Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu

Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu İlişkiler okulu kitabının bir çok bileşkenleri var. "İlişkiler Okulu" tam da bu eksik alana katkı sunmaya çalışıyor.

Derin felsefesi, akademik bilgileri, hikayeleri ile okuyucuyu karşı cins üzerinden kendimizi tanımaya yolculuğuna davet ediyor... Dört katı çıktığında sabırla bu okulda, sade cümlelerle ilişkileri, acıları, aldatılmaları öğreneceksin, ama en önemlisi kendini bulacaksın sonunda… “Nerede bu okul?” diye soracaksın kendine. Gerçekten bu okul nerede?
Çok emek harcandığı belli olan bu kitap bir okul be

nce… (Psikiyatr, Yazar, Dr.Semih Dikkatli)
*******
"Her insan, insanlığın bir öyküsüdür" der Hintli filozof Khrisnamurti. İnsan, kendinden önceki tüm insanlık birikimini anneyle kurduğu ilişkiyle almaya başlar. Sonra aile ve sonrasında toplumla kurduğu ilişkiyle…İnsan denilen varlık, ilişkinin ürünüdür, hatta ilişkinin kendisidir. Bu nedenle ilişki kurma ihtiyacı ve kurduğu ilişkilerle ilgili sorunlar onun hayatının en önemli sorunlarıdır. İlişkiler üzerine yapılan onca araştırma olmasına rağmen, ilişki ihtiyacına ve ilişki sorunlarına analitik yaklaşan çalışmalar yetersizdir. Sadece yapmanız gerekene değil, neyi neden yaptığınıza da ışık tutarak, sorunlarınızı kendi başınıza aşmanız için kendinizi anlamanıza ışık tutuyor...

Mustafa Topkara
Psikolog, Yazar, İlişki ve İletişim Danışmanı

Bir kavonoza 100 tane kırmızı karınca 100 tane siyah karınca konduğunda hiç birşey olmaz. Ancak kavanozu hızla salladığı...
18/02/2025

Bir kavonoza 100 tane kırmızı karınca 100 tane siyah karınca konduğunda hiç birşey olmaz.
Ancak kavanozu hızla salladığınızda siyah ve kırmızı karıncalar birbirini öldürmeye başlar!
Çünkü kırmızı karıncalar siyahları, siyahlar da kırmızıları düşman olarak algılarlar.
Oysaki gerçek düşman kavanozu sallayandır.
Toplumlar birbirine saldırmadan önce, kavonozu kimin karıştırdığını düşünseler keşke....
KURT WONNEGUT
Julia Arslan /Sydney

4000 YILLIK PAPİRÜS VE EGE DEPREMLERİBu yazıyı yıllar önce kaleme almıştımŞimdi 2.baskı yapma ihtiyacı doğdu.Tarih 1828'...
05/02/2025

4000 YILLIK PAPİRÜS
VE EGE DEPREMLERİ

Bu yazıyı yıllar önce kaleme almıştım
Şimdi 2.baskı yapma ihtiyacı doğdu.
Tarih 1828'di.
Mısır'da bir papirüs bulundu.
MÖ 1600'lü yıllara aitti.
Papirüs'ü İpuwer isimli bir Mısırlı yazmıştı.
1909 yılında çevrildi.
Yazılanlar inanılmazdı.
Mısır'daki kıtlık, kuraklık ve felaket dönemini anlatıyordu..
Nehirlerden kan akmıştı.
Sular zehirlenmişti.
Gökyüzü karalara boyanmıştı.
Mısır yerinden sarsılmış, büyük yangınlar çıkmıştı.
Kurbağalar, çekirgeler heryeri sarmıştı.
Tarlalarda ekinler mahvolmuştu.
Salgın hastalıklar toplu ölümlere neden olmuştu.
Kızıldeniz ortadan ikiye ayrılmıştı.
Mısır sanki Tanrının gazabına uğramıştı.
İpuwer papirüsü bugün Hollanda Leiden Müzesi’nde sergileniyor.

İpuwer papirüsünde anlatılanlar Tevrat ve Kuran'da yazılanlarla hemen hemen aynıydı..
İsrailoğullarının Mısır'dan çıktığı dönemden söz ediyordu.
Kutsal kitaplara göre Tanrı, İsrailoğullarına zulüm eden firavunu cezalandırmıştı.
Tevrat ve Kuran Tanrının bu felaketlerle peygamberi Musa'nın yolunu açtığını ve kabilesini Mısır'dan çıkarmasını sağladığını anlatıyordu.
Peki gerçek bu muydu?.
Mısır'ın başına gelenlerin nedeni ilahi güç müydü, yoksa bir doğa olayı mı?

