13/06/2021
Merhaba dostlar, bu seferki *İlginç/Pratik/Bilimsel Bilgiler* döngümüzde konumuz, Tecavüz Kültürü. Bu konu üzerinde sayfalar dolusu yazı da hazırlasam, kitap da yazsam veya hararetli tartışmalara girerek günler boyunca konuşmalar da yapsak, maalesef ki bir kerede silip atamayacağımız kadar derin ve toplumun köklerine kadar yayılmış bir konu var önümüzde. Birkaç gündür birçok farklı kaynaktan araştırmalar yapıyorum ve işin içinden çıkamıyorum açıkçası. O yüzden saatler süren araştırmalarım sonucunda ‘’Net ve Akılda Kalıcı’’ olanlardan bir derleme yazısı hazırladım sizler için. Buyurun okuyun ve yayılması için olabildiğince paylaşın, bizler konuştukça, bizler susmadıkça bu ‘’artık balçığa dönmüş olan pisliği’’ gerekirse tırnaklarımızla kazıyarak söküp atacağız.
Tecavüz kültürü; toplumsal cinsiyet ve cinsellik hakkındaki toplumsal tutumlar nedeniyle tecavüzün yaygın ve normalleştirildiği bir ortamın sosyolojik bir teorisidir. Tecavüz kültürüyle yaygın olarak ilişkilendirilen davranışlar arasında kurbanı suçlama, aşağılama, cinsel nesneleştirme, tecavüzü önemsizleştirme, yaygın tecavüzü inkâr etme, cinsel şiddetin yol açtığı zararı kabul etmeyi reddetme veya bunların bazı kombinasyonları yer alır.
İngilizcede ‘’Rape Culture’’ olarak geçen Tecavüz kültürü, Türkçede tam olarak yerelleşen çeviri bir kavram değildir. Kökeni, ‘’Üretmek, yetiştirmek’’ anlamına gelen ‘’Kültür’’ kavramına İngilizcede nötr/tarafsız, Türkçede ise daha çok olumlu ve aidiyete yönelik anlamlar yüklendiğinden, tecavüz kelimesiyle birlikte kullanılması farklı noktalardan ve farklı gerekçelerde sorunsallaştırılıyor. Kavramın tecavüzü meşru kıldığı, normalleştirdiği gerekçesi bunlardan biri, anlam olarak kültür olmadığının söylenmesi de bir başka gerekçe diyebiliriz.
Hayatta kalanı suçlama, tecavüz kültürünün büyük bir parçasını oluşturur. Hayatta kalanlar, yaşadıklarını açıklamak konusundaki isteksizliklerinin sebebi olarak, sık sık saldırı için suçlanma korkularından bahsederler. Tecavüz kültürü, hayatta kalanları “şiddeti talep ettikleri” veya “aptalca kararlar aldıkları” gibi yargılarla utandıran ve suçlayan bir ortam üretir. Bu durum hayatta kalanların kendilerine uygulanan şiddeti paylaşma konusundaki isteklerini sınırlandırır.
Toplumda cinsiyet kimliklerine atfedilen aktiflik ya da pasiflik tanımları da aslında hiyerarşileri ortaya çıkaran toplumsal cinsiyetin yeniden ürettiği basmakalıp yargılardır. Cinsel şiddet ne giydiğimiz, nasıl davrandığımız, günün hangi saatinde nerede bulunduğumuzla ilgili değildir. Cinsel şiddet bu hiyerarşilerin varlığından, güç ilişkilerinden kaynaklanır. Toplumda var olan, “Hayır’ın aslında evet demek olduğu” yönünde inanışlar, sessizlik gibi “Hayır” yokluğunun ise onay vermek anlamına geldiğine dair bir söylemi kullanmak, bunu davranışlarda, dilde ve diğer sosyal ilişkilerde göstermek ya da taciz, tecavüz şakalarının normalleştirilmesi de tecavüz kültürünü ortaya çıkaran nedenlerdir.
