek biz biliriz ve bugüne kadar kimseye bildiremedik. Ahır zamanlardı, kızım. Ve hala da... Bizi ele vermeyeceksin kızım, emin et!
Kanlı bir yaşmak ninemin sandığında görmüştüm. Ara-sıra, kimse evde olmadan, hemen sandığı açar, başını kaldırır, camdan yola baktıktan sonra bir “of” çekerdi ve o, kanlı şamiyi, parmakları arasında tutarak dua okurdu. Bunu, bir defa musandırada gizlice helva yerken gördüm. O, anlarda ninem türküsünü bile sesle söylemez, ancak mırıldardı. Bizi de sürekli uyarırdı: Susun, Bilal sözünü duysanız da “çıt” çıkmasın ağızlarınızdan! Gizli gizli, ara-sıra ben de ninem gibi türküyü mırıldanırım...
O yıllarda çeteciler tarafından etraf köyler anakat edilir, Bilal’a yardım edenleri, hısımlarını ararlar. Bazı suçsuz canlar da kurban gitmiş. Deliveliler köyünde yabancı bir yolcu akşamlamış. Bir kolunda parmakları yanıkmış. Onu, köyden biri ele vermiş. Kim ve neymiş o şahıs, kimse bilmezmiş, ama adamcağızı yaka-paça sürmüşler Koşukavağa. Ne olmuş, ne gitmiş, kimse bilinmez...Belki de Bilal’ı ateşten kurtarandır. Kendi kendime defalarca sormuştum: Ninemin elinde neden kanlı mendil, nereden kalma? İşte Kara Bilal hakkında ben bu kadar bilirim. Sakın kızım, yalvarırım, adımı soyumu kimseye bildirmeyin!”
Sarnıç’tan ayrılırken, türküyü yol boyu mırıldadım, tam o yaşlı ninecik gibi, kimse duymasın...
İnme Kara Bilal Kesebir boyuna
Celatlar kuşattı çevre yolunu.
Girme Fatma gülün eski damına
O seni satmıştır beş mangırına...
Nice Kanlı sular akmış Kesebir ve Yağbasan çaylarından. Keşke dağlarımız koruyabilseydi... masum halkımız acıları çekmeseydi...
Eski, Bizans döneminde, kurulan bir kaldırım yolu var. Onu da, efsanelere göre, Tatar kraliçesi ve Bizans prensesi Bilon hatun yaptırmıştır: Trakya ovasından Rodop dağını kestirip Drama, Kavala'ya uzanır. Bu tarihi kaldırım yolu, günümüzde, ancak yaşlıların hatıralarında kalmıştır. Yol üstü Türk köyleri, eski zamanlarda bu kaldırım sayesinde bağlantı kurabilmişler (1878-ten sonra, Bulgar devleti, Rodop dağındaki elverişli yolları kapatmış, halka, yeni yollar açtırmış, yaylaları çam ektirmiştir.).
Drama, Drama, kimin hayatında hatıra bırakmamış ki? Onun pazarı, zindanı, sayısız türkülere konu olmuştur. Atice’yi denize ulaştıran kaldırım, Gülsüme’yi ipek bezi pazarına, Karakedi’yi - zindana… ve o, ağızdan ağıza düşmeyen türküler, köyden köye dolaşmış, söylenmiştir:
At martinini Debrenli Asan, karşıki dağlara
Martin da kurşunsuz işlemez Asan
Mor çuha şalvara...
Çek martinini Debren’li Asan dağlar innesin
Drama mahpusunda Debren’li Asan
Kara kedi seslensin...
Kimmiş şu Karakedi? Onun izleri de mi tarihten kaybolup gitmiş ve bu türkünün beyitlerinde kalmıştır?