Rus bilim insanı Emmenuel Velikovski, kutsal kitapların aksine İpurew papirüsünde yazılanları zincirleme yanardağ patlamalarına ve depremlere bağladı.
Velikovski'ye göre Ege'de Girit yakınlarındaki Thera adasında bulunan Santorini volkanı o tarihlerde patlamıştı.
Patlama nükleer bombadan bin kez daha güçlüydü.
Tam bir kıyametti..
Minos uygarlığını batırmıştı.
Ege büyük depremlerle sarsılmıştı.
Adalar batarken, yerine yenileri çıkmıştı.
Ardından Sina dağı da patlamıştı.
Tüm Ege, Akdeniz ve Mısır'ın başına gelen felaketin nedeni volkanlar ve onların yarattığı depremlerdi.
Volkanik küller kükürt nedeniyle Nil nehrini kırmızıya dönüştürmüştü.
Suyun zehirlenmesiyle kurbağalar karaya çıkmıştı.
Kurbagalar ölünce sinek ve pirelerin çoğalmasına neden olmuştu.
Çekirgeler ekinleri yok etmişti.
Ve salgın hastalıklar baş göstermişti.
Santorini ve Sina'nın külleri gökyüzünü öyle sarmıştı ki, gündüzler gece olmuştu.
Jeolojik araştırmalar, arkeolojik bulgular Velikovski'nin görüşlerini doğrular nitelikteydi.

Tarih 2012 idi..
"Nature Geoscience" dergisinde yayımlanan araştırmaya göre Santorini yanardağının altındaki magma, Ocak 2011'den Nisan 2012'ye kadar yaklaşık 20 milyon metreküp artış gösterdi.
Araştırmayı yapan Oxford Üniversitesi bilim adamları, bulguların yanardağda gözlenmesi gereken bir hareketliliğin söz konusu olduğuna dikkati çekti..
Uydu görüntüleri ile yanardağın kraterine yerleştirilen Küresel Yer Belirleme Sistemi'ni kullanan bilim adamları, yanardağın altındaki magmanın genişlemesinin Santorini Adası'nın deniz seviyesinden 8 ila 14 santimetre yükselmesine yol açtığını da keşfetti..

Tarih yine 2012 idi..
Bu kez Türk bilim insanları Marmaris Bozburun'da denizin altında faal bir yanardağ buldular..
Küdür Burnu’nun kuzeyine doğru yaklaşık 200 metre açıkta, denizin yaklaşık 200 metre derinliğinde iki bacalı bir yanardağdı bu..
Bu bacalarda lav yığılmaları hala devam ediyordu..
İstanbul Teknik Üniversitesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü ve Maltepe Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Yüksek Mühendis Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, bölgedeki deprem yoğunluğunun nedeninin bu yanardağ faaliyetinin olabileceğini açıkladı..
Bilim insanları deniz suyundaki sıcaklığın artma nedenini de bu volkanik hareketliliğe bağlıyor..

Tarih 2025
Ege Denizi, özellikle Santorini Adası civarı beşik gibi sallanıyor.
Yunanistan acil durum ilan etti. 4 adada okullar kapatıldı, afetzedeler için çadırlar kuruldu. Helikopterler hazır tutuluyor. Halka tedbirli olun çağrısı yapıldı.
Türk deprem uzmanları Ege kıyılarımızı uyarıyor.
Merak ediyorum, bizim yöneticilerimiz ne yapıyor?
Elbette felaket tellallığı yapma gibi bir niyetimiz yok.
Ama komşu tedbir alıyor, biz hala kadere sığınıyoruz.

Sedat Kaya

03/02/2025

Aşık Veysel'in sesi titreyerek okuduğu o şiiri...

"Bir bahtı karayım gülmedi yüzüm
Neşeli görünür kan ağlar özüm
Kış misali geçti baharım yazım
Kaldırmadı başımdaki dumanı..."

Aşık Veysel Şatıroğlu, Rahmetle...

BODRUMDA GÖRDÜĞÜNÜZ TÜM EVLERİ MUHTEŞEM BİR ŞEKİLDE SARAN BEGONVİLLERİ KİM ÜLKEMİZE GETİRMİŞ?Herkesin ismini duyduğu ama...
10/01/2025

BODRUMDA GÖRDÜĞÜNÜZ TÜM EVLERİ MUHTEŞEM BİR ŞEKİLDE SARAN BEGONVİLLERİ KİM ÜLKEMİZE GETİRMİŞ?

