M.Bulut Acan

M.Bulut Acan ▬▌ o ş g e L d i n i z ;-) Unutmayalım; Yorumlar Kişiliğimizi Gösterir.. ''Edeple Gelen Lütufla Gider''

Burası Sapıklık , Sarkıntılık Yapabilceğiniz Bir Sayfa Değildir. Beğenmiyorsanız Çıkabilrsiniz Zorla Tutmuyoruz.

https://youtu.be/KEmHiWtJ9bA?si=arjb6qvR77X1EBYETakip et Sende kazan ...😉👍
24/03/2024

https://youtu.be/KEmHiWtJ9bA?si=arjb6qvR77X1EBYE

Takip et Sende kazan ...😉👍

bugun izmir kuş pazarını dolaştık fiyatlar 100 tl den başlıyor 1000 tl ye kadar gidiyor yer izmir halkapınar her pazar sabah 7 den öğlene kadar.

~BİR NEFES~Annesi kendini doğururken ölen küçük kız, aklı ermeye başladığı zamanlarda, arkadaşlarının annesine sarıldıkd...
01/11/2023

~BİR NEFES~

Annesi kendini doğururken ölen küçük kız, aklı ermeye başladığı zamanlarda, arkadaşlarının annesine sarıldıkdıklarını her görüşünde sitem etmeye ve ağlamaya başlar.-"Sen olmayacaksan beni dünyaya neden getirdinki? -" diye babasının dizlerinde hergün dövünür durur.Bu acıyı elinden geldiğince teselli eden babası da çok üzülmektedir bu duruma...

Küçük kız annesiz büyür ve evlilik çağına gelip, sevdiği adamla evlenir uzun yıllar sonra.Evliliğinden bir yıl sonra çocuklarını dünyaya getirmek için hastahaneye yatar. Fakat doğum çok zor geçer...Doktor çocuk doğarsa çok düşük bir yüzdeyle annenin yaşayacağını söylese de, doğumda yanıbaşında olan eşi bile vazgeçiremez onu minik bebeğini dünyada getirmekten.Genç kadın dünyaları yıkar doğumhanede.Yinede vazgeçmez doğumdan...

Adam büyük bir korkuyla kabul eder eşinin isteğini.Neyseki doğum gerçekleşir.Ve bir oğulları dünyaya gelir.Kızın, yaşlı babası odaya çıkarılan kızının yanına gelir ve gözyaşlarıyla torununu öperken, kızına birşey soracak gibi olur.Kızı ise-"Kızma bana. Onu ölüme bırakmazdım-" deyince,yaşlı adam gözyaşlarıyla eski bir mektup çıkarır cebinden ve kızına uzatır.Şöyle yazmaktadır mektupta:-"Canım kızım belkide bu kararı verdiğim için ölürsem, ileride bana çok kızacaksın.Ama birgün anlayacaksın, anne olmanın ne demek olduğunu.Anne olmak, yavrusu bu dünyada bir nefes alsın diye, son nefesini vermeyi göze alabilmektir...ANNEN RUKİYE -"...

~BİR GÖZÜNÜ BANA VERİR MİSİN? ~Hastahane odasında , yan yana yatan ağır yaralı iki asker arkadaşları kendilerine geldikl...
31/10/2023

~BİR GÖZÜNÜ BANA VERİR MİSİN? ~

Hastahane odasında , yan yana yatan ağır yaralı iki asker arkadaşları kendilerine geldiklerinde acılar, sancılar içinde konuşmaya başlarlar...Bir gün önce girdikleri çatışmada öyle çok yara almışlardırki ikisininde yüzlerine gözlerine kadar kana bulanmış sargı içindedirler... Cam tarafında yatan genç ağlamaklı bir halde seslenir çatışmadan önce yeminler edip birbirlerine karşılıklı olarak canlarını feda edecekkerini haykıran asker arkadaşına...
-"Senden bir saat kadar önce kendime geldim. Doktorlar iki gözümünde çatışmada aldığım yaralarda kör olduğunu söyledi. Biliyorsun. Beni bekleyen ve çok seven bir nişanlım var. Mademki canımız birbirimize fedadır dedik.Canını istemiyorum senden. Bana bir gözünü verirmisin? -" dediğinde,arkadaşından hiç ummadığı bir cevap alır cam tarafında yatan genç adam...Şöyle der arkadaşı:

-" Biliyorsun? Benide bekleyen bir eşim ve bir ailem var.Beni tek gözümle görmelerini istemem.Bu benim için çok zor bir karar. Ve ben bu dediğini kabul edemem. Çok üzgünüm arkadaşım-"der üzülür gibi yaparak. Ama aslında umursamaz bir tavırda olduğu okadar bellidirki...Ne olursa olsun bir gözünden vazgeçmek istemez arkadaşı için.

Saatlerce sessiz sessiz ağlar cam kenarındaki yatakta yatan genç adam. Arkadaşından böyle bir cevap beklememektedir çünkü...

Yaralarının acısından ve aldıkları ilaçların etkisiyle derin bir uykuya dalarlar sonra...

Tam bir gün geçer aradan. Doktor odalarına gelir. Cam kenarındaki askerin gitmiş olduğunu görür.Görevlilere ne kadar arattırsada cam kenarında yatan genç adamı bulamazlar. Doktor diğer askerin yüzündeki bandajı açar sonra. Dikkatlice kendisine bakmasını söyler... Ve,
-"Çok şükür ki görüyorsun. Tek gözünlede olsa görebileceksin dünyanın güzelliklerini-" dediği an bir gözünü kaybettiğine üzülür asker. Cam kenarında yatan arkadaşının nerede olduğunu sorar. Onun iki gözünüde kaybettiğine okadar üzülmektedirki. Doktor şöyle cevap verir bu soruya..