Küçük çocuktum. Belki 8-9 yaşlarında. Ninemin “sağ” koluydum. O, annemin sözlerine göre “sokak süpürgesi” idi. Gezmeyi severdi ve ikide bir: “Fatma, te kızanın canı sıkılmıştır, onu biraz mağaleye (misafirlik anlamı) götüreceğim!” Bu anları ben de sabırsızlık ile beklerdim ve köy içine gezmeye can atardım. “Mağale” de yaşlı Rukiye yenge olsun
Cemka tete (teyze) vb neler duyardım neler... Zaten onlar akıl veren, bilgi kaynağı gibiydi. O hikayeleri aktarmaya çalışayım:
“Balkan savaşı günlerinden birkaç yıl önce imiş. Küçük köy’den göç eden, Demirci sülalesi oğlu imiş. Ailesini savaşlarda kaybetmiş ve devlet politikalarına karşı koyanlardanmış. Başka eşkiyalar ile gezermiş, Asancıka ve Debrenli Asan. Adını gizleyen biri. O kadar sessiz sedasız işlerini görürmüş ki, onun ne peşine, ne de geçtiği yollara rastlamak mümkün değilmiş. Gezdikleri yöre Batı ve Orta Rodop dağı yolları. Bu üç “kardeşi” biri ele vermiş ve Damı dere’yi geçer iken, pusu kuran devlet askeri, Asancıka’yı öldürmüşler. Karakedi tutuklanmış, Debren’li Asan ise, bir ayağı yaralı, kaçmış, kurtarmış yakayı.
Drama’da Karakedi’yi çok zorlamışlar, Asan’ı ele versin. Bazan yalanlar da yapmışlar ki, o da tutukludur. Ama Asan’ın tüfeği bam başka fişekler kullanır ve sedaları değşik ses çıkarırmış. Karakedi, kurşun seslerinden anlarmış ki, Asan tutuklu değildir.
Asan çok cabalamış Karakedi’yi Drama mahpuzundan kurtarsın. Kendini gizlemek için Arnavut Asan adını kullanmaya başlamış. Halkımız, onların sağ olduğu zamanda, türküler, efsaneler adamış, yüceltmiştir: “...siz üç kardaşsınız Debren’li Asan/ sensin arslan yürekli...” Daha neler neler söylenirdi bu üç kahraman için, ama ben de küçük yaş dolayı, hepsini aklımda tutamadım. Bizim Diko Alibaz enişte de çok hikayeler vardı, ama ani, gitti bu dünyadan. Bilirsin Ayşe alanın (hala) babası. Debren Asan’ı Karaçam altında yaralı buldular... Biz onu Arnavut Asana bilirdik. Sabriye yengeniz e-e, neden sonra kim olduğunu bize açıkladı. Gülka alan (hala) türkü da çıkardı onun için.”
Asan, Asan garip Asan
Ne yatırsın yol altında
Ne yatmasın yol üstünde
Ne yatmayın yol üstünde
Onyedi yerde yaralıyım..
O, Asan'ın geçtiği, Drama yollarını çoktan otlar, ağaçlar sarmıştır. Hatırlarda kalan, Osmanlı dönemine ait, bu yol üstünde bir askeri kışlası. Bulunduğu yer Çal tepe (hala duvar kalıntıları mevcuttur). Bir de türkü, "Savaş kurbanı", ebediyete taşınacak mısraları ile:
Çal tepesinde boru çaldılar
Merkez yerinde aber saldılar
Erkes aldı teskeresini yürüdü
Benim kardeşim Selçe kenarında çürüdü.
Çatallanmış kara çalı tikeni
Yol verin eyler, benim ömürcüğüm tükenir
Nam yoktur babam, yoktur annem aylesin
Kimsem yoktur gamlı yaraları beylesin (bağlasın).
(köy ağızı ile yazılmıştır)
Hancer bıçaktan, su içerken düşen, Üzdrümen’i kimler bilir, kimler hatırlar? İkiz kardeşler, asker görevinde. Acıları anlatmak için, bir türkü kalmış. Bu da yeterli…
Ovada, insanın sesi kaybolur gider, ama dağ başında sesler çınlar, yankılanır. Evrende Tanrı'ya, tepeler arasında yoldaşa, tarlada çalışan sevgiliye bile ulaşır, ulaştırılır.