Herkesin ismini duyduğu ama kim olduğunu bilmediği Halikarnas Balıkçısı (karısıyla ilişkisi olduğunu anladığında babasını vuran adam)
Bir Bodrum Masalı...
Siyaseti hayat sanan bir dostumla bir akşam üzeri Bodrum’da denize karşı oturmuş hepimizin her gün konuştuğu mevzular laflıyoruz.
Baktım bu sıkıcı konuşma uzayacak, “çalışmadığı bir yerden sorayım da lafın güzergâhı değişsin bari” dedim;
arkamızda sıra halinde duran palmiyeleri göstererek, “Bu palmiyeleri buraya kim getirdi biliyor musun ?” diye sordum.
“Bilmem. Burada yetişmişler herhalde” diye cevap verdi.
“Hayır,” dedim. “Burada yetişmediler, sonradan birisi getirdi onları buraya. Halikarnas Balıkçısı adını duydun mu ?”
“Duydum galiba” dedi.
“İşte o getirdi. Ha sadece palmiyeleri değil, gelin çiçeği olarak bildiğimiz kalaları, begonvilleri, mimozaları da o getirdi, tam 45 değişik bitki türünü de. Mimozaların gelişinin en az kendileri kadar güzel bir de hikâyesi var.
Prosper Mérimée’nin ‘Carmen’ novellasını Türkçe’ye çevirirken, esmer İspanyol kızlarının saçlarına küçük mimoza demetleri taktığını okur ve ‘Neden benim Bodrumlu esmer kızlarım da saçlarına mimoza demetleri takmasınlar’ diye düşünür. Paris’ten mimoza tohumları getirtir, onları Bodrum sokaklarına, bulabildiği her yere, rastgele eker. Bir süre sonra her yeri mimoza sarar. Bir gün, bir düğün alayında Bodrumlu kızların saçlarına mimozalar taktığını görünce de sevincinden havalara uçar.”
“Botanikçi miydi ?” diye sordu dostum.
“Hayır, yazardı. Hem greyfurt tohumunu da ilk o getirdi memleketimize, böylece bu muhteşem meyveyle onun sayesinde tanışmış olduk.”
“Ondan önce greyfurtu bilmiyor muyduk yani ?”
“Bilmiyorduk !”
Lafın burasında arkadaşımın merakı arttı: “Peki yolu nasıl düşmüş Bodrum’a bu Balıkçı’nın ?”
“İstiklal Mahkemeleri’nin hem Bodrum’a, hem de Türk edebiyatına hediyesidir Halikarnas Balıkçısı. İlginç bir hikâyesi var, anlatayım sana” dedim.
Buraya yakın bir yerde, Girit’te 1886’da doğmuş, Cevat Şakir Kabaağaçlı, namı diğer Halikarnas Balıkçısı. Şakir Paşa’nın oğludur. Atina sefiri, validir aynı zamanda babası...
Çocukluğu Yunanistan’da geçmiş. Oxford’da okumuş. Orada güzel bir İtalyan kadınla tanışmış, adı Agnezi... Sonra Agnezi’yi almış memlekete gelmiş. Afyon’da büyük bir çiftlik evine... Şakir Paşa evin her yerine birer silah saklarmış..Her an, her yerden bir düşman çıkabilir diye.
Bu arada Agnezi’yle Şakir Paşa’nın memnu aşkı çoktan dedikodu olmuş düşmüş elin diline. Çiftlik evinde bir gece vakti Cevat Şakir, babasına çıkışmış ‘O senin gelinin’ demiş, ‘utanmıyor musun ?’ Babası ilişkiyi inkâr etmiş.Tartışma büyüyünce her birisi bir silaha davranmış, iki silah aynı anda patlamış, oğlun silahından çıkan mermi babayı bulmuş.
(Selçuk Altun’un verdiği bilgiye göre, Agnezi’den Muttara adında bir kızı var, Cevat Şakir’in... Kızıyla birlikte İtalya’ya giden Agnezi, ona babasından bahsetmeyi yasaklamış. Muttara’nın da Çinzia adında bir kızı olmuş sonra, onun bahsettiğine göre anneannesi Agnezi, ölünceye kadar kayınpederi Şakir Paşa ile Büyükada’da çekilmiş bir fotoğrafı yatağının başından hiç eksik etmemiş.)
BABA KATLİNE 15 YIL KÜREK CEZASI
Baba katili Cevat Şakir, çıkarıldığı mahkemede 15 yıl kürek cezasına çarptırılmış. Cezasının yedinci yılında ince hastalığa yakalanmış, serbest kalmış.
Tekmil hikâyesini anlattığı hatıratından babasıyla arasında geçenlerden hiç bahsetmez. O bir sırdır, kimseye anlatmaz.Yıllar sonra Bodrum’dayken, uzaktan mektuplaştığı ve evliyken tutkulu bir aşk yaşadığı Azra Erhat’a itiraf eder 19 Aralık 1958 tarihli mektubunda
“Babamı öldürdükten sonra kendime olan güvenimi kaybettim, . Kendimi o gün bugün yalan sanıyorum.”
Cumhuriyet yeni kurulmuş, Üsküdar’da bir evde yaşıyor, tam bir tutunamayandır Cevat Şakir. Zekeriya Sertel’in Resimli Hafta Dergisi’ne yazılar yazıyor, kitap kapakları yapıyor, bir yandan da tercümeler kazandırıyor Türk edebiyatına. Ne de olsa yedi dil biliyor.