Kültür her zaman her koşulda hak temelli yaklaşımı ve davranışları destekleyen bir yerden oluşmuyor. Kültürün içinde norm olarak kabul edilen şeyler; adetler, gelenekler ve görenekler her zaman olumlu değil. Mesela, heteronormatiflik geleneklerle meşrulaştırılabiliyor ya da çocuk evlilikleri bazı kültürlerde, siyasi iktidarlar ya da gruplar tarafından onanıyor.
Mağdur suçlayıcılık(Hayatta kalanı suçlayıcılık), tecavüz kültüründen beslenen bir edimdir. Erkeklerin bazı cinsel dürtüleri kontrol edemediği için şiddete meyilli olmaları yönündeki düşünce, erkeklerin doğaları gereği şiddete başvurabilecekleri yolundaki yaklaşımlar, cinsel şiddetin hiyerarşilerden veya otoritenin kullanımından değil cinsellik ile ilgili olduğu varsayımları ya da hormonlardan kaynaklandığı fikri yani toplumda cinsel şiddetle ilgili var olan mitler, doğru kabul edilen yanlış inanışlar zaten toplumsal dönüşümün önünü kapatan düşüncelerdir.
Tecavüz kültürünü engellemek, toplumsal iyi olma hali için hepimizin sorumluluğudur.
*CİNSEL SALDIRIYI BESLEYEN BİR ORTAM VAR!*
Tecavüz kültürü ifadesi; tecavüz bir kültür olmasa da yüzyıllar boyunca toplumun derinine işleyip kemikleşen ve erkeğin tecavüzünü normalleştiren ataerkil algıyı örgütleyip beslemesi açısından eleştirel bir yerden kullanılıyor. Bireysel sahiplenmeyi değil, toplumdaki o genel kabul ve yadırgamama üzerinden kodlanıyor.
Tecavüzün normal olduğu yaklaşımının(Erkektir yapar, kadın kuyruk sallamıştır, o saatte dışarıda ne işi vardı, açık giyinip özendirmiştir vb.) örneklerle kadının güvenilmez olduğu algısının(Kadının sözüne güvenilmez, kadın aldatır, kadın şeytandır vb.) erkeğin doğal suçsuzluğuna olan inancın(Erkeklerin hormonlarının, beyinlerinin, cinsel dürtülerinin kontrol edilemez olduğu iddiası) hayatın her alanında sosyal olarak inşa edilerek aktarılmasına da tecavüz kültürü denir.
Ülkemizde son zamanlarda yetişkinlere, genç kadınlara, çocuklara, LGBTİ+lere, engellilere ve hayvanlara yönelik birçok farklı türüyle hem sayısı hem de görünürlüğü artan cinsel şiddet vakaları; adaletini failin idam-hadım-linç edilmesinde arayan, hayatta kalanı mağdurlaştıran ve izole eden, bazı durumlarda şiddetin tolere edildiği ya da yok sayıldığı, ‘canavar fail/çaresiz kurban’ ikiliğine sıkışmış kısır bir algı zemininde tartışılmaktadır. Hem toplumsal tabanda, hem de medyanın ürettiği dilde cinsel şiddetle ilgili bütün yanlış inanış ve klişelerin yeniden üretildiğini ve maalesef daha çok bu klişeler üzerinden tartışıldığını gözlemliyoruz. Cinsel şiddetin ne olduğu, nerelerden beslendiği ve ikili ilişkilerimizdeki pratikler üzerinde nasıl yer aldığı konusunda tüm toplum kesimlerinde daha çok konuşulmasına ihtiyacımız var.
Bu nedenle; cinsel şiddetle ilgili bilgilendirici, farkındalık arttırıcı materyallerin üretilmesi, araştırma ve istatistik çalışmalarının yapılarak veri üretilmesi, üniversite ve tüm sosyal ortamlarda konunun sağlıklı bir zeminde tartışılabilir kılınmasına yönelik etkinliklerin gerçekleştirilmesi önemli bir ihtiyaçtır.
