Spiral Nine

Spiral Nine 🔸Her dokuz döngüde bir, özenle hazırlanmış içeriklerle hep birlikte bilgiye!🔸
🧬 🌀 Her başlık dokuz gönderide bir tekrar edecektir. spiral.nine sevgilerle.

Tarihi araştırmalardan tutun, itinayla seçilmiş fotoğraflara, ilginç bilgilere, farklı detaylara kadar özenli bir hazırlık içine girdim. Uzun uğraş, fazla zaman, büyük emek ve istikrarlı bir çalışma ile artık sizlerleyim. Gelin hep beraber başarıya koşalım, yalnızca kaliteli içeriklerle devam edelim. Sayfanın konsepti adından da anlaşılacağı üzere döngü halinde devamını sağlamasıdır. Sırasıyla:
1-

Film tanıtımı,
2-Dizi tanıtımı,
3-Müzik tanıtımı ve analizi,
4-Hayvanlar hakkında ilginç ve detaylı belgesel tadında bilgiler,
5-Çıkacak olan oyunlar hakkında bilgiler,
6-Kültürel, tarihi yerler ve yerleşim alanları hakkında belgesel tarzında anlatım,
7-Hayatınızı kolaylaştıracak bilgiler,
8-Yemek tarifleri; yeri geldiğinde dünyaca ünlü şeflerden, yeri geldiğinde klasikleşmiş yemeklerden ve diyet yemeklerinden oluşacak olan tarifler,
9-İlginç olaylar/ Pratik bilgiler/Bilimsel tarzda gönderiler. Beğenip, takip edip, yorum yapar ve paylaşıp destek olursanız çok sevinirim.

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Müzik Öneri’ döngümüzde sizler için biricik arkadaşım .yaren ‘in önerisiyle Katatonia’dan C...
17/06/2021

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Müzik Öneri’ döngümüzde sizler için biricik arkadaşım .yaren ‘in önerisiyle Katatonia’dan City Burials 24 Nisan 2020 çıkışlı albümünü seçtim.
[İlk olarak 1987 yılında Stockholm’de bir araya geldiklerinde Melancholium adı altında müzik yapan grup, 1991 yılında adını Katatonia olarak değiştirmiştir.] Katatonia, Stockholm/İsveç'te 1991 yılında Jonas Renkse ve Anders Nyström(Blakkheim) tarafından death/doom metal grubu olarak kurulmuştur. 1991-1994 yılları arasında çeşitli çalışmalar yapan grup, yeterli eleman bulamamak ve Anders-Jonas arasındaki diyalog kopukluğu nedeniyle resmi olmasa da 1994 sonbaharı ve 1996 kışı arasında kısa süreli bir ayrılık yaşadı.
*Bu döngüdeki yazımız Katatonia diskografisi olmadığı için biraz daha anlattıktan sonra albüm tanıtımına geçeceğim, Katatonia’yı ileriki zamanlarda işlemeyi düşünüyorum. Sadece grubu bilmeyenler için ufak tefek bahsetmek istedim.*
Yani grup arasındaki sürtüşmeler, bazı anlaşmazlıklar, grup üyelerindeki değişiklikler gibi sebepler de olsa Katatonia inişli çıkışlı olarak 30 yılı devirmiş bir gruptur. Bu yolculuğu boyunca radikal değişiklikler yapmaktan da çekinmemiş cesur bir gruptur. Değişiklikler olmasına rağmen değişmeyen tek şey grubun müziğinin içerdiği yoğun melankolidir. Geçen yıllarda bu melankoliyi farklı işleme yaklaşımlarını gösterseler de şarkılardaki melankoli yoğunluğu genel olarak hep aynı kalmıştır ve dinleyicisi için Katatonia’nın yeri her zaman özeldir.

Katatonia Üyeleri:
Jonas Renkse
Anders Nyström
Niklas Sandin
Daniel Moilanen
Roger Öjersson

Katatonia Eski Üyeleri:
Guillaume Le Huche
Mikael Oretoft
Mikael Åkerfeldt
Dan Swanö
Kenneth Eklund

Katatonia City Burials-2020:
1-Heart Set to Divide
2-Behind the Blood
3-Lacquer
4-Rein
5-The Winter of Our Passing
6-Vanishers
7-City Glaciers
8-Flicker
9-Lachesis
10-Neon Epitaph
11-Untrodden
12-Fighters

Lütfen yorumlara inin ve devamını okuyun, keyifli dinlemeler diliyoruz dostlar.

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Dizi Öneri’ döngümüzde aylardır sabırsızlıkla beklediğimiz Loki var. Hepimizin Fesatlık Tan...
15/06/2021

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Dizi Öneri’ döngümüzde aylardır sabırsızlıkla beklediğimiz Loki var. Hepimizin Fesatlık Tanrısı olarak bildiği Loki, çıkmasını beklediğimiz ilk bölümüyle bizleri fazlasıyla tatmin etti diyebilirim. İzlemeyen yoktur ama bundan sonraki yazacaklarım *spoiler* içeriyor o yüzden ilk bölümü izlemediyseniz okumayın.
Dizide Marvel Evrenindeki başlıca karakterlerin bile aslında birer hiç olduklarını görüyoruz. Thor, Odin, Hulk, Thanos, Dr. Strange artık en güçlü karakterlerden aklınıza hangisi gelirse adını siz koyun. Dizide Fesatlık Tanrısı Loki haricinde diğer Marvel Evreninden başka karakter yok ama verilen mesaj oldukça net. ‘’Her şeyin üzerinde bir güç var, o güç tüm zamanı kontrol ediyor.’’ Varyantlar yani zamanın dışına çıkmış, alternatif evrenlerin oluşmasına imkân sağlayabilecek hiç kimseye ve tanrı olarak bildiğimiz karakterlere bile izin verilmiyor. Her birinin toplanmasını izlememiz 10 yılımızı aldı, koskoca 10 yıl. Evet, Sonsuzluk Taşlarından bahsediyorum. Sonsuzluk taşlarının hiçbir değerinin, hiçbir gücünün olmadığını görüyoruz. Çekmecelerin içinde öylece rastgele duruyorlar hatta bu kudretli sonsuzluk taşları kâğıt tutucu olarak kullanılıyor.
Şahsen 1. Bölümdeki en etkileyici sahne bence siz de bana katılacaksınızdır, Loki’nin bu kudretli koskoca villianımızın ‘Hayatın hiçbir amacı yok’ çöküşünü onun yüzünde ve dikkatli baktığımız zaman tüm ruhunda gördüğümüz sahnedir.