İstiklal Mahkemeleri kurulmuş, zira askere giden her nefer, üstüne urbayı geçirdikten sonra firar ediyor.Öyle ki Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak,Mustafa Kemal’e gidip dert yanmış, “Paşam, leşkeri değil de milleti giydiriyoruz, bu işe bir çare” demiş , kimsenin sırtında libas yok, askeri kıyafetleri giyen evin yolunu tutuyor. O yüzden kurulan İstiklal Mahkemeleri, firariler için kolayca idam cezası veriyor.
Cevat Şakir de, o günlerde “Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile asılmağa nasıl gider ?” diye bir hikâye yazıp göndermiş dergiye. Tam o sırada Şeyh Sait isyanı patlak vermiş.
‘SON DEFA İSTANBUL'A BAK, BİR DAHA GÖREMEYECEĞİZ’
Ardından Şark İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve Ankara’da “Üç Aliler Divanı” çalışmaya başlamış.
Yazdığı hikâyeyle “halkı isyana teşvikten” dolayı “Üç Aliler Divanı”na çıkarılmak üzere trenle yola çıktıklarında Zekeriya Bey’le, Kartal’da, “Son defa İstanbul’a bak, bir daha görmeyeceğiz” demiş Cevat Şakir arkadaşına.
Mahkemede Kel Ali ikisinin de idamını istemiş, Kılıç Ali karşı çıkmış, üçer yıllık kalebentlik cezasını uygun görmüşler iki yazara, Zekeriya Bey’in payına Sinop, Cevat Şakir’in de Bodrum düşmüş.
‘ÖLÜP NURDA YATACAĞIMA BODRUM'DA NURDA YAŞARIM’
Ankara’dan İzmir’e trenle iki er nezaretinde kolayca ulaşmış. O zamanlar Bodrum’a sadece denizden gidiliyor, karayolu henüz yok. Ama onu deniz yoluyla götürmüyorlar, ne de olsa o siyasi bir suçlu, “Denize atlar, Yunanistan’a kaçar, nemize gerek” diye karayoluyla gönderiyorlar. Aylar sonra Milas’a ulaşmış. Milas’tan da “Başka yerde ölüp nur içinde yatacağıma, burada nur içinde yaşarım” dediği Bodrum’a kadar yürümüş.
Şansına iyi kalpli bir kaymakam çıkmış. Kaleye kapatmamış onu, çarşının içinde aylık kirası 25 kuruşa şirin bir Bodrum evinde cezasını çekmesine izin vermiş.
Ve o saat cennete düştüğünü anlamış.
Baştan ayağa Bodrum mavisine bulanmış ! Yazı yazmış, koyları keşfetmiş, bitkilerle ilgilenmiş, balıkçılık yapmış, bir kayık almış bazen günlerce maviliklerde kaybolmuş. Bir süre sonra “denizde balık adam, karada ağaç adam” olmuş çıkmış. Bitkilerle ilgili kitaplar bulmuş, okumuş, araştırmış, Avrupa’da bu işle ilgilenenlerle yazışmış, tohumlar istemiş, fidan bulmuş hepsini Bodrum’un her yerine ekmiş, dikmiş, sonra da ora ahalisiyle birlikte onlara gözü gibi bakmış. Bu sırada devlet, cezasının kalan kısmını İstanbul’da tamamlamasına karar vermiş. Gözü arkada kala kala İstanbul’a gitmiş, cezası bitince koşa koşa tekrar Bodrum’a gelmiş. Burada yeniden evlenmiş, belediyeye bahçıvan olarak girmiş, çocukları olmuş, onların eğitimi derken Bodrum’u bırakıp İzmir’e yerleşmiş mecburiyetten. İzmir’de de turist rehberliği işini ilk olarak o keşfetmiş. O yüzden bir diğer adı “pir-i rehberan”dır. 1945 yılında hemen hemen bütün ünlü yazar ve şair arkadaşlarına bir mektup yazmış ve belirlediği tarihte hepsinin İzmir’de olmalarını istemiş. Gelirlerse eğer onları deniz yoluyla cennete götürecek!
İZMİR’DEN MAVİ YOLCULUK
Çağrısına , , , , , ve cevap vermiş, aynı günde İzmir’de buluşmuşlar. Bir tekneye ekmek, peynir, su, İstanköy peksimeti, tütün ve çokça rakı alarak açılmışlar Ege Denizi’ne. Gazete okunmayacak, radyo dinlenmeyecek, mecbur olmadıkça karaya çıkılmayacak, bütün dünyayla ilişki kesilecek ve o zamana kadar hiçbirisinin gitmediği Bodrum denilen mavi cennette kaybolacaklar. Öyle de olmuş.
Sonra aynı tarihte her sene bu gezileri tekrarlamışlar. Daha sonra geziye katılan , bu yolculuğu anlatan kitabına ‘Mavi Yolculuk’) adını koyunca, o gün bugün Ege ve Akdeniz’de çıkılan ve günlerce denizde kalınan seyahatlerin adı ‘mavi yolculuk’ olarak kalmış..”