Dağların yüceliği, insanı mıknatıs gibi çekmiştir. Bir hayal, amaç, bir hedeftir. Orada acıları da, merakları da, sevdaları da yaşamıştır gençler:
Çıkabilsem şu Balkanın düzüne
Çekebilsem nazlı yari dizime da, dizime...
Dağ yüceliği, her zaman insanın karşısına bir engellik gibi çıkar ve onu yardan, yuvadan da ayırır. Daha önce söylediğimiz gibi, “dağsız türkü yok”! Birkaç mısra örnek verelim:
Rodop dağları engindir, tarlaları zengindir
Irmakları hep çağlar, soğuk kaynakları var…”
"Rodopların etekleri gül ile döşeli,
Gül ile döşeli, yaylaları meşeli, ah doyamadım…" vb vb.
Çıkın bir Rodop tepesine ve haykırın: "Mehmeeet!" binlerce yanıt gelecek. Mehmet'in kaderi hangi türküye konu olmamıştır?
Biz, şu Cebel yöresindeki Bezirgen köyü, Alan çayırları’nı anlatalım: "Bir donla gömleğe kurban" giden Mehmet, kimlerin gönlünü sızlatmamıştır. Hele son arzusu: "söylemeyin anneme aklını bozar". İnsanı korkutur, aldadırsınız, ona iftira da atmak kolaydır. Ama gel gelelim şu Mehmet’in katili, köy Ağasına. Onun, Allah verir cezasını. Yıllar geçecek Mehmet’in acı sonucundan. Ağa da ahırete kavuşacak, ama ertesi günü, mezarı açılmış ve göğüsüne kocaman kazık kakılmıştır. Kim yapmıştır bunu, kim vermiştir hakkını?
Yaşlı, Şaban Ömerosman ağabeyimiz, o yıllarda (1930-da) 14 yaşındadır. Mehmet’in ecel sonunu gören, yaşayandır. Ama Ağanın da sonunu anlatırken: “Belki kızı yaptı, Mehmet’in yakınları olamaz. Onlar uzakta, Işıklar köyünde. Ama o uğursuz adam, halkımızı ayak altına almıştı, kimse onu sevmiyordu...”
Daha bir türküden söz edelim: Selime’nin isyanını analım. Kim söylemedi “Arda boylarını” “Şırıl şırıl…” akan Arda sularını? Selime gibi aşkın uğruna kendini feda eden, kişiliğini ortaya atan, pek az çıkmıştır:
"Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim…"
Bırakalım Selime'nin acısını yastık altında. Geçelim Arda sularından karşıya. Aşk uğruna kendini dalgalara kaptıran Yusuf'u anmayalım mı? O, efsanelere girmiş bir olaydır ve asla unutulmayacak.
"Çıkar abanı poturunu Yusuf'um, kardeşin geyecek,
O sevdiceğin kız Feride'ye kimler haber verecek…"
Tarihlere girmiş olaylar asla unutulamaz.
Biz, insanı biraz mizahi türde düzenlediği türkülere de bakış atalım. Dağ, mizah konularında gülünç bir şekilde karşılaştırma görevini üstlenmiştir:
"Dağda fıstık olur mi, ateş yastık olur mi,
O benim minnoş yarim, gene servoş olur mi…"
Kimi ozanların mizah türkü uydurması zevki, eğlencesi, hatta geçim kaynağıdır. Ve her bir olay üstüne gerek garip, gerek komik, gerek yiğitlik türküleri düzenler. Örneğin: Yeni mahalle (Pazacık ili) köyü meşhur türkücü, ozan Şükrü Ati imiş. Bir olay köyde olunca, halk: "Hemen gidin filan ormanda tomruk çeker, bulun ve oyalayın Şükrü'yü. Öğrenir ise, dillerden düşmeyiz!"