-" Bizi ikna etmek için okadar uğraştıki arkadaşın. Böyle birşeyin mümkün olmadığını söylesekte sonunda kabul ettirdi bize.Senin eşin ve çocuğun varmış.Bunları söyleyip uzun süre ağladı. Ben aynı durum da olsam oda aynısını hiç düşünmeden yapar dedi. ...Ve birde sana verilmek üzere bir not bırakmış yatağına gitmeden-"deyip kağıt parçasını uzatır pişmanlıktan darmadağın olmuş askere.Herşeyi anlamış halde okumaya başlar kağıtta yazılanları. Notta ise şöyle yazmaktadır:

-"İki gözünü kaybettiğini duyunca hiç düşünmeden tuttum sözümü.Senin karanlıkta kalmana gönlüm razı olmazdı. Ve bir gözümü sana verdim.Sana gözümü verdiğim o amrliyattan sonra o soruyu sorma sebebim sadece seni denemek içindi. Gözüme iyi bak olur mu?... Asker arkadaşın TEVFİK- "

~İHTİYAÇ SAHİBİ~Memur olarak yeni atandığım postahanede en çok dikkatimi çeken, her hafta çarşamba günü gelip,benden mek...
31/10/2023

~İHTİYAÇ SAHİBİ~

Memur olarak yeni atandığım postahanede en çok dikkatimi çeken, her hafta çarşamba günü gelip,benden mektubunu cebindeki kağıtta yazılı olan adrese yollamamı isteyen yaşlı amca olmuştu...Bir sonraki hafta tekrar geldiğinde, önce mektuplarına yanıt gelip gelmediğini sorar,gelmediğini öğrenincede benden tekrar mektubunu cebinden çıkardığı kağıt parçasının üzerinde yazılı adrese tekrar göndermemi isterdi...

Yaklaşık bir yıl kadar, her haftanın çarşamba günü aynı olay sürüp gitti.Sonradan adının Muzaffer olduğunu öğrendiğim amca, önce mektuplarına cevap gelip gelmediğini sordu.Olumsuz yanıt alıncada yine mektubunu aynı adrese yollamamı istedi benden...Hallaway caddesi/2/a sokak,kapı numarası 5... Artık ezberlemiştim bu adresi.Sorgusuz sualsiz Muzaffer amcaya olumsuz cevabı verip, mektubuda aynı adrese yollamak haftalık rutinim olmuştu...

Fakat bir yılın sonunda iyice meraklanmış ve Muzaffer amcayada soramadığım için,yine bir çarşamba günü söz konusu adrese mektubunu postalamak için almış, fakat bu defa işlemini hemen gerçekleştirmeyi, mektubu çantama koyup eve götürmüş,kapıdan içeri girer girmez büyük bir merakla açıp okumuştum.Mektup Almanya'daki oğlunaydı...Mektubun içeriğinde ise bir babanın pişmanlığı dile getiriliyordu.Muzaffer amcanın yazdığı hüzünlü cümleler yüreğimi dağlamıştı sanki...

Mektubunda defalarca af dilediği oğlundan bir cevap beklemesi ve benim bildiğim bir yıldır cevap alamaması derin bir hüzne boğmuştu beni... Hemen o an karar verip, bir mektup yazdım oğlunun diliyle ve kendisini affettiğin içten sözlerle anlattım...Ve bir haftanın geçmesini bekledim.Ve çarşamba günü geldiğinde Muzaffer amca yine mektuplarına bir cevap gelip gelmediğini sorduğunda çekmecemden zarfı uzattım ve gülümseyerek, oğlundan cevap geldiğini söylediğimde titremesini,daha mektubu açıp okumadan gözlerinden akan yaşları hiç unutamadım ömrüm boyunca...

Postahanenin bir köşesine geçip kimi zaman gülümseyerek, kimi zaman ağlayarak okumuştu mektubunu.Ve o günden sonra her hafta oğluna yazdığı mektuplarına cevap olarak bir mektup yazarak eline tutuşturdum Muzaffer amcanın.Çünki ilk defa gülen gözlerini görmüştüm ve birdaha üzülmesini istemiyordum yaşlı adamın... Uzunca bir süre devam etti bu durum. O her hafta bir mektup yazdı,Bende oğlundan mektup gelmiş gibi davranıp,kendi yazdığım mektubu verdim ona...

Aradan iki sene geçmişti ve ben artık alıştırmıştım kendimi bu duruma... Fakat ikinci yılın ilk aylarında Muzaffer amca postahaneye gelmeyi bırakmıştı.Ve ben mektup gününü asla geçirmeyeceğini bildiğim ve onu fazlasıyla merak ettiğimden, mahalleliden sorup soruşturup öğrenmiştim neden postahaneye gelmediğini...Çok hastaymış öğrendiğime göre. Birkaç mektup karaladım alel acele yine oğlunun ağzından ve iş çıkışı Muzaffer amcanın evine gittim.Kapıyı komşusu olduğunu anladığım yaşlıbir kadın açtı...

Muzaffer amcanın çok rahatsız olduğunu ve belkide son anlarını geçirdiğini söyledi bana.Üzüntüyle girdim içeri.Hasta yatağında yüzü kireç gibi olmuştu adeta.Rengi benzi atmış ve ben bu durumu kendi gözlerimle gördüğümde kadının söylediklerine hakvermiştim... Son bir defa mutlu etmek istemiştim onu.Ve gülümseyerek oğlunun ağzından yazdığım mektupları uzattım ona.Olanca gücüyle gülümsedi oda bana ve mektupları yüreğine bastırdı sıkıca.Sonra titrek ve çok zor duyulan bir sesle az ilerisinde ki masanın çekmecesinde bir mektup olduğunu ve o mektubu bu defa oğluna değil, bana yazdığını söyledi...