Gönül Şentürk sayfasından

Kendisinin öğretmeni olan Müslüm ”BABA” ruhumu çizdi!Birbirimizin hayatlarından nasıl geçiyoruz? Bilindik duygular değil...
23/11/2024

Kendisinin öğretmeni olan Müslüm ”BABA” ruhumu çizdi!

Birbirimizin hayatlarından nasıl geçiyoruz? Bilindik duygular değil bu sefer. Teğet geçmek mi yoksa teyellemek mi birbirimizi....Zarfın kapağını dilinle yalayıp kapatsan da yapışmıyor, o tutkal eksik, çok eksik artık. Gönüllü dinlememişsen, öğrenmemişsen hayatını, göz göze ona anlaşıldığını ya da anladığını hissettirmemişsen kimseyi tanıdım, biliyorum diyemez mişsiniz…

Bir garibi, cefakarı, fakiri, hastayı, çilekeşi, travmatikleri tanımak, anlamak için illa aynı acıdan geçmek yerine gözümüzün önünde olanları görmek için kelebek pencerelerimizin de açılması gerekiyormuş. Dert sahibinin kışına bahardan bakıp üşümedikten sonra bundan ona ne faydaymış?

Müslüm Babayı izlerken mahcuptum. Gözyaşlarımdan değil de en çok ona gidip insanlara sitemimi, kederimi, geçmiş acılarımı anlatsaydım dönüp bana” eee naapalım yani şimdi” der, Yunus gönlüyle kederimi alırdı almasına da benim utanmam geçmezdi, buna daha da çok utanırdım.

Bizim hayatımızdan Müslüm Baba geçti sanırdım, meğer biz onun hayatından geçiyor muşuz. Onun olgunluğundan, hüsnü cemalinden, aşk-a naz edişinden, çilelerini dürüp bir sandıkta tutarak kimsenin başına örmeden, kafasını duvarlarda ayıltmış… hayat sabahına en önde, akşamın darına herkesten önce girmiş.

Hepimiz Müslüm olamayız. Okumamış bir adamın YUNUS EMRE kitabını okuyup marifet ettiği bilgilerle hayatta kalabilmenin kahramanlığı bu film. Kimi okur kimi yazar bu düğümü kim çözer? Diye soran Aşık Veysel’e elimi kaldırıp, Müslüm Baba işte işte bu! filmi işaret ederken buldum kendimi. Elimi indirdim dizime, soluma baktım koridor. Bana Veysel’in aşkı gerek gün görmüşüm şu dünyada ne fayda” diyen Servet Kocakaya’ya baktım. İçime içime ağladım sinema salonunda. Karşımda Timuçin’e sarıldım kendime çok yakın buldum. Sanki Müslüm Baba Turna olmuş, Timuçin esmişti doğasından.

Hirai Zerdüş’ün sesinden “Ne fayda”yı dinliyorum, satırlarıma doluyor yaşlarım. Parmaklarım sayıyor Müslüm’ün dertlerini yüz adet el olsa yetmiyor dermanının faydası kalmamış biten ömrüne. Bu cefasıyla da hâlâ beni düşündürüyor… kendim düşünememişim ne fayda.

Elinden hiç bırakmadığı “Yunus Emre” kitabının içinde kim bilir en çok hangi satırı okumuştur diye soruyorum. Cevabını Timuçin’in gözlerinden alıyorum. “Hayret etmediği, hayran kaldığı insanlık makamından” diyor filmin içinden. Göz göze anlaşıyoruz. Görüntüler içime işliyor.

Ya çocuk avucuna bırakılan toprağa merhamet ekerek, mikrofona üflediği ateşinin çırasıyla hayatının coğrafyasına iyilik tutuşturan bu adam o ateşin tanrısı değildir de nedir?