Tecavüz kültürü kavramı, 1970'lerden başlayarak başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere ikinci-dalga feministler tarafından geliştirildi. Kavramı eleştirenler, kavramın çok dar olduğunu veya tecavüzün yaygın olduğu kültürler olmasına rağmen, tecavüz kültürü fikrinin tecavüzcünün kusurlu değil, tecavüze izin veren toplum olduğunu ima edebileceğini öne sürerek varlığını veya kapsamını tartışıyor.
İkinci-dalga feminizm;
Kadın hakları hareketinin ya da feminist hareketinin ikinci dalgası, başta ABD'de olmak üzere Batıda erken 1960'larda başlayıp 1970'lerin son yıllarına kadar süren feminist faaliyetleri içeren bir dönemi kapsar.
Birinci-dalga feminizm eşitliğin başta olmak üzere, hukuki engellerini(seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet hakları) devirmeye vurgulu olmasına karşın ikinci-dalga feminizm, çeşitli sayıda sorun ile ilgileniyordu: Eşitsizlikler, resmî yasal eşitsizlikler, cinsellik, aile, iş yeri ve belki bu sorunların en tartışmalısı olan üreme hakları. Feminist eylemciler ABD Anayasası'na, Equal Rights Amendment(Eşit Haklar Değişikliği) eklemeye çalıştılar ancak bu kongrece kabul edilmedi. Birçok feministe göre ikinci dalga feminist asrı, "Feminist Seks Savaşları" ve cinsellik ve pornografi gibi konulara ilişkin feministler arası tartışmalar nedeniyle sona ermişti.
Tecavüz sonrasında hayatta kalmak; yaşanılan şiddet ve yarattığı travmanın ölçüsü ne olursa olsun, içimizdeki güçle, kendimize tutunarak ve çevremizden destek alarak şifa bulabileceğimizi, daha tatminkâr ve üretken bir hayat yaşayabileceğimizi bize anlatır.
Cinsellik içinde rıza kavramı cinsel davranışlar çerçevesinde kullanılır. Cinsel davranışın tam olarak başladığı an kişiler için son derece farklı olabilir. Bu nedenle rıza aynı zamanda iletişim, çok soru sorma, birbirini dinleme ve birbirinin sınırlarına saygı gösterme anlamına gelir.
Daha önce rıza gösterilen bir cinsel eylem her tekrarlandığında rıza olacak demek değildir. Eğer herhangi bir noktada rıza geri çekilmiş ya da devam etmek için sürdürülmemişse bu da hayır anlamına gelir. Sessizlik rıza göstergesi değildir, hiçbir zaman için evet anlamına gelmez. Sürekli cinsel talebin ya da tehdidin olduğu baskı içeren koşullarda rızadan bahsedilemez. Hukukta rıza, cinsel suçların belirlenmesinde ölçüt olarak kullanılsa da rıza olmaması, ‘’Bağırma, yardım isteme, fiziksel direnç gösterme’’ gibi fiillerle sınırlanarak, failin ve hayatta kalanın koşullarının yok sayıldığı yanlış kararlar verilmektedir.
Rıza kişinin kendini dinlemesi, sınırlarını keşfetmesi ve her zaman kolay olmasa da hayır diyebilmesini sağlayan bir güçlenme ve özgürleşme sürecidir. Rıza kavramı, birbirimizle ilişkilenirken saygılı ve temkinli yollar bulmamız demektir. Rıza hepimiz içindir; cinsiyeti, cinsel yönelimi ve cinsiyet ifadesi ne olursa olsun.