Devamı yorumdadır, keyifli seyirler dilerim.

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Film Önerisi’ döngümüzde sizleri Robert Eggers ile tanıştıracağım. Robert Eggers, Amerikalı...
14/06/2021

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Film Önerisi’ döngümüzde sizleri Robert Eggers ile tanıştıracağım. Robert Eggers, Amerikalı bir film yönetmeni ve senaristtir. 7 Temmuz 1983 New Hampshire/ABD doğumlu olan yönetmen, 2007 yılından beri kariyerine devam etmekte ve başarılı adımlarla ilerlemektedir. Daha önce kısa film ve tiyatrolar gibi farklı projelerde çalışan Robert Eggers, The VVitch: A New-England Folktale-2015 ve The Lighthouse-2019 yapımı filmleriyle efsane yönetmenler listesine gireceğini en azından benim ve belli bir kitlenin gözünde kanıtlamıştır.
Birkaç döngü önce Ari Aster’ı işlemiş ve tanımanızı sağlamıştım. Ari Aster için nasıl dini ritüel ve ayinler onun imzası haline gelmişse, Robert Eggers için de folklorik mitler ve antik efsaneler aynı şeydir. İsmini görünce kaliteli bir film çıkacağına emin olduğunuz tıpkı, Quentin Tarantino ve Christopher Nolan gibi efsane yönetmenler nasılsa Robert Eggers da kendi anlatım tarzıyla emin olun ki hafızalarınızda daima yerini koruyacaktır.
The VVitch: A New-England Folktale-2015
Yönetmen, Robert Eggers
Senarist, Robert Eggers
Filmin kadrosunda: Anya Taylor-Joy/Thomasin, Ralph Ineson/William, Kate Dickie/Katherine, Harvey Scrimshaw/Caleb, Ellie Grainger/Mercy, Lucas Dawson/Jonas, Julian Richings/Governor, Bathsheba Garnett/The Witch, Sarah Stephens/The Witch-Young ve Daniel Malik/Black Phillip rolünde yer almaktalar.
Korku film sektöründeki kısırlık çoğumuzun bildiği bir gerçek ve o dönemde korku filmi sektöründeki kısırlığa birebir gelen The VVitch: A New-England Folktale, Robbert Eggers’ın gözünden anlatımıyla müthiş bir atmosfere sahip. Filmin çıkış noktası, 17. Yüzyılda anlatılan masallar, cadılık efsaneleri ve yaşanmış bazı olaylar. Yönetmen, bu hikâyelerden ordet tarzı bir sanat-korku filmi çıkarmıştır. Dini referans Hristiyanlıkla çok bağlantılı olmakla beraber, insanlık ve insan doğası üzerinden evrenselleştiriliyor. Eggers, korkuyu iliklerimize kadar hissettiriyor. Bir sürü sembolik anlatı ve metafor içeren film, mükemmel bir görüntü yönetmenliği ve farklı açılardaki eşsiz anlatımlarıyla oldukça ürkütücü bir atmosferde seyircisine hiç aydınlığı ve huzuru yaşatmıyor.

Devamı yorumdadır lütfen okuyun.

Merhaba dostlar, bu seferki *İlginç/Pratik/Bilimsel Bilgiler* döngümüzde konumuz, Tecavüz Kültürü. Bu konu üzerinde sayf...
13/06/2021