Beyaz elbise ile sallanıyor titreyen bedeniyle. Derdi kederi hızlıca dökülüp gitsin rahatlasın istiyorum. Pür dikkat içine çekiliyorum sahnelerin. Gülüşüyle, söylemiyle jiletçisiyle dikkatimizden kaçan koca dev adamın karşısında minicik kalıyorum.

Ben de bilemediklerimin cücesiyim artık. Birbirimizin hayatından geçerken tanınmak, tanımak tanış çıkmak… bilememişiz... yaşarken içinde ki YUNUS’a dokunmak, EMRE’sine sarılmak, sonra onu ermişliğine uğurlamak isterdim. Keşke desem de faydasız.

Kendime göre çok büyüttüğüm çilelerim Müslüm’ün babasızlığının yanında bebeklere dönüşüyor. Yumuşacık kalbiyle filmin içinden çıkıp beni alnımdan öpecek, “ciğerimi delme” diyecek sanıyorum. Sırtımı da sıvazlar, eminim.

Aşkına adam gibi adam, muhteremiyle şefkat melekleri. Müslüm baba bizi vurdu yüreğimizden. Gönlümüze onu uçuran Timuçin’e, tüm oyunculara filmin müziklerini dinleyerek selam veriyorum.

Film bitiyor… Ruhum mestane. Yürüyemedim kendime uzun süre. Kalakaldı asfalt orada, ben duvar dibinde.

Müslüm meğer ondört bin yıl gezmiş pervanelikte, Baba ismini bulmuş divanelikte, içmiş aşkın şarabını şişede, bir mestane haliyle, insanlık dışında kalmamak için kendini dara çekmiş, hesabını vermiş ve Turna kuşlarının aşkıyla uçmuş.(1)

Müslüm’ün anlamı; “temiz doğru, namuslu” diyor sözlük. Yetmiyor dil bilgisi bu yazıma.

Kısaca İNSAN demedikten sonra, bize ne fayda…

Bilge Öztoplu

(1)

“On dört bin yıl gezdim pervanelikte

Sıtkı ismini buldum divanelikte

İçtim şarabını mestanelikte t

Kırkların ceminde dara düş oldum”

Haydar Haydar Türküsü/Ali Ekber Çiçek

Not: Hirai Zerdüş-“Ne fayda” türküsünü de dinleyin mutlaka
https://youtu.be/nffI876sIJU






Islahevinin kapısına asılan yazıyla hayat hikayesi tek bir cümleye sığdırıldı:“Steve McQueen buraya çocuk olarak gird...
21/11/2024

Islahevinin kapısına asılan yazıyla hayat hikayesi tek bir cümleye sığdırıldı:

“Steve McQueen buraya çocuk olarak girdi,
adam olarak çıktı.”

Steve McQueen’in aşırı kaprisli bir yıldız olduğu söylenirdi.
Film setlerindeki tarak, şampuan, sabun, krem, tıraş makinelerini alır, yapımcılardan fazladan jean pantolon, kazak, palto gibi taleplerde bulunurdu. Bütün bu kaprisin ardındaki o güzellik Steve McQueen öldükten sonra ortaya çıktı.

****
Tüm bu malzemeleri çocukluğunu geçirdiği ıslahevindeki çocuklara gönderdiği ve onlardan gelen tüm mektupları cevapladığı öğrenildi. Servetinin hatırı sayılır bir bölümünü bıraktığı "California Junior Boys Republic" ıslahevinin kapısına asılan yazıyla hayat hikayesi tek bir cümleye sığdırıldı:
“Steve McQueen buraya çocuk olarak girdi,
adam olarak çıktı.”

****
O ‘adam’ 43 sene önce bir Kasım gününde aramızdan ayrıldı.
Bir çocukluk yarasını herkes tarafından kaprisli görünmek uğruna da olsa tedavi etmişti.
Yani acılar ve yaralar en büyük öğretiydi iyi bir ‘adam’ olma yolunda.

Marsilya’daki yaşlı bir adam Paris’teki oğlunu arar ve şöyle der: “Dinle, annenle ben boşanıyoruz. Kırk beş yıllık sefal...
13/10/2024

Marsilya’daki yaşlı bir adam Paris’teki oğlunu arar ve şöyle der: “Dinle, annenle ben boşanıyoruz. Kırk beş yıllık sefalet yeter.”
“Baba, ne diyorsun?” diye bağırır oğlu.
“Artık birbirimize tahammül edemiyoruz,”
der adam. “Onun suratını görmekten bıktım,
bu konuda telefonda konuşmaktan da bıktım.
Kız kardeşini Londra’dan ara ve ona söyle,”
der ve telefonu kapatır.
Oğlu endişelenmeye başlar. Hemen kız kardeşini arar.
Kız kardeşi, “Ne, boşanıyorlar mı? Asla!” der
ve hemen babasını arar. “Boşanmıyorsunuz! Hiçbir şey yapmayın, ikimiz de yarın geliyoruz, konuşacağız. Bu arada, avukat falan arama, hiçbir şey imzalama, ANLADIN MI?” der ve telefonu kapatır.
Yaşlı adam karısına döner ve şöyle der: “Tamamdır, Noel için geliyorlar ve uçak biletlerini kendileri ödüyorlar.”