Rızanın inşası; kişinin rıza göstermediği herhangi bir cinsel davranıştaki Hayır’ı, Evet’e çevirmek için kullanılan ve ‘fiziksel zorlama içermeyen’ bütün yöntemlerin geneline verilen addır. Bu yöntemler ısrar(Sürekli talep etme), manipülasyon/hileli yönlendirme(Rahatlatıcı yalan söyleme), duygusal tehditler(Rıza verilmezse başkalarına gitme tehdidi), ikna süreçleri(Hediyeler, maddi destek ve ikramlar), duygusal baskı(Kişiye kendini suçlu hissettirme), kaygıyı azaltma(Birliktelik üzerine verilen güvenceler) vb. olabilir.
Oysa her birey cinsiyetinden bağımsız olarak, cinsel davranışlara rıza göstermesi veya göstermemeyi seçer. Rızanın inşa edilmesi, bu seçimlerin bulanıklaşmasına ve hayatta kalanın maruz bırakıldığı şiddeti çok sonra fark etmesine sebep olabilir.
*Bu çok daha sonra fark etmesine sebep olabilir cümlesi, ayrıca toxic/zararlı ilişkiler için de geçerlidir ve açarsam çok daha farklı yerlere gideceği için onu başka bir zaman anlatmayı düşünüyorum.*
Arzu ve rıza birbirine karıştırılmamalıdır. Arzunun varlığı görüldüğünde ‘’Rıza da var’’ ön kabulü, birçok dinamiğin yok sayılarak fiziksel zorlamanın olmadığı bir cinsel şiddetin oluşması riskini taşır. Tecavüz kültürü denilen toplumdaki eril şiddet yaklaşımını da besler.
Rıza inşasını başkaları üzerinde kurabildiğimiz gibi, kendimiz üzerinde de kurabiliriz. Rıza inşasının sorgulanması; kendimizi ve birbirimizi dinleme, iletişim kurma, bilgilerimizi değil duygularımızı anlama ve ifade etme, sınırlara saygı gösterme üzerine bir güçlenme ve özgürleşme sürecidir.
Tecavüz kültürünü yok etmek için, toplumumuzdaki ayrımcı söylemler; homofobi, kadın düşmanlığı, transfobi, engellilere yönelik ayrımcılık gibi, şiddeti, adalet sistemini ve iktidara erişimi etkileyen baskıcı sistemlerle bağlantılı. Suç unsuru teşkil eden davranışların cezasızlıkla değil ceza ile sonuçlanması yönünde kamuoyu oluşturabiliriz, stratejik davalamalar yapabiliriz. Yalnızca siyasi otorite değil, hak temelli çalışan örgütler olarak da değil, bireysel olarak da yapabileceklerimiz var. Bu sistemleri dönüştürücü bir algıyı hem medyada görebilirsek hem gündelik hayatımızda hem de ilişkilerimizde pratik edebilirsek tecavüz kültürüne karşı bir tavır geliştirmiş oluruz.
Ek olarak:
O saatte orada ne işi varmış demek yeniden tecavüz demektir.
Dayanamadım gibi ifadelerle tecavüze anlayış göstermek suç ortaklığıdır.
Erkek olmak başkalarının bedeni üzerinde bir şey yapma hakkı vermez.
Bakirelik kavramı çağ dışı bir kavramdır, sorulmasına dahi izin vermeyin soranı da hayatınızdan uzaklaştırın.
Son olarak;
1. Görselde, tecavüz kültürünü sanatsal bir çizimle açıkça görebiliyoruz.
2. Görselde, erkeğin toplum tarafından nasıl da ilahlaştırılıp, ne yapsa hakkıdır ve erkek dediğin yapar gibi kalıpların arkasına sığınarak nasıl da hayatını ikiyüzlü bir şekilde devam ettirdiğini açıkça görüyoruz.
3. Görselde, toplum tarafından kadının direkt olarak ‘’Yargısız hüküm’’ gördüğünü görebiliyoruz.
Ve bu görsellerle anlattıklarım, daha da bir bütünlüğe kavuşmuş oluyor.