Merhaba dostlar, bu seferki *İlginç/Pratik/Bilimsel Bilgiler* döngümüzde konumuz, Tecavüz Kültürü. Bu konu üzerinde sayfalar dolusu yazı da hazırlasam, kitap da yazsam veya hararetli tartışmalara girerek günler boyunca konuşmalar da yapsak, maalesef ki bir kerede silip atamayacağımız kadar derin ve toplumun köklerine kadar yayılmış bir konu var önümüzde. Birkaç gündür birçok farklı kaynaktan araştırmalar yapıyorum ve işin içinden çıkamıyorum açıkçası. O yüzden saatler süren araştırmalarım sonucunda ‘’Net ve Akılda Kalıcı’’ olanlardan bir derleme yazısı hazırladım sizler için. Buyurun okuyun ve yayılması için olabildiğince paylaşın, bizler konuştukça, bizler susmadıkça bu ‘’artık balçığa dönmüş olan pisliği’’ gerekirse tırnaklarımızla kazıyarak söküp atacağız.
Tecavüz kültürü; toplumsal cinsiyet ve cinsellik hakkındaki toplumsal tutumlar nedeniyle tecavüzün yaygın ve normalleştirildiği bir ortamın sosyolojik bir teorisidir. Tecavüz kültürüyle yaygın olarak ilişkilendirilen davranışlar arasında kurbanı suçlama, aşağılama, cinsel nesneleştirme, tecavüzü önemsizleştirme, yaygın tecavüzü inkâr etme, cinsel şiddetin yol açtığı zararı kabul etmeyi reddetme veya bunların bazı kombinasyonları yer alır.
İngilizcede ‘’Rape Culture’’ olarak geçen Tecavüz kültürü, Türkçede tam olarak yerelleşen çeviri bir kavram değildir. Kökeni, ‘’Üretmek, yetiştirmek’’ anlamına gelen ‘’Kültür’’ kavramına İngilizcede nötr/tarafsız, Türkçede ise daha çok olumlu ve aidiyete yönelik anlamlar yüklendiğinden, tecavüz kelimesiyle birlikte kullanılması farklı noktalardan ve farklı gerekçelerde sorunsallaştırılıyor. Kavramın tecavüzü meşru kıldığı, normalleştirdiği gerekçesi bunlardan biri, anlam olarak kültür olmadığının söylenmesi de bir başka gerekçe diyebiliriz.
Hayatta kalanı suçlama, tecavüz kültürünün büyük bir parçasını oluşturur. Hayatta kalanlar, yaşadıklarını açıklamak konusundaki isteksizliklerinin sebebi olarak, sık sık saldırı için suçlanma korkularından bahsederler. Tecavüz kültürü, hayatta kalanları “şiddeti talep ettikleri” veya “aptalca kararlar aldıkları” gibi yargılarla utandıran ve suçlayan bir ortam üretir. Bu durum hayatta kalanların kendilerine uygulanan şiddeti paylaşma konusundaki isteklerini sınırlandırır.
Toplumda cinsiyet kimliklerine atfedilen aktiflik ya da pasiflik tanımları da aslında hiyerarşileri ortaya çıkaran toplumsal cinsiyetin yeniden ürettiği basmakalıp yargılardır. Cinsel şiddet ne giydiğimiz, nasıl davrandığımız, günün hangi saatinde nerede bulunduğumuzla ilgili değildir. Cinsel şiddet bu hiyerarşilerin varlığından, güç ilişkilerinden kaynaklanır. Toplumda var olan, “Hayır’ın aslında evet demek olduğu” yönünde inanışlar, sessizlik gibi “Hayır” yokluğunun ise onay vermek anlamına geldiğine dair bir söylemi kullanmak, bunu davranışlarda, dilde ve diğer sosyal ilişkilerde göstermek ya da taciz, tecavüz şakalarının normalleştirilmesi de tecavüz kültürünü ortaya çıkaran nedenlerdir.
Kültür her zaman her koşulda hak temelli yaklaşımı ve davranışları destekleyen bir yerden oluşmuyor. Kültürün içinde norm olarak kabul edilen şeyler; adetler, gelenekler ve görenekler her zaman olumlu değil. Mesela, heteronormatiflik geleneklerle meşrulaştırılabiliyor ya da çocuk evlilikleri bazı kültürlerde, siyasi iktidarlar ya da gruplar tarafından onanıyor.
Mağdur suçlayıcılık(Hayatta kalanı suçlayıcılık), tecavüz kültüründen beslenen bir edimdir. Erkeklerin bazı cinsel dürtüleri kontrol edemediği için şiddete meyilli olmaları yönündeki düşünce, erkeklerin doğaları gereği şiddete başvurabilecekleri yolundaki yaklaşımlar, cinsel şiddetin hiyerarşilerden veya otoritenin kullanımından değil cinsellik ile ilgili olduğu varsayımları ya da hormonlardan kaynaklandığı fikri yani toplumda cinsel şiddetle ilgili var olan mitler, doğru kabul edilen yanlış inanışlar zaten toplumsal dönüşümün önünü kapatan düşüncelerdir.
Tecavüz kültürünü engellemek, toplumsal iyi olma hali için hepimizin sorumluluğudur.