Mektubu aldığımda ise evimde okumamı rica etti benden... Düşünceli ve çok üzgün bir halde yaşlı adamın evinden çıktım.Elimde sıkıca tuttuğum mektubu daha merdivenlerin başında açıp okumaya başladım...

Mektupta ise şöyle yazıyordu;"-Metin bey oğlum... Ben ileri derecede alzheimer hastasıyım.Bu yüzden çoğu şeyi unuturum.Uzun yıllar önce çok büyük bir hata yaparak, güvenini kaybettiğim oğluma her hafta yazdığım mektupları da bu hastalığımdan sebep yazdığımı bilmenizi isterim... Oğlum bundan yaklaşık yedi sene önce beni affettiğini söylemeden öldü ne yazıkki.Ve ben bu vicdan azabıyla ve hastalığımın da etkisiyle her hafta ona mektuplar gönderip af dilemeye devam ettim.Sen o postahanede memur olarak atanana kadar da bir cevap gelmeyeceğini çok iyi biliyordum... Fakat ihtiyaç sahibi insan kanmayada çok müsaittir.Sen o gün bana mektuplarıma cevap geldiğini söylediğinde oğlumun öldüğünü unuttuğum anlardan birini yaşıyordum... Öylesine inanmak istedimki o mektuplara,sonradan hastalığımın etkisinin geçtiği anlarda dahi senin yazdığını bile bile her hafta büyük bir heyecanla okudum. Tıpkı oğlum yazmış gibi, oğlum babasını affetmiş gibi okudum...Ölmeden önce beni bu kadar mutlu ettiğin için sana defalarca teşekkür ederim...Muzaffer amcan-"...

Mektup bittiğinde hıçkırıklarıma mani olamamıştım.Tam o anlarda okunan selanın ardından mahalle camisinin minaresinden Muzaffer amcanın ölüm anonsu yükselirken onu son gördüğümdeki gibi gülümserken hayal ederek içtenlikle teşekkürlerini kabul etmiş, oğlunun onu gerçekten affetmesi için ellerimi açıp dua etmiştim....

~GÖZYAŞI KAVANOZU~Postahaneden gelir gelmez eski kitapları ayırıp çöpe atmak için kapımın önüne koydum. Sonra eski çocuk...
29/10/2023

~GÖZYAŞI KAVANOZU~

Postahaneden gelir gelmez eski kitapları ayırıp çöpe atmak için kapımın önüne koydum. Sonra eski çocuk hikayelerini de ayıracakken içinden düşen resmi yerden alırken ellerim titremişti... Sessiz sessiz ağladım durdum... Sayfaları liğme liğme olmuş o hikaye kitaplarınıda kapının önüne atacakken, karşı daireme yeni taşınan ailenin küçük kızını görmüştüm. Kapımın önündeki eski kitaplarımı karıştırırken. Beni görünce yanlış birşey yapmış gibi korkup yüzünün bembeyaz olduğunu görünce bir garip oldum
-"İstersen alabilirsin o kitapları yavrum-" deyince hiç duymamıştı sanki beni.Dikkat ettim saçları kısacık kesilmiş, elinde üçte biri su ile dolu olan kavanozla, ürkek bir ceylan gibi benden kaçarcasına indi merdivenlerden...

On dakika kadar sonra ise eski,kitapları çöpe atacakken, bir ağacın tepesine çıkmış kavanozu ağacın dallarından birine iple bağladığını gördüm... Hiç korkmamıştı o yaşında, kız başına ağaca çıkmaya... Sonra aşağıya indi nemli gözlerle. Ve kitaplara özlem dolu bir bakış fırlatıp,
-"Eskide olsa atmayın teyzecim.Onları okumak isteyenler illaki vardır-" demişti.
-"Al ozaman sen oku kuzum.Çokta seviyor olmalısın kitapları.Daha deminki bakışından anladım. Hem yepyeni birçok kitapta verenikirim sana-" deyince,
-"Ben okuma bilmem.Hem de benim okadar büyük bir yüküm varki. Babam istemez okumamı-" deyince yüreğime birşey saplanmıştı...

Her hafta, adının Sakine olduğunu öğrendiğim o kızı, aynı ağacın dallarına kavanoz bağlarken gördüm.Ve kavanozu ağaca astıktan sonrada elindeki çantayla sokaklarda su satmaya gidiyordu...

Dikkatimi birşey çekmişti o günlerde. Bir evden hiç cocuk sesi gelmezmiydi? Ben karşı daireden hiç duymamıştım çocuk seslerini... Bir sabah çöpü atarken Saniyenin çöpteki eski bir resimli kitaba baktığını görünce, başını okşadım. Elimi kaldırdığımda vuracağımı sanınca yüreğim titremişti...

-"Yavrum niye bu kadar ürkeksin sen?-" deyince cevap vermedim. Sözlerime devam etrim sonra.
-"İstermisin sana okuma öğreyim?Hiç çekinme. İnan elimden geleni yaparım senin için. En azından çok sevdiğin kitapları okuyabilirsin böylece-" deyince,
-"Ben ailem için para kazanmalıyım. Hergün bu suları satmazsam, ev kiramızı ödeyemeyiz. Ozaman babam daha çok döver beni. Şimdi saçlarımı üç numara yapıyor. Ama ozaman usturaya vurur... Ne çok isterdim bu dediğinizin olmasını bir bilseniz-" demişti. Bütün gün Sakine'nin dedikleri aklımda yankılandı durdu....