Alıntı 😊

KAYIN AĞACIHiç düşündünüz mü, neden eşinizin ailesine KAYIN valide, KAYINço, KAYINana, KAYINpeder (kaynata/kayınata) vs....
20/09/2024

KAYIN AĞACI
Hiç düşündünüz mü, neden eşinizin ailesine KAYIN valide, KAYINço, KAYINana, KAYINpeder (kaynata/kayınata) vs. isimler koyulmuştur?

Kayın ağacı, eski Kam Türk kültüründe, son derece değerli ve önemli bir ağaçtır. Kayın ağacı, dünyanın en hızlı kaynayan, birleşen ağaç cinsi olduğundan, orta Asya, Kam Türkleri bu kelimeyi, iki ailenin birleşmesi, kaynaşması anlamında kullanmışlardır...

Kayın eçesi (eçe, eke, ağabey anlamında) zamanla "Kayınço" olmuş. Kayınpeder'deki "peder" kelimesi ise Hristiyanlardan değil, Hintçe-Farsça "baba" anlamına gelen "padar" kelimesinden gelir. Ayrıca Kaynata kelimesi de "Kayın ata" dan geliyor...

14/08/2024

🙏🙏
Ne zaman gökyüzüne bir nefes,bir duâ gönderdin de, ardınca ona benzer bir iyilik gelmedi?

RUMİ

Güzle insan var ol, can dostları var olun🙏🤍

Japonya, halka açık otoparkların çatılarına yüzen bahçeler inşa ederek bu alanları yemyeşil alanlara dönüştürmeye başlad...
02/08/2024

Japonya, halka açık otoparkların çatılarına yüzen bahçeler inşa ederek bu alanları yemyeşil alanlara dönüştürmeye başladı.

Bu bahçeler sadece kent manzarasını iyileştirmekle kalmıyor aynı zamanda arılar ve diğer polenatörler için de hayati yaşam alanları oluşturuyor, biyolojik çeşitlilik için hayati önem taşıyor…

alıntı

27/07/2024

🐘🐘🐘🐘🐘
Doğduğundan beri kendisiyle ilgilenen bakıcısı hayatını kaybetmeden önce, onunla vedalaşmaya gelen fil, bakıcısını o halde görünce yere çöküyor….

13/06/2024

…. babam, babalar günün kutlu olsun….
“Başarılı bir sanatçı, en önemlisi ise onlarca çocuğun “baba” dediği bir Adam...
Hapis yattığı halde konservatuarı nasıl bitirdi?
Neden hiç evladı olmadı?
Kan bağı olmamasına rağmen, eşi ile beraber 26 çocuğa babalık eden Turgay Tanülkü.
Dünya Çocuk Günü tüm çocukların kutlu olsun, bir gün değil hergün sevgi ile...”

•Eşek bir defa gittiği yolu asla unutmaz, Bu yüzden değerli ve makbul kurban sayılan *develere kılavuzluk* yaparlar... •...
24/05/2024

•Eşek bir defa gittiği yolu asla unutmaz,
Bu yüzden değerli ve makbul kurban sayılan *develere kılavuzluk* yaparlar...

•Eşek, bir mühendis gibi yokuşları matematiksel bir eğimle katederek, kısa mesafeleri de virajlar alarak çıkar.

•Eşek, bir kere düştüğü çukura ikinci kez düşmediği gibi,
bir kere bastığı bataklığa bir daha basmaz...

• Eşek, sıpasını doğururken kimseden yardım almaz, bakımını ve eğitimini kendisi verir...

• Eşek, kendine iyilik yapanı da, kötülük yapanı da asla unutmaz...

• Eşeğin gözleri harikadır,
yakından bakınca içinde kaybolursunuz...
Bu yüzden bazı insanımsı yaratıklara eşek demek,
eşeklere yapılmış hakaret olur...

1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş
Türkiye'ye. Küçük Amerika olacağız diye ilk heveslendiğimiz günler.
Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış.

O zamanlarda bizde yol güzergahını belirleyecek alet yok, eleman yok..
Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış.

Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:

- Ne yapıyorlar böyle?

+Rampada yolun güzergahını belirliyorlar.

- Nasıl yani, anlayamadım?

+Eşek % 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergahı belirliyoruz. demişler.