*CİNSEL SALDIRIYI BESLEYEN BİR ORTAM VAR!*
Tecavüz kültürü ifadesi; tecavüz bir kültür olmasa da yüzyıllar boyunca toplumun derinine işleyip kemikleşen ve erkeğin tecavüzünü normalleştiren ataerkil algıyı örgütleyip beslemesi açısından eleştirel bir yerden kullanılıyor. Bireysel sahiplenmeyi değil, toplumdaki o genel kabul ve yadırgamama üzerinden kodlanıyor.
Tecavüzün normal olduğu yaklaşımının(Erkektir yapar, kadın kuyruk sallamıştır, o saatte dışarıda ne işi vardı, açık giyinip özendirmiştir vb.) örneklerle kadının güvenilmez olduğu algısının(Kadının sözüne güvenilmez, kadın aldatır, kadın şeytandır vb.) erkeğin doğal suçsuzluğuna olan inancın(Erkeklerin hormonlarının, beyinlerinin, cinsel dürtülerinin kontrol edilemez olduğu iddiası) hayatın her alanında sosyal olarak inşa edilerek aktarılmasına da tecavüz kültürü denir.
Ülkemizde son zamanlarda yetişkinlere, genç kadınlara, çocuklara, LGBTİ+lere, engellilere ve hayvanlara yönelik birçok farklı türüyle hem sayısı hem de görünürlüğü artan cinsel şiddet vakaları; adaletini failin idam-hadım-linç edilmesinde arayan, hayatta kalanı mağdurlaştıran ve izole eden, bazı durumlarda şiddetin tolere edildiği ya da yok sayıldığı, ‘canavar fail/çaresiz kurban’ ikiliğine sıkışmış kısır bir algı zemininde tartışılmaktadır. Hem toplumsal tabanda, hem de medyanın ürettiği dilde cinsel şiddetle ilgili bütün yanlış inanış ve klişelerin yeniden üretildiğini ve maalesef daha çok bu klişeler üzerinden tartışıldığını gözlemliyoruz. Cinsel şiddetin ne olduğu, nerelerden beslendiği ve ikili ilişkilerimizdeki pratikler üzerinde nasıl yer aldığı konusunda tüm toplum kesimlerinde daha çok konuşulmasına ihtiyacımız var.
Bu nedenle; cinsel şiddetle ilgili bilgilendirici, farkındalık arttırıcı materyallerin üretilmesi, araştırma ve istatistik çalışmalarının yapılarak veri üretilmesi, üniversite ve tüm sosyal ortamlarda konunun sağlıklı bir zeminde tartışılabilir kılınmasına yönelik etkinliklerin gerçekleştirilmesi önemli bir ihtiyaçtır.
Tecavüz kültürü kavramı, 1970'lerden başlayarak başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere ikinci-dalga feministler tarafından geliştirildi. Kavramı eleştirenler, kavramın çok dar olduğunu veya tecavüzün yaygın olduğu kültürler olmasına rağmen, tecavüz kültürü fikrinin tecavüzcünün kusurlu değil, tecavüze izin veren toplum olduğunu ima edebileceğini öne sürerek varlığını veya kapsamını tartışıyor.
İkinci-dalga feminizm;
Kadın hakları hareketinin ya da feminist hareketinin ikinci dalgası, başta ABD'de olmak üzere Batıda erken 1960'larda başlayıp 1970'lerin son yıllarına kadar süren feminist faaliyetleri içeren bir dönemi kapsar.
Birinci-dalga feminizm eşitliğin başta olmak üzere, hukuki engellerini(seçme ve seçilme hakkı, mülkiyet hakları) devirmeye vurgulu olmasına karşın ikinci-dalga feminizm, çeşitli sayıda sorun ile ilgileniyordu: Eşitsizlikler, resmî yasal eşitsizlikler, cinsellik, aile, iş yeri ve belki bu sorunların en tartışmalısı olan üreme hakları. Feminist eylemciler ABD Anayasası'na, Equal Rights Amendment(Eşit Haklar Değişikliği) eklemeye çalıştılar ancak bu kongrece kabul edilmedi. Birçok feministe göre ikinci dalga feminist asrı, "Feminist Seks Savaşları" ve cinsellik ve pornografi gibi konulara ilişkin feministler arası tartışmalar nedeniyle sona ermişti.
Tecavüz sonrasında hayatta kalmak; yaşanılan şiddet ve yarattığı travmanın ölçüsü ne olursa olsun, içimizdeki güçle, kendimize tutunarak ve çevremizden destek alarak şifa bulabileceğimizi, daha tatminkâr ve üretken bir hayat yaşayabileceğimizi bize anlatır.
Cinsellik içinde rıza kavramı cinsel davranışlar çerçevesinde kullanılır. Cinsel davranışın tam olarak başladığı an kişiler için son derece farklı olabilir. Bu nedenle rıza aynı zamanda iletişim, çok soru sorma, birbirini dinleme ve birbirinin sınırlarına saygı gösterme anlamına gelir.
Daha önce rıza gösterilen bir cinsel eylem her tekrarlandığında rıza olacak demek değildir. Eğer herhangi bir noktada rıza geri çekilmiş ya da devam etmek için sürdürülmemişse bu da hayır anlamına gelir. Sessizlik rıza göstergesi değildir, hiçbir zaman için evet anlamına gelmez. Sürekli cinsel talebin ya da tehdidin olduğu baskı içeren koşullarda rızadan bahsedilemez. Hukukta rıza, cinsel suçların belirlenmesinde ölçüt olarak kullanılsa da rıza olmaması, ‘’Bağırma, yardım isteme, fiziksel direnç gösterme’’ gibi fiillerle sınırlanarak, failin ve hayatta kalanın koşullarının yok sayıldığı yanlış kararlar verilmektedir.
Rıza kişinin kendini dinlemesi, sınırlarını keşfetmesi ve her zaman kolay olmasa da hayır diyebilmesini sağlayan bir güçlenme ve özgürleşme sürecidir. Rıza kavramı, birbirimizle ilişkilenirken saygılı ve temkinli yollar bulmamız demektir. Rıza hepimiz içindir; cinsiyeti, cinsel yönelimi ve cinsiyet ifadesi ne olursa olsun.
Rızanın inşası; kişinin rıza göstermediği herhangi bir cinsel davranıştaki Hayır’ı, Evet’e çevirmek için kullanılan ve ‘fiziksel zorlama içermeyen’ bütün yöntemlerin geneline verilen addır. Bu yöntemler ısrar(Sürekli talep etme), manipülasyon/hileli yönlendirme(Rahatlatıcı yalan söyleme), duygusal tehditler(Rıza verilmezse başkalarına gitme tehdidi), ikna süreçleri(Hediyeler, maddi destek ve ikramlar), duygusal baskı(Kişiye kendini suçlu hissettirme), kaygıyı azaltma(Birliktelik üzerine verilen güvenceler) vb. olabilir.
Oysa her birey cinsiyetinden bağımsız olarak, cinsel davranışlara rıza göstermesi veya göstermemeyi seçer. Rızanın inşa edilmesi, bu seçimlerin bulanıklaşmasına ve hayatta kalanın maruz bırakıldığı şiddeti çok sonra fark etmesine sebep olabilir.
*Bu çok daha sonra fark etmesine sebep olabilir cümlesi, ayrıca toxic/zararlı ilişkiler için de geçerlidir ve açarsam çok daha farklı yerlere gideceği için onu başka bir zaman anlatmayı düşünüyorum.*
Arzu ve rıza birbirine karıştırılmamalıdır. Arzunun varlığı görüldüğünde ‘’Rıza da var’’ ön kabulü, birçok dinamiğin yok sayılarak fiziksel zorlamanın olmadığı bir cinsel şiddetin oluşması riskini taşır. Tecavüz kültürü denilen toplumdaki eril şiddet yaklaşımını da besler.
Rıza inşasını başkaları üzerinde kurabildiğimiz gibi, kendimiz üzerinde de kurabiliriz. Rıza inşasının sorgulanması; kendimizi ve birbirimizi dinleme, iletişim kurma, bilgilerimizi değil duygularımızı anlama ve ifade etme, sınırlara saygı gösterme üzerine bir güçlenme ve özgürleşme sürecidir.