Ertesi sabah saat yedi de evin kapısını açıp Sakine'yi beklemeye başladım... Sakine elinde su şileleri dolu bir poşet ve herzaman ağaca astığı kavanozlardan biriyle evden çıkınca, elinden tutup içeriye çektim kızı..
-"Her ay sana sattığın sulardan kazandığın paradan daha fazlasını vereceğim.Sen her sabah evden işe gidiyorum diye çık.Ve benim evime gel. Bende sana okuma yazma öğreteyim olurmu? -" dediğimde, şaka yapıp yapmadığımı anlamak için belki bir dakika dikkatlice baktı bana masum gözleriyle... Sonra elimi öptü. Ve teşekkür etti. İlk dersimize başladık o gün. Anlattığım herşeyi okadar dikkatli dinliyorduki.Tüm alfabeyi düşündüğümden kısa bir zamanda ezberledi... Heceler kurmaya başladığındaki heyecanını ise hiçbirzaman unutmam.

-"Şü-kü-fe" - deyip adımı hecelediğinde içim bir hoş olmuştu.Çok dikkatli davranıyorduk babasının bu işten haberi olmaması için.Annesi seneler önce vefat etmiş. Ondan bahsettiğimizde hep boynunda asılı olan rahmetli annesinden kalan kolyeyi tutardı eliyle.

Fakat birtürlü anlam veremediğim birşeyi yapmaya devam ediyordu Saniye. Her hafta üçte biri su ile dolu kavanozu apartmanın yakınlarındaki bir ağaca çıkıp dallarına asıyordu... Ara sırada suratsız bir adamla, kadının evlerine misafir olarak geldiğini görürdüm... Saniye, kavanoz ve sürekli gelen o iki suratsız misafirle alakalı sorduğum hiçbir soruya cevap vermedi...

Azıcık saçları uzasa babası hemen keserdi nedense. Bu konularda hep muaallakta kaldı Saniye hiçbirşey anlatmadığı için. Ama birinci ayda hece hecede olsa okumayı söktüğünde ilk defa dişleri görünecek şekilde güldüğünü gördüm ben...

Her ay epeycede para veriyordum evine götürmesi için... Üçüncü ayın sonunda bir sabah Saniye'nin o ağaca yine kavanoz astığını gördüm. Fakat ayağı daldan kayıp metrelerce yükseklikten yere çakılınca korkumdan nasıl merdivenden indiğimi hatırlamıyorum.Kafası kan içinde kalmıştı zavallı kızın. Kucağıma alıp hastahaneye götürdüm hemen. Beş dikiş atıldı kafasına...
-"Canın acıyormu? -" diye sorunca, cevap vermedi. Sonrasında neden o kavanozları ağacın dallarına astığımı sorduğumda,
-"Nenem vardı benim. Çok sene rahmetlik olalı. ALLAH insanların gözyaşlarını görür. Sen dua et derdi bana. Ben hep dua ederim Şükufe teyze. Ama dularım kabul olmaz. Gecelerce ağlarım sessiz sessiz.Kimse duymaz. Gözyaşlarımı kavanozlara damlatıp, kavanozlarıda ağaçlara asarım.Yüksekte olan gözyaşlarımı ALLAH ozaman hemen görür diye asarım ağaçlara o kavanozları... - "dediğinde tüylerim diken diken oldu. Ağlamamak için zor tuttum kendimi... Ve hikayesini anlatması için okadar dil döktümki hastahane odasında...

Sonra anlattı biraz tereddüt ederek. Görme engelli bir kardeşi varmış Saniye'nin.Ona bakması için babası okumasını istememiş hiç. Hem ailesi için para kazanmasını, hemde görme engelli kardeşine göz kulak olmasını şart koşmuş.Saçlarını kesermiş ve daha kısa kesmekle de tehdit edermiş sözüne karşı çıkmaması için... Ve en sonunda kardeşi Süleyman'ın gözlerini açtıracak ameliyat parası için evlatlık vermeyi istemiş Saniye'yi. Evlerine sürekli girip çıkan hal ve tavırlarını beğenmediğim o çift satın alacakmış meğer Saniye'yi. O paraylada kardeşi ameliyat olacak ve gözleri açılacakmış...

O gece hiç uyuyamadım. Hep Saniye'nin kesilen saçlarını, gözyaşı kavanozlarını ve anlattığı herşeyi düşündüm... Baba dostum polis bir abimden yardım istedim. Saniye'yi evlatlık alacak o çifti araştırdı benim için.Evlatlık aldıkları kızları çok yüksek paralar karşılığı, başlık parasıyla evlendiren bir çok suçtanda sabıkası olan insanlar olduğunu öğrendiğim de aklım başımdan gitmişti...Baba dostumdan bu konuyla ilgi birkaç belge alıp sakladım.

Her sabah evime gelen Saniye üç ay içinde mektup yazacak kadar okuma yazma öğrenmek istediğini söyleyince ise çok şaşırdım. Ama zavallı çocuğun gülümsemesi için elimden geleni de yaptım...