Ati'nin Şükrü, sazı elinde değil, baltası elinde iken bile türkü düzecek:
Kıranın yüksek tepeleri
Ben seni almaycam Magbule’m
Leman’ın daha güzel memeleri…
Dostalar’ın areminde kancıklar
Akif Lemanı kucaklar
Çok tarikatsın mari Leman
Aldına amıcanın oğlunu…
O, kimseye hatır sallamayan biri. Dini görevini yerine getirmeyenleri de, uzaklaşanları, yine türküler sayesinde eleştirir:
Oroz tepenin dumanı
Ani bu köyün imamı
Ani bu köyün imamı
Okusun beygire Kuranı… Atinin Şükrü'sü gibi her köyün birkaç ozanı var. Kimi bağlama, kimi saz, kimi mandolin çalar, ama Rodop dağın en meşhur çalgı aleti gaydadır. O, kaba, derin sesli meşin torbası, dillere destan ve hemen her bir sülalenin bir köşesinde duvara asılı ustasını bekler. Genç, kıvrak kız gibi sesi uzatan ise, kavaldır. Aşk acılarını yansıtır, dağ tepeyi geçer, akar suları sesine eşlik eder:
Kız punar başında aman testi doldurur
Testinin kulbuna aman şahin bülbül kondurur…
Türkünün makamını kaval sesi mırıldarken, Rodopların derin nefesi alır gider, acıları boğumak için, suları bulandırır. Bu ses, Gülşade kızın Kızbunar’da yaşadığı felaket sesidir ve Dağ, onu yer yüzünden battırmak istiyor. Kulak asalım bu kızın kaderine.
Yıllar geçer, yenisi de geçecek. 1874-lerde Tatarpazarcık vali kızını kaçıran ve onu yokeden yankesicilerin adları çoktan yere batmiş, unutulmuştur. Ama, Kocabunar’ın Kızbunar olması olayı unutulmaz, nesilden nesile aktarılacak, türküsü söylenecektir.
Tek kız Gülşade’nin mi kaderi? Hele o, Yürük kızı Ayşe’yi... Onun koca çam altında adsız mezar taşını, hala kimse yörede unutmamış, unutmayacaktır. Çünkü o, bir Yürük baba kıskancı ve alçaklığı kurbanıdır. O minicik toruna ve yavru kokusunu almayan anneye nasıl kıyılır?
Gelir mi Ayşe’m, gelir mi
Basra’dan kına gelir mi,
Altın döşesem yolları
Yürük da kızını verir mi...
Döner mi Ayşe’m döner mi
Ocakta bakır döner mi
Kara da yerde kül olsam
Evlat acısı söner mi…
Rodoplar, bu coğrafyada en çok halk kaderini yaşayandır. Dediğimiz gibi, doğa insanın her şeyidir – evi, yolu, sığınak yeri, korumacısı, geçim kaynağı, acısı, aşkı, kaderi ve herşeye rağmen, dağ, bir inançtır, bir Türküdür!
DİP NOT:
*Tüm türküler Orta Rodop ağzı ile yazılmıştır.
**Delillere göre, M.Ö. 4-5 asırda Balkanlar’a İskit ve Avar Türk kabileleri Kuzey Karadeniz’den inmişlerdir. Balkanlar’da bir hayli nehir adları onlardan kalmadır – Yantıra (Yandere), Tuna, Tunca (Donca), Arda (Ardı ardına), İskır (Isı kır), Meriç (Mera içi) vb.
***Kaynakça, olayları Rodoplar’da geçen, dünyaca meşhur türküler: “Debrenli Asan”, “Alan çayırları”, “Civan da Yusuf” , “Arda boylarında”, “Savaş kurbanı”, “Cebelli kız”, “Rodopların etekleri”, “Rodop dağları be Pakize’m”, “Kız punar başında aman”, “Damı dere fışladı” (“Kalk gidelim Atice’m”), “Arabaya bindireyim Filibe’de gezdireyim”, “Gittim Filibe ovasına”, “Çıktım Cendem tepeye”, “Çelikli’den tuttum beriye yoluma” vb.
Köylü halkı önünde eğilerek teşekkürlerimizi sunarız!
(Bildiri, Alanya’da KIBATEK derneği düzenlediği Uluslararası Edebiyat Töreni’nde 2015-te sunulmuştur ve “Edebiyatta Dağ” antolojisinde yer almaktadır. Konuya yeni deliller de eklenmiştir.)