Tecavüz kültürünü yok etmek için, toplumumuzdaki ayrımcı söylemler; homofobi, kadın düşmanlığı, transfobi, engellilere yönelik ayrımcılık gibi, şiddeti, adalet sistemini ve iktidara erişimi etkileyen baskıcı sistemlerle bağlantılı. Suç unsuru teşkil eden davranışların cezasızlıkla değil ceza ile sonuçlanması yönünde kamuoyu oluşturabiliriz, stratejik davalamalar yapabiliriz. Yalnızca siyasi otorite değil, hak temelli çalışan örgütler olarak da değil, bireysel olarak da yapabileceklerimiz var. Bu sistemleri dönüştürücü bir algıyı hem medyada görebilirsek hem gündelik hayatımızda hem de ilişkilerimizde pratik edebilirsek tecavüz kültürüne karşı bir tavır geliştirmiş oluruz.
Ek olarak:
O saatte orada ne işi varmış demek yeniden tecavüz demektir.
Dayanamadım gibi ifadelerle tecavüze anlayış göstermek suç ortaklığıdır.
Erkek olmak başkalarının bedeni üzerinde bir şey yapma hakkı vermez.
Bakirelik kavramı çağ dışı bir kavramdır, sorulmasına dahi izin vermeyin soranı da hayatınızdan uzaklaştırın.
Son olarak;
1. Görselde, tecavüz kültürünü sanatsal bir çizimle açıkça görebiliyoruz.
2. Görselde, erkeğin toplum tarafından nasıl da ilahlaştırılıp, ne yapsa hakkıdır ve erkek dediğin yapar gibi kalıpların arkasına sığınarak nasıl da hayatını ikiyüzlü bir şekilde devam ettirdiğini açıkça görüyoruz.
3. Görselde, toplum tarafından kadının direkt olarak ‘’Yargısız hüküm’’ gördüğünü görebiliyoruz.
Ve bu görsellerle anlattıklarım, daha da bir bütünlüğe kavuşmuş oluyor.

Merhaba dostlar, biri dondurma mı dedi yoksa ben mi yanlış duydum? Hem de karpuzluymuş ve yapması inanılmaz derecede bas...
11/06/2021

Merhaba dostlar, biri dondurma mı dedi yoksa ben mi yanlış duydum? Hem de karpuzluymuş ve yapması inanılmaz derecede basitmiş! Aman aman neler duyuyorum böyle… ^^
Bu seferki ‘Yiyecek Öneri’ döngümüzde havaların ısınmasıyla beraber ilk aklımıza gelen ve en çok tükettiğimiz yaz yiyeceklerinin başında dondurma geliyor. *Tamam, tamam sakin olun. Dondurma kışın da yeniyor, buralar kızışmadan hemen bir dondurma hazırlayıp ferahlayalım.* Özellikle güzel karpuzların çıkmaya başladığı bu dönemde sizlere böyle bir tarif hazırlamak istedim. Buyurun vakit kaybetmeden tarife geçelim.
Malzemeler;
125 gr. Pudra şekeri
125 ml. Su
1 vanilya çubuğundan ayırdığınız tohumlar eğer yoksa vanilya özü ya da şekerli vanilin(yarım çay kaşığından biraz azı kadar yeterli)
600 ml. Karpuz suyu(çekirdekleri çıkartılmış ve süzülmüş olmalı)
4 Misket limonu suyu

Yapılışı;
Pudra şekerini, suyu ve vanilyayı orta ateşte bir tencereye koyun. Şeker eriyinceye kadar ısıtın, ardından ocaktan alın ve soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra buzdolabına kapaklı bir şekilde aktarın ve çok soğuyuncaya kadar bekletin.
Ardından süzmüş olduğunuz karpuz suyunu ve misket limonların suyunu ekleyin ve iyice karıştırın.
Bu karışımı, dondurma kalıplarına dökün ve donana kadar gece boyunca dondurucuda muhafaza edin.
Ve ferah mı ferah, leziz mi leziz, tadına doyamayacağınız dondurmanız hazır. Bu kadar basit!

-Alternatif tarif-
2. Görseldeki İçin.
Yapmanız gerekenler neredeyse tamamen aynı. İlave olarak kivi eklemeniz ve çifte dondurma metodu uygulamanız gerekiyor, o kadar.
Yapılışı;
Karpuzlu ve kivili karışık dondurma yapmak istiyorsanız, ilk olarak yukarıdaki tarifi uygulayın ve dondurma kalıplarının 3’te 2’sini doldurun ve dondurucuya atın gece boyunca bekletin.
Yine aynı şekilde, pudra şekerini, suyu ve vanilyayı orta ateşte bir tencereye koyun. Şeker eriyinceye kadar ısıtın, ardından ocaktan alın ve soğumaya bırakın. Soğuduktan sonra buzdolabına kapaklı bir şekilde aktarın ve çok soğuyuncaya kadar bekletin.
Ardından blender yardımı ile sıvılaştırdığınız 6 adet kiviyi ve 2 adet misket limonun suyunu ekleyin ve iyice karıştırın.
Bu karışımı yukarıda hazırlamış olduğunuz 3’te 2’si dolu, donmuş olan dondurma kalıplarının içine dökün ve gece boyunca bekletin. Ve karpuzlu-kivili dondurmanız hazır. Elinize sağlık!

Şimdiden afiyet olsun, bu dondurma tarifini farklı meyvelere de uygulayabilirsiniz. Tamamen sizin damak tadınıza kalmış. Önemli olan sadece meyveler arasındaki tat uyumunu sağlamanız.