Üç ayın sonunda bir sabah kapım çaldı. Ve kızımı karşımda görünce ne diyeceğimi bilememiştim.Sarıldı bana. Paris'ten apar topar gelmiş mektubu alınca. Oysa çok zaman olmuştu ona mektup yazmayalı.Saniye isimli bir kız çocuğunun mektubunu aldığını,mektubunda ise her gece cam kenarında Şüküfe teyzesinin ağlamasına dayanamadığını, çok iyi yürekli biri olduğunu uzun uzun anlatıp, her ne sebepten aralarında küslük varsa bitirmeleri için defalarca rica ettiğini yazdığını anlatınca, gözyaşlarıma hakim olamadım yine...Ve aramızın düzelmesi için annesinden hatura kolyeyi göndermiş kızıma. Gidenin geri gelmediğini hayattayken kıymetinin bilmek gerektiğini anlatmış o çocuk aklıyka.Kızım tüm bunlardan dolayı aramızda ki küslüğü unutup bana gelmiş.

Kızım İnci doktordur. Tüm olan biteni anlattım ona Sakine hakkında. Ne yapabileceğimiz konusunda konulup anlaştık. Saniye'nin kardeşini ameliyat ettirecektik kızımla birlikte...

O saat karşı dairenin kapısını çaldım heyecanla. Ve Saniye'nin anne babasına belgeler uzattım kızını para karşılığı evlatlık vermek istediğii ailenin sabıkasıyla ilgili... Süleyman'ı ameliyat ettirecemizi, karşılığında sadece Saniye'nin okumasını istediğimizi söylediğimizde pişmanlık duyup seve seve kabul edip teşekkür etti. Bir şartım daha vardı tabi...

Kızımla birlikte, bir hafta içinde pasaportları ayarlayıp Türkiyenin en iyi doktorlarından olan ve Pariste çalışan Hilmi beyin ofisine götürdük Süleymanı. Ameliyat için gün aldık. Amaliyata kadar değerlerinin düselmesi için çok iyi bakılması gerekiyormuş çocuğun. Zira bir deri bir kemikti bakımsızlıktan. Ve ben bana emanet edilen Süleyman'a üç ay zarfında gözüm gibi baktım Paris'te.... Ve dördüncü ayda ameliyat oldu Süleyman. Ameliyat başarılı geçmiş ve gözleri açılmıştı . Nasıl heyecanlıydım bilemezsiniz..... Toparlanması ve gerekli kontroller içinde on beş gün daha kaldık Paris'te... İstanbul'a döndüğümüzde ise apartmanın önünde sabırsız halde bir sağa bir sola giden kız çocuğu görmüştüm. Dikkatle baktım. Güsel saçlarından tanıyamamıştım. Saniyeydi o kız çocuğu. Kardeşine sarıldı ağladı ağladı dakikalarca. Sonra koşup boynuma sarıldı... Küçücük elleriyle yanağımı okşarken nasıl mutlu oldum bilemezsiniz...Ona annesinin kolyesini uzattığımda ise dudaklarını yanaklarımdan giç çekmeden koklayarak öptü beni defalarca. İçim öyle garip olmuştuki o an.

O günden sonra karşı daireden iki kardeşin kuş cıvıltısı gibi gülücük seslerini duydum hep.
Acılar sessizdir kolay duyulmaz. Ama mutlulukların kolayca duyulabilindiğini düşünürken mutluluk gözyaşları döktüm hep... Ve o günden sonra ağaca hiç gözyaşı kavanozu asmadı Saniye. Okudu ve çokta başarılı bir öğretmen oldu. Biliyormusunuz? Kızımla küsken kimsem olmağını hissedip ağlaedım hep. Artık üç evladım var benim.Kızım İnci ile hiçbirzaman küsmedik o günden sonra. Süleyman ve Saniye ise beni hiç unutmadı. Saniye okuyup öğretmen oldu. Saçları beline kadar uzun artık.Hiç kestirmiyor. Ve o güzel saçlarına baktıkça ben okadar mutlu oluyorumki...

Acılar sessizdir kolay duyulmaz. Çevemizdeki acı çekenlerin sessiz çığlıklarını duymak ve yardım eli uzatmak dileklerimle...

Fikret Kızılok, henüz genç. Bir plak çıkarmak istiyor. Plağa iki şarkı seçmiş, büyük usta Aşık Veysel'den; Söyle Sazım v...
27/10/2023

Fikret Kızılok, henüz genç.
Bir plak çıkarmak istiyor.
Plağa iki şarkı seçmiş, büyük usta Aşık Veysel'den; Söyle Sazım ve Yumma Gözün Kör Gibi... Gazeteci arkadaşı Arda Uskan'la Aşık Veysel'in Sivas- Sivrialan'daki köyüne gittiler. Arda Uskan röportaj yapacak, Kızılok da şarkıları için izin isteyecek. İki gün kalıyorlar o evde. Aşık Veysel, bir gece gözlerinin nasıl kör olduğunu anlatıyor onlara;

"Tek gözüm zaten görmüyordu. 'Kırlangıç Uşağı' diye seyyar doktorlar vardı. Onlar göz açarlardı, göz doktoruydular. Babam rahmetli, gösterdi, baktılar. 'Sağ gözü ışık görüyor, üzerindeki perdeyi alırsak açılır.

Akdağmadeni'ne getir, orada tedavi edelim' dediler. Onlar gittiler, bizde bir sevinç fakat fakirlik var. Babam para bulacak da götürecek, açtıracak! O arada öküzün önünden saman irisini, tozunu, toprağını temizlemek için ahıra girdik. Öküz bağlıydı. Hayvan kafasını böylesine sallayınca boynuzunu tam gözümün üstüne vurdu. Sağ gözüm de aktı gitti. O ışık da kayboldu."

Aşık Veysel susuyor, Kızılok eline gitarını alıyor, çalıyor... Sonra bir cesaret büyük ozandan şarkılarını istiyor, cebinde 250 kuruş telif parası... Aşık Veysel gülümsüyor; O parayı al şirketine götür, gazoz parası yapsınlar. Ama sen güzel söylüyorsun oğlum. İstediğin şarkımı kullanabilirsin'' diyor.

