22/12/2019
Ey söyleyeceklerini tutup yüreklerini hece hece konuşturanlar! Başları dik, elleri tetikte karda gömülü yatanlar! Kendilerini ısıtacak elbisesinin adı ölüm olanlar. Ey karlar içinde pusuda beklerken donup heykel olanlar!
Kim? Kim o? Kim ki sizi aç kurtlara yem yapanlar?
Kim ki sizi ayazla, bizi bu hüzünle boğanlar?
Kim o beyaz karla gözleri boyananlar?
Kim bu “hüznün hikayesi”ni yazanlar,
Yazdıranlar.
Yoklar!
Onlar yok ama siz hala varsınız yiğitler! Gördüm ben. Yüreğinizi karelere sığdırmaya çalışanların karelerinde gördüm sizi. Gördüm o karelerde gözyaşınızın bile donduğunu sonra sildim gözyaşınızı kendi yanaklarımdan. Birden alamadığınız nefeslerin kokusu geldi burnuma. Üşüdüm! Sonra bir nefes aldım. Aldım ama o nefesle ısınmaya utandım! Sonra dönüp baktım bir defa daha.
Karenin en sağında bir Mehmet! Bir değil bin Mehmet! Yüz bin Mehmet! Donmuş eller, hala çarpan yürekler. Ey Sarıkamış altında yiğitler! Gece yürüyüşüne çıkarılır gibi Sarıkamış’a sürüklenen Mehmetler! Hala Allah-u Ekber’de nöbet tutan ekserler!
Bakın! Bugün yazmamızı istiyorlar sizin hüzün hikayenizi. Söyleyin; nereden başlanır, nasıl anlatılır? Donmaz mı yürek, bitmez mi mürekkep? Yeter mi kelimeler? Yazmakla biter mi kara gömülen tarih? Yok Mehmet’im, yok! Bitiremem birkaç satırla. Haksızlık yapamam uğruna öldüğün toprakta yatan başına. Utanırım yazamam sıcak ellerimle donmuşluğun destanını. Yiğidin, ümidin, Mehmet’in Muhammed hayatını. Dökemem dilimden sana gelen yardımı suların yutmuşluğunu. Gelseydi o yardım, bugün sen anlatırdın dilinden kurumuşluğunu. Ellerinle silerdin ananın sevinç gözyaşlarını.
Keşke… Keşke gelebilseydi gemi, yakabilseydi sobanı. O zaman olurdu bal kaymak dudaklarında destanın. Tebessümle anardın senin mübarek adın. Şimdi burada hüzün var. Bir anan değil bir millet ağlar. Yiğidim! Adın oldu kahraman. Ama Türk’ün doldu içine biraz kahr bir zaman!
Şimdi ise sıralanan keşkeler…
Keşke yiğitler, keşke… Yıllardır tuttuğunuz nöbet, başınızı kaldırdığınızda yüzünüzü tokatlayan rüzgar, birbirinize bakamadığınız gözler, Mehmet kardeşinize uzatamadığınız eller, ağladığınızda donan yaşlar… Ve dahası gülümsediğinizde bile acıyan yanaklar…
Hepsini anlatıyor işte bu ‘Keşke’ler!
Keşke yazılmasaydı bu heceler, yiğitler! Keşke dikilmeseydi yürekleri hala çarpan heykeller! Ve keşke hiç olmasaydı bu keşmekeş keşkeler!