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Hayatınızı Kolaylaştıracak Bilgiler’ döngümüzde sizlere, biz insanlardan bile milyonlarca y...
11/06/2021

Merhaba dostlar, bu seferki ‘Hayatınızı Kolaylaştıracak Bilgiler’ döngümüzde sizlere, biz insanlardan bile milyonlarca yıl önce dünya üzerinde var olan ‘Arılar’ hakkında, hem sizlerin hem de arıların hayatını fazlasıyla kolaylaştıracak bilgiler vereceğim. Keyifli okumalar dilerim. 🐝🍯
Şöyle ki bir arı kolonisi evinizin çatısına, bodrumuna, bahçeye veya bulunmaması gereken yerlere yuva yaptıysa arı kolonisine sıcak su atmak gibi çağ dışı bir davranış sergilemek yerine arı üreticilerini aramanız, hem sizlerin arılar tarafından sokulmanızı engelleyecektir hem de arılar zarar görmeden hayatlarına devam edeceklerdir. Üstelik arı üreticileri bunu seve seve bedavaya yapacaklardır.
Aile büyüklerimizden veya çevremizdeki yaşlı insanlardan arıları uzaklaştırmak için arı kovanının üzerine sıcak su atıldığını aramızdan belli bir kitlemiz görmüştür. Böyle yapınca arılar sıcak su yüzünden ölüyorlar, bazıları korkunç yaralar alıp yaşıyor ama buna yaşamak denirse. İnsanların arıları defetmek veya yok etmek için kullandığı birbirinden farklı yöntemler var; Haşere ilaçları, böcek tozları, duman, sıcak su gibi. Lütfen bu tarz şeyler yapmak yerine arı üreticilerini arayın.
Sizler bir arı üreticisi tanımıyor olabilirsiniz, bu çok normal onun yerine belediyeyi, polisi, itfaiyeyi veya farklı kamu hizmeti veren yerleri arayabilir ve durumu anlatırsınız. (Zahmet olur, aman uğraştırmayalım, yahu onların bu tarz şeylerle ne işi var vs. gibi düşünmeyin ve iletişime geçin çünkü onlar kamu hizmeti için varlar.) Onlar da sizler için arı üreticilerinden biriyle iletişime geçer ve sizin herhangi bir şey için uğraşmanıza gerek kalmadan ve tabii ki en önemlisi arılar zarar görmeden ve de bunun yanında siz bu uğraşı verirken arılar tarafından sokulmanıza gerek kalmadan, arılardan tamamen kurtulmuş olursunuz.
Gelin bir de bu muhteşem canlıların özelliklerine göz atalım:
Bilinen ilk arı fosili 100 milyon yıl, ilk insan fosili ise 300 bin yıl öncesine aittir, yani bizler yokken arılar vardı.
Arıların ‘’vızzz’’ sesini çıkarmasının sebebi, kanatlarını saniyede 230 defa çırpıyor olmalarıdır. Ne kadar da inanılmaz değil mi?
Sadece dişi arıların iğneleri olduğu için sizi sadece dişi arılar sokabilir. Üzücü olan ise bal arılarının herhangi birini ya da bir şeyi soktuktan sonra ölmeleri…
Bal arılarının 170 koku alıcısı bulunuyor. Bu sayede sizin kokusunu dahi alamadığınız çiçeklerden o lezzetli balları üretiyorlar.
Birbirlerini kokuları ile tanıyorlar, her bal arısı kolonisinin kendine has bir kokusu vardır ve arılar kendi kolonilerini bu sayede bulurlar.
Biz insanların en yakın böcek dostudur. Çünkü arılar insanların yiyebilecekleri bir gıda üreten tek böcek türüdür.
Arılar kış aylarında kovanlarından çıkmaz ve yaz boyunca biriktirdikleri balı yiyerek yaşamlarına devam ederler. Kraliçe arıyı ve kendilerini sıcak tutmak için sıkı bir küme oluştururlar.
Bal arılarının 6 bacağı vardır. 2 bitişik gözleri başlarının yanındadır ve 3 tekil gözleri ise başlarının üzerindedir yani 5 gözlüdürler. Bunun yanında 2 çift kanatları, bir nektar keseleri ve bir de mideleri var.
Ortalama bir arı hayatı boyunca bir çay kaşığının 12’de 1’i kadar bal üretebilir. Yarım kilo bal için bir grup bal arısının 2 milyon çiçeği gezmesi gerekir.
Bal arıları kendi aralarında dans ederek anlaşırlar. Bir bal arısı bulduğu yemek kaynağının konumunu ve kovana mesafesini, yaptığı özel bir dans ile diğer arılara anlatır.
Einstein’ın ‘’Arılar olmazsa insanlık yok olur’’ teorisini duymuşsunuzdur. Bu teori Harvard Üniversitesi tarafından da test edilmiştir. Sonuç olarak ise, arılar yok olursa normal ölümlere ek yılda 1 milyon 420 bin insanın hayatını kaybedeceği çıkmıştır.
Dünyanın gelmiş geçmiş en zeki insanlarından biri olarak kabul edilen Albert Einstein’ın ölümünden önce arılar üzerinde çalıştığı ve ‘’Arılar yok olursa insanlığın sadece 4 yıl ömrü kalır.’’ şeklinde bir ön görüde bulunduğu birçok kaynakta aktarılıyor. Bu nedenle özellikle geçtiğimiz birkaç yıl öncesinde bilinmeyen bir sebeple milyonlarca arının birdenbire ölmesi bilim dünyasında büyük paniğe neden olmuştu.
Arıların gizemli ölümünü incelemek için ekipler kuruldu, bilimsel çalışmalar yapıldı ve ‘Koloni Sendromu’ adında bir hastalığın ve tarım ilaçlarının sık kullanımının arıların ölümündeki gerekçeler olabileceği tespit edildi. Harvard Üniversi’nden, Samuel Myers ise arıların ölümünün arkasındaki gizemin yanında, tarım ürünleri için gerekli dölleme işleminde kritik rol oynayan arıların yok olmasının dünya gıda üretimini nasıl etkileyeceğini de araştırdı.
Arısız hayatın sonuçları için Myers’a göre, eğer arıların tamamı yok olursa yılda 1 milyon 420 bin insanın ölümüne sebep olacak bazı örnekler;
Dünya meyve üretimi %22,9 azalır.
Sebze üretimi dünya genelinde %16,3 düşer.
Tahıl üretiminde %22,9’luk bir düşüş yaşanır.
Meyve-sebze-tahıl üretimindeki bu kesintiden kaynaklanan gıda sıkıntısı özellikle hamileler ve çocukların gelişimi için büyük önem taşıyan A vitamini ve foliks asit eksikliğine sebep olur.
Yine aynı sebepten dolaşım rahatsızlıkları ve bazı kanser türlerinde önemli oranda artış kaydedilir.
Tüm bu etkiler dünya genelinde yılda 1 milyon 420 bin insanın arıların yok olması nedeniyle hayatını kaybedeceği anlamına geliyor. Toplam arı nüfusunun %50’lik bir düşüş yaşanması durumunda ise extra ölümlerin 700 bin dolayında gibi yine ciddi bir sayı olacağı yönünde tahminler yapılıyor.