Bu sözlü anlaşmadan birkaç ay sonra Fikret Kızılok'un ilk plağı çıkıyor. Plak satış rekorları kırıyor ve Kızılok Altın Plak kazanıyor. Kazandığı Altın Plak'ı götürüp ustasına, Aşık Veysel'e hediye ediyor.

Aşık Veysel 21 Mart 1973'de hayatını kaybettiğinde, Kızılok, ''Ustam öldü, toprak oldu. Ustamın parmaklarına değen bu sazın da toprak olması gerekir. Artık ona can veren parmaklar yok'' diyerek Veysel'in mezarı başında sazını kırıyor...

~İNSAN~Gösterişi pek seven zengin bir adam, ayda bir yanına üç beş ahbabını alıp fakir mahallelere yiyecek götürür, sonr...
22/10/2023

~İNSAN~

Gösterişi pek seven zengin bir adam, ayda bir yanına üç beş ahbabını alıp fakir mahallelere yiyecek götürür, sonra da insanları rencide edercesine sözlerle, karşısına toplanan kalıbalığa yiyecekleri dağıtırken arkadaşlarına poz vermeyi de ihmal etmemektedir... Bir seferinde fakir halk can havliyle yiyecek kutularını kapmak için arbede çıkarınca ise-"Azıcık insan olun... Nede açgözlüymüşsünüz... Böyle devam ederseniz birdaha yiyecek filan yok size-" deyip, ön taraflarda yiyecek kolisi kapmaya çalışan bir çocuğu tartaklar.Hatta yere düşen çocuğun burnunun kanamasına sebep olmuştur.

Çocuk ise ses etmeden alabildiği koliyi kucaklayıp, ağlayarak uzaklaşır oradan.Yiyecekleri dağıtıp, arkadaşlarından istediği övgüyü alan adam, yanındakilerle birlikte arabaya binip mahalleden uzaklaşırken, az ileride, birkaç dakika önce yere düşürdüğü çocuğu görünce duraksar. Ve dikkatle izlemeye başlar çocuğu.Çocuk sessice bir kapıya yaklaşır ve elindeki yiyecek kolisini kapının eşiğine bırakır..

Sonra kapıyı üç kez çaldıktan sonra koşarak az ilerideki bir duvarın arkasına saklanır...Kapı biraz sonra açılır.Ve seksen yaşlarında beli bükülmüş ve her haliyle yardıma muhtaç olduğu belli olan bir kadın dışarı çıkar.Koliyi görünce ise yaşlı gözlerle ellerini açar ve dua eder.Sonrada koliyi alıp içeriye girer... Çocuk tüm bu olup biteni izledikten sonra sevinç içinde evinin yolunu tutar.Yolun kenarındaki arabayı farketmemiştir bile sevincinden.Tam arabanın yanından geçerken, zengin adam çocuğun kolundan yakalar. Ve-"Ne yapıyorsun burda? -" diye sorar.Çocuk ise yüzünü yere eğip, - "Yaşlı bir teyze var. Benden fazla yardıma muhtaç.Ne zaman yiyecek bulsam ona yardım yapıyorum.-"deyince,adam şaşırır...

-" Yahu bu nasıl yardım? Kadın senin kim olduğunu bile görmedi.Bir yüzünü gösterseydinya.-"deyince çocuk adamın gözlerine bakar. O an burnundan akan kan kesilmemiştir.Kazağının kol tarafıyla akan kanı silerken ise şöyle cevap verir.. :-" Hani biraz önce yiyecekleri dağıtırken,yemekleri kapmaya çalışan gariplere, kızıp bağırıp insan olun demiştinya... Hemde binbir gösterişle.Yok efendim yok...Önemli olan insan olmak değil.Bu dünyada herkes insan olarak doğuyor... Yaşlı teyzenin yardımı yapan kişinin ben olduğumu görmesine hiç gerek yok.Dedimya herkes insan olarak doğuyor zaten. Asıl mesele insan kalabilmektir.. - "

~SEVGİSİ BÜYÜK OLANIN, HİSLERİ DE BÜYÜK OLUR~On sekiz yaşından sonra çocuk esirgeme yurdundan çıkarılmıştım.Boynumda ası...
21/10/2023

~SEVGİSİ BÜYÜK OLANIN, HİSLERİ DE BÜYÜK OLUR~

On sekiz yaşından sonra çocuk esirgeme yurdundan çıkarılmıştım.Boynumda asılı olan yarım bir kalp şeklindeki kolyemden başka hiç bilmediğin geçmişimden bana kalan hatıra olmadan, arkadaşlarımla vedalaşıp ayrıldım oradan... Tek başımaydım artık. Ve ne yapacağımı hiç bilmiyordum.Önce simit satarak hayatımı kazanmaya başladım. Sonra ise güç bela satın aldığım seyyar arabamla, anlaştığım bir pastahaneden tatlı alıp satmaya başlamıştım.Tatlı işi diğer işime göre epey karlıydı. Ve tatlıcılık üzerine yoğunlaştım. Hem o pastahanede çalışıp işi öğreniyor , hemde akşam ezanından sonra seyyar arabamla tatlı satıyordum sokaklarda...

