17/06/2024
SİVAS'IN ESKİ BAYRAMLARI-Yazar KADİR ÜREDİ
Bayram sabahı güneş doğmadan ev halkı ayaktadır. Erkekler sabah ve bayram namazlarını kılmak için camiye gittikten sonra evlerde yeniden düzenleme başlar, makattaki halı yastıklarının üzerlerine, sandıktan çıkartılan kenarları dantelli beyaz örtüler yayılır, tabana renkli desenlerle, motiflerle dokunmuş kilimler serilir, ev temizliği ile kılı kırk yaran analarımız, ablalarımız her şeyin yerli yerinde olması için gerekli özeni gösterir. Evlerin dış kapısından iç kapısına kadar saltaşları yeniden yıkanır, kapı önünde yanıp kor olan, mangal içeri alınır, kocaman bakır cezve ateşe sürülürken odanın havasını tebdil etmek için, ara ara mavi alevlerin çıktığı ateşe limon kabuğu veya karanfil veya elme kabuğu bir parça şeker atılırken, babaanne lamba şişelerinin bir tarafını elinin ayası ile kapatıp öteki tarafından hohlayarak nemlenen şişeleri bir bez parçası ile gıcır gıcır silerdi. Bayramlık elbiseleri giyip ufacık torbalarını hazırlayan çocuklar el öpme gezmesine başlamaları için, cemaat camilerden çıkarken çocuklar büyük bir coşkuyla sokaklara dökülür, oluşturdukları sekiz on kişilik gruplarla el öpmek için kapı kapı dolaşmaya başlarlardı. Kapılar yumruklarla döğülürken, çocuklar hep bir ağızdan öpüüm teyze’ veya öpüyüm çiiş’ diye bağırırlar, kapı açıldığında, çocuklar arasında bir kargaşa bir heyecan bir telaş başlar, eli öpülen teyze bir yandan el öpeniniz çok olsun yavrularım derken bir taraftan da ceplerine birkaç akide şekeri, bir avuç kırık leblebi, üzüm, fındık gibi yemişlerden kordu. Öğle saatlerine kadar kapı kapı dolaşıp el öpüp karşılığında torbaları, cepleri yemişlerle dopdolu eve dönen çocuklar evdeki büyüklerinin ellerini öper, hayır dualarını alır, ağızları iple büzülü para keselerinden, kadınların yazma uçlarındaki çıkınlardan çıkarıp verdikleri paralar, kuruşlar, çocukların mutluluklarına, sevinçlerine vesile olurken, anıların oluşmasına, o bayram günleri diye başlayan, geçmişin derinliklerine hasretle bakmanın birikimlerini oluştururdu. Oruçtan çıkıldığı için midelerin bozulup bayram beyi olunması için çok az yemek yenildikten sonra babalarımız, analarımız mahalledeki hastaları, düşkünleri, yaşlıları, yas evlerini ziyaret ederlerken, yas evlerinde şeker ikram edilmez, yemek yedirilmez, yalnızca acı kahve ikram edilirdi. Bayramın ikinci günü büyüklerimizin oluşturduğu gruplar, tüm komşuları ziyaret eder, bayramlaşırlardı. Hemen hemen her evin sabahleyin kurulan sofrası kalkmaz, ziyaretçilerin bayram yemeklerinden tatmaları için sofraya buyur edilirlerdi. O zamanlar günümüzdeki gibi çok çeşitli şeker türleri olmadığı için, Sivas’lı şekercilerin imalatı akide şekeri, lok*m, mevlü şekerleri tercih edilir. Maddi durumları iyi olan aileler renkli kağıtlara sarılı içinde manilerin yazılı olduğu İstanbul’dan getirtilen çikolatalardan ikram ederlerdi. Ziyaretçilerden genç olanlar, büyüklerin bulunduğu ortamda kahve içmenin saygısızlık olduğunu bildikleri için, sadece şeker almakta yetinirlerdi. Yakın akraba bayramlaşmaları ailece olurdu. Taze gelinler, bayramın birinci günü müsait bir saatte kayınvalide tarafından baba evine götürülüp bayramlaştırılırdı.
Günümüzde Bankalar Caddesi ile Kızılay Hastanesi arasında kalan saha, Hoca İmam Camisi ile karşısındaki Taşhanın duvarlarını yalıyarak pekte hoş olmayan temizlik ve görünümde akan Mındar Irmağın arasında kalan boşluk o zamanlar engebeli bir araziydi. Hoca İmam Camisinin ön taraflarında bulunan geniş alanın bir bölümünde lahana, pancar, soğan vs.lerin yetiştirildiği bostanlardan sonraki bir bölümünü, at arabası yapan esnaf imalat alanı olarak kullanır, Bıçakcılar Çarşısının çırakları, dükkan gübürlerini bu alana döktüklerinden çevrede yer yer çöp öbekleri oluşurdu. Haftada bir defa bu alana tavuk ve kuş pazarı kurulur, bayram günleri cambazlar diktikleri iki direk arasına tel gerer, hünerlerini sergiler izleyenlerin heyecandan “yüreklerini ağızlarına getirirlerdi”. Kale boynulu Hubuyar emmi salıncak kurarken, diğer şehirlerden gelen satıcı ve göstericilerin kurdukları çadırlar günün her saatinde kalabalık ve coşkulu olurdu.