**İlerleyen günlerde balın özellikleri ve faydaları hakkında bir yazı hazırlamayı düşünüyorum ve tabii ki bunun yanında arıların üretmiş olduğu propolis hakkında. Bunun için araştırmamı yapacağım ve sizler için propolis ve bal ile alakalı harika bir bilgilendirici yazı hazırlayacağım. Bundan 1,5-2 ay kadar önce korona hastalığına yakalanmış ve atlatmış biri olarak söyleyebilirim ki bu ikisinin iyileşmemde ve hastalığı hafif atlatmamda *benim görüşüme göre* büyük katkısı var. Bal ve propolisi düzenli olarak tüketiyordum ve bir yerde okuduğuma göre kansere yakalanmama konusunda bile etkili(Araştıracağım ve sizlere anlatacağım, elimden geldiğince her zaman için doğru bilgi aktarmak istiyorum.)**

Merhaba dostlar, bu seferki kültürel döngümüzde sizlere ülkemizin gündemini son zamanlarda oldukça meşgul eden Deniz Sal...
10/06/2021

Merhaba dostlar, bu seferki kültürel döngümüzde sizlere ülkemizin gündemini son zamanlarda oldukça meşgul eden Deniz Salyasını anlatacağım. Bunu yazarken inanın çok üzülerek yazıyorum, gerçekten insanın gözleri doluyor. Nasıl bu kadar kötü olabildik? Kültürel döngüde ne işi var diye merak ederseniz, okuyun anlayacaksınız.
Ülkemiz, üç tarafı denizlerle çevrili ve dört mevsimin yaşandığı bir coğrafyaya sahip. Dört bir yanımız doğa harikaları ile kaplı, bizler içinde yaşadığımız bu cennet ülkenin değerini bilmezsek, bizler sahip çıkmazsak kim çıkacak?
Türkiye’nin içinde bulunan doğa harikası örneklerimiz saymakla bitmiyor; Dünyada kendi kendini temizleyen yalnızca 3 denizden biri olan Ege Denizi’nin Kuzey kesiminde yer alan Saros Körfezi, Pamukkale Travertenleri, Yedigöller Milli Parkı/Bolu, Kapadokya, Ölüdeniz Lagünü, Kelebekler Vadisi, Karagöl/Artvin, Göcek Koyları, Yenice Ormanları, Marmaris Kızkumu ve daha niceleri. Konumuz ‘Deniz Salyası’ olduğu için artık daha fazla uzatmadan ona geçiyorum.
Deniz salyası 18. Yüzyıldan beri Adriyatik Denizi ve Akdeniz’de bulunuyor ve en çok 15 yıl önce Marmara Denizi’nde görüldü ama öncekilerin hiçbiri bu seviyelere ulaşmamıştı bu bir felaket! Marmara Denizi, kirlilikten ve yüksek sıcaklıklardan beslenen bu sümüksü çamur tabakasıyla mücadele ediyor. Dünyanın dört bir yanındaki deniz yaşamı ve su endüstrileri benzer organik tehditlerle karşı karşıya.
Son altı ayda, İstanbul’un güneyinde, Marmara Denizi’nin yüzeyinde, küresel ısınma, atık su ve böcek ilaçları da dâhil olmak üzere aşırı kirletici maddeler nedeniyle büyük bir organik madde kütlesi çiçek açtı. Deniz müsilajı olarak da bilinen kalın, sümüksü gri-kahverengi tabakalar, çoğu fitoplankton olan ölü ve canlı organik maddelerden oluşuyor. Bu mikroskobik algler genellikle okyanus sularını oksijenle doldurmaya yardımcı olur, ancak stres altında olduklarında kontrolden çıkabilirler ve kilometrekarelere yayılabilen yapışkan mukus benzeri bir madde üretirler.
Deniz salyası bu yılın başından beri Marmara Denizi’ne yayılıyor. 2007 yılından bu yana Marmara Denizi için ciddi bir sorun olmuştur, ancak hiç bu kadar büyümemiş ve yayılmamıştı. ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nden araştırmacılar ve bireysel çalışan onlarca bilim insanından oluşan kişilerin yaptığı araştırmalara göre ki bu araştırmalar tüm deniz havzasındaki 100 istasyonun kontrol edilerek fenomenin incelenmesiyle açıklanmıştır. Benzeri görülmemiş seviyelere ulaştığı belirtilmektedir. Sadece yüzeyde değil, su seviyesinin 80 ila 100 metre altında ve deniz tabanına kadar ulaşan deniz salyasının verdiği hasar inanılmaz seviyelerde.
Marmara Denizi kıyılarında, bu müsilaj yüzünden oksijen açlığı çeken balıkların sürüler halinde öldüğü görülüyor. Çamur, yüzeyi kaplayıp deniz dibini örtmek için dalgaların altına batarken, sudaki oksijeni emerek deniz yaşamını boğan ve bölgenin çeşitli ekosistemini tehdit eden *ölü bölgeler* oluşturuyor. Ege Denizi ve Karadeniz arasında önemli bir ekosistem ve suyolu olan Marmara Denizi, midye, yengeç, istiridye, mercan ve yaklaşık 230 balık türü dâhil olmak üzere zengin çeşitlilikte deniz yaşamına ev sahipliği yapmaktadır.
Yakın zamanda deniz salyasının görüldüğü Karadeniz, Türkiye’nin balıkçılık endüstrisinin çoğunu desteklemektedir ve bolluğu, kısmen Marmara Denizi’nden gelen bir alt akıntı tarafından sağlanan oksijenden kaynaklanmaktadır. *Şu anda risk altında olan oksijen!* Marmara’da balıkçılık da önemlidir, ancak deniz salyası deniz türlerini giderek daha fazla boğduğundan ve ağları çökerttiğinden dolayı, oradaki balıkçıların geçim kaynakları da risk altındadır.