Bir akşam üzeri epey yorgun olduğum için yoldan karşıdan karşıya geçerken gelen arabalara dikkat etmemişim. Başımı kaldırdığımda üzerime hızla gelen bir araba farkettim. "Tamam herşey bitti. Burada öleceğim" - dediğim anda kuvvetli bir elin beni yolun kenarına iteklediğini hissettim. Kim olduğunu bilmediğim o ellili yaşlardaki kadınla yolun kenarına birlikte yuvarlandık ama yüzüm bembeyaz kesilmişti korkudan. O saniye yanımdan büyük bir hızla geçen arabanın rüzgarı kendime gelmemi sağladı. Tir tir titriyordum...O an hayatımı kurtaran kadın ayağa kalktı. Burnu kanamış, kan elbisesine damlıyordu sürekli. Gözlerime derin derin bakıp birden garip haraketler yapmaya başladığında aklını yitirmiş olduğunu anladım. Burnundan akan kana aldırmayıp, sürekli, garip bir ses tonuyla,

-"-Ellem bellem, cimcim gallem. Horoz öttü. Tavuk tepti. Annen nereye gitti?
-Harmana...
-" Ne zaman gelcek?
-"Yazın...
-" Yazılası, cızılası, iminden gısılası... Cızııııkkk... Bızıııık-"
diye bir tekerleme söylüyordu bana bakıp gülümseyerek.Ne dediğini ne yapmak istediğini hiç ama hiç anlamamıştım...

Ayağa kalkıp üzerimi sirkeledim.Yine vücudumda ağrılar başlamıştı ayağa kalktığım an. Kendime geldiğimde cebimden çıkardığım mendille yaşlı kadının burnundan akan kanı temizlemiştim. Sonra da her ne kadar beni anlamasada teşekkürler ettim. Birkaç tanede tatlı verdiğim halde gözlerini gözlerimden hiç çekmedi nedense...

O akşam kaç sokağa girdiysem peşimi bırakmadı o kadın... Ağzında ise sürekli o tekerleme vardı.

-"-Ellem bellem, cimcim gallem. Horoz öttü. Tavuk tepti. Annen nereye gitti?
-Harmana...
-" Ne zaman gelcek?
-"Yazın...
-" Yazılası, cızılası, iminden gısılası... Cızııııkkk... Bızıııık-"diyordu hep.

Ne dediysem gitmedi peşimden.Üzerindeki eski püskü eşyalardan, kir içinde kalmış yüzünden sokaklarda yaşadığını net bir şekilde anlamıştım...

Her akşam kaldığım üst geçidin altındaki korunaklı yere gittiğimde, o yaşlı kadın beni takip etmeyi bırakmamış, yolun karşı tarafındaki korunaklı kısımda oturup dikkatle beni takip ederek sürekli aynı şeyleri söylemeye devam etmişti?

Sabah erkenden yine pastahaneye gittim.Büyük bir hırsla çalışıyordum. Böyle kazanmaya devam edersem yakında bir gecekondu kiralayabileceğimi ve hayatımı düzene koyabileceğimi düşünüyordum. Fakat ne küçükten beri böbreğimde olan rahatsızlığım, nede hayatımı kurtaran o deli kadın yakamı hiç bırakmadı o günden sonra... Ben pastahaneden çıkana kadar yaz demeden kış demeden,hergün dükkanın karşısındaki söğüt ağacının altında beni beklerdi... Ben ellerimde tatlılarla dükkandan çıktığımda, peşime takılır, satış yaptığım onca saat,
-"-Ellem bellem, cimcim gallem. Horoz öttü. Tavuk tepti. Annen nereye gitti?
-Harmana...
-" Ne zaman gelcek?
-"Yazın...
-" Yazılası, cızılası, iminden gısılası... Cızııııkkk... Bızıııık-"

deyip, deyip gülümseyerek beni takip ederdi...

Kısa zaman sonra bir gecekondu kiraladım. Artık dışarıda, üst geçit altlarında yatmıyordum.Ama o yaşlı kadın hala peşimi bırakmıyordu.O günlerde rahatsızlıklarımda epeyce artmıştı...

Pastahanede çalışan Elnare isimli çok iyi yürekli bir kızla arkadaşlığımız başlamıştı o yıl. Ve çok sevdik birbirimizi. Kimsesiz olmamı sorun etmeyen ailesine hemen kanım ısınmıştı. Ve bir yılın sonunda Elnare ile evlendik.Ne düğünümde,nede eşimle sokağa çıktığımda o yaşlı kadın herzamanki gib hiç ama hiç peşimi bırakmadı...

Elnare ile bir pastacı dükkanı açtık ve işlerimiz daha ilk yılında okadar iyi olduki.Artık bir ailem vardı. Ve ben sadece rüyalarımda hissediyordum kimsesizliği... Her gece aynı rüyayı görürdüm neredeyse çocukluğumdan beri... Ve o rüyayı her gördüğümde gözyaşlarıyla uyanırdım uykularımdan....

Bir yıl geçmişti aradan. Çocuğumuzu kucağımıza aldığımız ilk günlerde artık böbreğimde inanılmaz ağrılar duymaya başlamıştım. Ve bir gece yarısı sancılarıma dayanamayıp bayılmışım. Eşim Elnare ambulansı aramış. Saatler sonra gözlerimi hastahanede açtığımda, doktorun kesin kes böbrek nakli olmam gerektiğini, fazlasıyla geç kalınmış bu işlem biraz daha geciktirilirse hayatımı kaybedeceğimi anlattığında, eşim Elnare korkusundan kucağında bebeğimizle hıçkıra hıçkıra ağlamıştı...