Bayramın ikinci ve üçüncü günleri iki erkek çocuğundan oluşan ekip, çatpat parası kazanmak için gözlerine kestirdikleri bir köşe başını tutar, bayram harçlıkları paralarının on kuruşuyla aldıkları bir kutu çatpattan bir tanesini düzgün bir taşın üzerine koyup karşıdan gelen bir amcayı gözüyle takip eder, amca yanından geçerken, elindeki taşla çatpata vurup patlatınca yardımcı arkadaşı, amcaya doğru koşar, koşarken de emmi çatpat parası! Emmi çatpat parası diye bağırır, mübarek günlerde çocuk sevindirme bilincinde olan büyüklerimiz, para kesesinden “örnekleri Kongre Müzesinde sergilenmektedir” veya yarım daire şeklinde olan meşin cüzdanından çıkardığı kırk parayı, yüz parayı verir, evine gidinceye kadar birkaç yerde çatpat parası isteği ile karşılaşacakları için büyüklerimiz sabileri mahzun etmemek için cüzdanlarında keselerinde çokça bozuk para bulundururlardı.
Öğle saatlerine kadar, cepleri kazandıkları çatpat paraları ile dolan çocuklar Bıçakçılar, Arabacılar Çarşının arka taraflarına kurulan eğlence mekanlarına koşarlar. Bayram yerindeki atlı karıncaya, dönme dolaba, salıncağa biner. Siyah bir perdenin altında merak ve heyecanla panorama kutusunda değişen resimleri izlerken, panoramacının kolu her çevirişinde: bu gelen mini mini Van kedileri, bu gelen deniz kızı, bu gelen dünya güzeli Keriman sözleri ile perde altında tek gözünü deliğe dayamış, izleyiciye resimleri tanıtırken, çevresinde toplana kalabalığın daha çok meraklanmasına sinemayı “o zamanlar panorama kutularına sinema denilirdi” bir an evvel seyretmek için sabırsızlaşırlardı. Çocuk mutluluktan uçar, ayaklarına gıcır gıcır yemenileri, sırtında taze urubası, elinde yaladığı elma şekeri ceplerindeki parayı harcayacak yer arar, gah talih kuşuna kağıt çektirir, manisini heceleyerek okur, gah bayram yerindeki çadırlarda teşhir edilen, yarısı insan yarısı balık mahlukatı bazen inanark, bazen şüphe ile izler, yılan yutan amcalara korkuyla bakar ağızlarından alev çıkaran göstericileri izlerken yangın çıkacak şüphesine kapılır. Büyüklerin nişan atma çadırlarındaki atışları merakla izler. Nane şekercisinin maniler söylüyerek sattığı nane şekerleri ile dolu renkli fişeklerden alırken nanecinin; ismin bağışla “ismini söyle” evladım! sorusuna, Ahmet dediğinde satıcı melodik makamla başlar mani söylemeye; Nanemi sata sata, geldim bu başa
Vay Ahmet efendi sen binler yaşa
Ustam deli ben serseri,
Satamazsam yüz tane, sonumuz tımarhane...
manisini tebessümle dinlerken, benliğine ruhuna yerleşen bu güzellikler saf ve temiz bir düzenin imbiğinden süzülüp yüreğinin derinliklerinde, gelecek günler için anımsayacağı hoş bir sadanın birikimlerini oluşturuyordu.
Sivas’ın günlük çehresinin değiştiren vesilelerden olan, bayram yerlerindeki coşkulu eğlencelerinin mutluluk girdabına yakalanmışcasına dönüp dolaşırken, salıncak direklerinde yanan kandillerin, fenerlerin titrek ışıkları ile kendine gelen çocuk geç kalma telaşı ile evinin yolunu tutup gönlü bir türlü, tadına doyamadığı eğlencelerde, coşkularda kalmış, mahzun ve isteksiz, akşamım alaca karanlığı çökmüş sokaklarına yürürken, bayram yerindeki salıncak iplerinin ağaca sürtünmesinden çıkan dertli inleyişin sesi kulaklarına çınlıyor, minarelerde yanan bayram gününün son kandilleri, Sivas’ın karanlıklaşan sokaklarını tedirgin ışıklarla aydınlatıyordu.
Çocuk yorgun ve üzgündü. Birkaç gün Ramazan Bayramının coşkulu mutluluğuna alışan çocuk, bayram sonrası monoton ve sıkıntılı günleri yeniden yaşayacağının üzüntüsü ile girdiği yatağında, başına yorganı çekmiş için için ağlarken, Minarelerde mumları tükenen kandiller, biten bir Ramazanın, biten bir Bayramın haberini verircesine, birer birer sönerken, mahalleyi karanlıklara terk ediyordu.