*Bu deniz salyası kabuklu deniz hayvanları için bile ölümcül. Açıldıklarında tekrar kapanmalarını engelliyor çünkü araya giriyor. Denizdeki tüm canlılar risk altında, yaşam risk altında!*
Buna benzer bir felaket daha önce Nisan 2010’daki Deepwater Horizon petrol felaketinde de yaşanmıştı. Meksika Körfezi’ndeki Louisiana kıyılarından yaklaşık 65 km açıktı oluşmuştu. Zamanında bilim insanları, dökülen petrolün bir kısmının fitoplanktonla karıştığını tahmin etmişlerdi.
Yukarıda da bahsettiğim gibi deniz salyası yeni değil bu hep bir sorun oldu. 18. Yüzyılın başlarında Akdeniz’de görüldü ve komşu Ege Denizi ve Karadeniz’de de bir sorun haline geldi. Bu denizlerin göreceli durgunluğu ve sığ derinliği, onları deniz salyasının oluşumu için ideal kılıyor.
Deniz salyası, deniz canlılarına ve bulanık suda yüzen insanlara zarar verebilecek potansiyel olarak ölümcül virüsleri ve bakteriler gibi diğer mikroorganizmaları da çekebilir.
Son yarım yüzyılda çevredeki su havzasından kaynaklanan artan kirlilik, diğer stres faktörlerinin örneğin; Tarımsal veya endüstriyel akıştan veya deniz çevresinde yaşayan 20 milyondan fazla insanın ürettiği tonlarca kanalizasyondan ve aşırı avlanmanın yol açtığı olumsuz etkilerden dolayı berbat durumda. Biyo-çeşitlilik kaybı ve ekosistemin zayıflamasıyla denizlerimiz, deniz salyası gibi ciddi sorunlara karşı daha duyarlı hale geldi. Artık kaldıramıyor!
Marmara’daki su sıcaklığı son 20 yılda, 2 ila 2,5 derece arttı ve bu küresel ortalamanın daha üzerinde. Bunda, insan kirliliğinin yanında azot ve fosfor gibi organik bileşenler ve iklim değişiklikleri de rol oynuyor. Bu balçık tabakası, Karadeniz’in deniz biyomunu da tehdit ediyor.
Bu durum kesinlikle doğal değil! Anormal ve korkunç, akıl almaz boyutlarda.
Artan mukus tabakası balıkların solungaçlarını bloke ederek nefes almasını engelliyor. Deniz kabuklularının tekrar kapanmasını engelliyor. Oksijeni tüketiyor, denizlerimiz ölüyor!
Israrlı tavırlar ve baskılar sonucunda ve durumun getirdiği aciliyet ile alakalı olarak Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘’Arıtılmadan denizlere bırakılan atık sular, bu konuda Çevre ve Şehircilik Bakanıma talimatı verdim. İBB niye bunu yapmıyor? İzmir niye yapmıyor? Demeyeceğiz. Başta Marmara olmak üzere bu müsilaj belasından denizlerimizi kurtaracağız.’’ Açıklamışını yapmıştı. 300 kişilik bir ekip Marmara’nın 91 noktasında denetimlerini sürdürüyor denildi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, verdiği röportajında; ‘’Yıllardır birikmiş birtakım sorunların çözüm noktasında, ülkemizin en üst yönetimlerinden; Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan, Tarım Bakanlığı’na, kıyısı olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere bütün belediyelerin, ortak akılla Marmara Denizi ile ilgili sıkı bir eylem planı çalışma zorunluluğumuz vardır. Bu konuda, var olan bilimsel çalışmalarımız, bu hususta iç bünyemizde oluşturduğumuz çalışma grubunu etkin bir biçimde büyüterek, Türkiye’mizin ilgili bütün kurumlarıyla eklenmesi hususunda, sorumlu bir biçimde bu süreci ele alacağımı da buradan duyurmak istiyorum.’’ diyerek konuşmasını sonlandırmış ve izleyenlerin ve dinleyenlerin yüreğine bir ferahlık getirmişti. Yüzbinlerce, milyonlarca kişinin, yaptığı işlerde başarılı bulduğu ve hizmet için canla başla çalışan Ekrem İmamoğlu’nun, bu *Deniz Salyası* belasıyla da aynı şekilde ve daha fazla savaşacağına şahsen gönülden inanıyorum.
Dostlarım, umarım bu pislikten bir an önce kurtuluruz, deniz canlıları rahat bir nefes alabilsinler ve denizlerimiz eskisi gibi pırıl pırıl olmaya devam etsin. Gelişmeleri takip etmeye devam edeceğim, inanıyorum ki İmamoğlu başta olmak üzere, yetkililer ve bunun için çalışan kişiler canla başla mücadele edeceklerdir.

Address


Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Spiral Nine posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Spiral Nine:

Shortcuts

  • Address
  • Alerts
  • Contact The Business
  • Claim ownership or report listing
  • Want your business to be the top-listed Media Company?

Share