Hastahane koridorıiundan kulağımın oldukça alışık olduğu o sözleri duydum yine hasta yatağımda. Sürekli peşimde olan, hayatımı kurtaran o deli kadın aynı tekerlemeyi söylüyordu bir kez daha. Ve görevliler ne kadar söyleselerde, ne kadar hastahaneden çıkartsalarda bir yolunu bulup yine geliyordu....Ve bu defa gülerek değil ağlayarak aynı tekerlemeyi söylemeye devam ediyordu nedense...

Eşim Elnare ne kadar aradıysada ne yakınlarından, ne arkadaşlarından bana uygun donör bulamadı. Artık umudumuzu kaybetmiştik.Elnare hastahane koridorunda kucağımızda çocuğumuzla ağlarken çaresizlikten, o yaşlı kadın da hiç durmaksızın ağlayarak eşimin yanına gelmiş. Elini tutmuş Elnare'nin. Ve aynı tekerlemeyi söyleyerek garip bir şekilde doktorun odasına doğru çekiştirmiş eşimi. Hali tavrı ise sanki birşeyler anlatmak ister gibiymiş...

O an eşim yüreğinin sesini dinlemiş. Ve şansımızı denemek isteyip, o yaşlı kadına test yapmasını rica etmiş doktorumuza.... Ve tahmin edin ne olmuş? O yaşlı kadının testleri uyumlu çıkmış benimkilerle. Doktor donörüm olabileceğini söylediğinde ise, eşim Elnare ye dönüp güle güle herzamanki tekerlemesini söylemiş aynı yaşlı kadın... Yapmak istediği ikinci defa hayatımı kurtarmakmış meğerse...

Ameliyata hazırlamak için eşim o yaşlı kadını evimize götürmüş . Ve belki senelerdir sokaklarda yaşadığı için yıkanamamış yaşlı kadını bir güzel yıkamış.O an ise hiç öyle garip birşeyle karşılaşmışki... Donup kalmış olduğu yerde.

Ameliyat olduktan sonra gözlerimi açtığımda Elnare nemli gözlerle bir kağıt tutuşturdu elime. Kağıdı okuduğumda ise gözlerime inanamamıştım. Senelerdir peşimi bırakmayan iki defa hayatımı kurtaran o kadın benim annemmiş. Elnare DNA testi yaptırmış bu gerçeğe ulaşabilmek için. Böyle birşeyi nasıl aklına getirip test yaptırdığını sorduğumda ise eşim boynumdaki yarım kalp şeklindeki hiç bilmediğim geçmişimden tek hatıra kolyeyi işaret etti bana. Ve diğer yarısının annemin boynunda asılı olduğunu söylediğinde yüreğim titredi.....

Annemin yattığı odaya gittiğimde, öyle içten ve sevgi dolu bakışı vardıki bana karşı. Şaşkındım.. Ve ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyordum... Sadece ellerini öpüp ağladım dakikalarca...

Hastahaneden taburcu olduğumuzda annemi evimize götürdük. Ve ben o akşam ilk defa sürekli gördüğüm rüyada annemin yüzünü de gördüm. Yere karşılıklı diz kurmuş, ellerimizi üst üste koymuş halde bir tekerleme söylüyordu bana...

-"-Ellem bellem, cimcim gallem. Horoz öttü. Tavuk tepti. Annen nereye gitti?
-Harmana...
-" Ne zaman gelcek?
-"Yazın...
-" Yazılası, cızılası, iminden gısılası... Cızııııkkk... Bızıııık-" tekerlemesini duyduğum an kan ter içinde uyandım uykumdan... Hatırlamıştım işte... Neden annemin sokaklarda peşimde dolaşırken o tekerlemeyi sürekli sayıkladığını da anlamıştım... Anneme dair tek hatırladığım anının verdiği garip duyguyla içli içli ağladım o gece...

O günden sonra ise annemin tedavisi için çok uğraştım. Hiç yılmadım. Pes etmedim. Eşim Elnare en büyük destekçimdi. Tam beş sene süren tedavilerin ardından ise annem iyileşme belirtileri gösterdi... Akli melekeleri yerine gelmeye başladığında, hikayemizi anlattı bana. Babamın ben çok küçükken öldüğünü, tek başına bana baktığını, fakat bir gün ben sokakta oynarken kaçırıldığımı anlatmıştı.Parçaları birleştirdiğimde beni organ mafyasının kaçırmış olabileceğini anlamıştım. Çünkü kimsesizler yurdundaki müdüremiz hep iki böbrrğimdrn birinin alınmış olduğunu, bu yüzden işlevini görmeyen tek böbreğimden dolayı da sürekli rahatsızlıklar yaşadığımı söylemişti bana ozamanlar.

Annem günden güne daha da iyileşmişti. Ve o zamanlar beş yaşına basan oğlum Bekir'le oyunlar oynamaya dahi başlamıştı. Bir gün onları izledim duvarın arkasına saklanıp. Canım annem karşılıklı diz kurdu torunu Bekir'le... Ellerini üst üste koydular sonra. Ve annem,
-"-Ellem bellem, cimcim gallem. Horoz öttü. Tavuk tepti. Baban nereye gitti?
-Harmana...
-" Ne zaman gelcek?
-"Yazın...
-" Yazılası, cızılası, iminden gısılası... Cızııııkkk... Bızıııık-"deyip Bekir'in eline bir çimdik atıp güldürmüştü onu. Onlar katıla katıla gülerken gözyaşlarıyla koştum anneme. Sarıldım yanaklarını öptüm defalarca... Hisleriyle beni bulan anneme hayran hayran bakıp kalmıştım.

Anlamıştım Sevgisi büyük olanın hisleride büyük oluyordu. Ve şunuda çok iyi anlamıştım annem beni canından bile çok seviyordu...

Address


Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when M.Bulut Acan posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Share