Yatışınca da sormuş: - Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yetkili cevap vermiş: +Amerika'dan mühendis getirtiyoruz...!!!

floodu okuyup beğendiyseniz, bu tarz içeriklerin daha fazla paylaşılabilmesi için hesabımızı takip ediniz…

11/05/2024

"Öfke, başkalarının hataları
için kendinize verdiğiniz
cezadır."

Konuşmacı: Sri Sri Ravishankar

10/05/2024

”Cicero’ya yaşlılığında sorulan soru:

“Üstad, yeniden gençliğe dönmek ister miydiniz?
” Verdiği yanıt:
“Yarışı birinci bitiren bir at, neden bir daha başlangıç çizgisine dönmek istesin ki…”
Ben her zaman yaşlılar gibi olgun düşünen gençlere,
gençler gibi neşeli olan yaşlılara hayranımdır.

Zaten neşeli olanlar hiçbir zaman yaşlanmazlar.

“Yaşlanmak ve yaş almak.”

Gençlik bir hayat devresi değil,
bir akıl halidir.

Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.

İnsan kendine olan güveni kadar genç,
kuşkusu kadar yaşlı,
cesareti kadar genç,
korkuları kadar yaşlı,
umudu kadar genç,
bezginliği kadar yaşlıdır.

Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.

İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe,
Neşe duydukça,
Güzellikleri fark ettikçe,
Beyni yeni şeyler keşfettikçe herkes gençtir.

İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar,
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar.

İnsan,
Yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.

💐💐💐Dön yüzünü güneşe‘Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir/Ben kimim, saki olan kimdir, mey ü sahba nedir’ diyor b...
08/05/2024

💐💐💐
Dön yüzünü güneşe

‘Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir/Ben kimim, saki olan kimdir, mey ü sahba nedir’ diyor bilge şair Fuzuli.

Bir vecd, bir kendinden geçiş, bir akış anını resmediyor belli ki. Aşkınlıkla bir bütünleşme anını tarif ediyor.

Hayatımıza ebediyetin dokunduğu anlar vardır. Onları çağırmak için gayret etmeliyiz. İçimizdeki meleksi tarafı büyütmeli ve yüzümüzü güneşe dönmeliyiz.
‘Ben ne karanlığım, ne karanlık aşığıyım/ Çünkü güneşin çocuğuyum, hep onu söylerim’ diyor Mevlana.

‘Yıldızlar ne güzel, çünkü içlerinden birinde, henüz hiç bilmediğim bir çiçek yaşıyor’ diyor St. Exupery.

Her insanın içinde, ‘bilmediğimiz bir çiçek’, o ana kadar gerçekleşmemiş bir iyilik saklı durur. Bir çiçek ancak yüzünü güneşe dönmekle büyür, serpilir.

Dön yüzünü güneşe.

Kemal Sayar

Charlie Chaplin, kendisinden 30 yaş küçük olan Oona'ya evlenme teklif etmeye karar verdiğinde nazikçe şöyle dedi: "Sana ...
06/05/2024

Charlie Chaplin, kendisinden 30 yaş küçük olan Oona'ya evlenme teklif etmeye karar verdiğinde nazikçe şöyle dedi: "Sana nasıl yaşayacağını öğretmek için benimle evlen, sen de bana nasıl ölüneceğini öğret. "

Zarafetle cevap verdi, "Hayır Charlie, seninle nasıl olgunlaşacağını öğrenmek için evleneceğim ve sonuna kadar nasıl genç kalacağını öğreteceğim. "

34 yıl birlikte yaşadılar ve 8 çocukları oldu.

Xplore EduPedia

Bu duayı her kim okuyorsa…Yüzüne, gözüne, yanaklarının ucuna can gelsin. Hücreleri, midesi, içinde düşünceler dönüp dura...
04/05/2024

Bu duayı her kim okuyorsa…

Yüzüne, gözüne, yanaklarının ucuna can gelsin. Hücreleri, midesi, içinde düşünceler dönüp duran beyni sağlıkla dolsun. Güneş kirpiklerine dokunsun, göz bebeklerinden kalbine ulaşsın. İçi ışıl ışıl parlasın.

Hayattan korkmasın. Kendini akışa hop diye bırakmayı bilsin. Neşe onu kucaklasın, başından aşağı kova kova şans dökülsün. Sevdikleri hep yanında olsun.

Kafası karıştığında, şüphe tohumları zihin kıvrımlarında oynaşmaya başladığında.. gözlerini Toprak Ana'ya çevirsin. Yağmuru izlesin, rüzgara sarılsın. Her şeyin geçeceğini bilsin.

Hırsla, kibirle koşup durmak yerine hayata teslim olmanın gücünü hissetsin. Gökyüzü kadar engin, kar tanesi kadar eşsiz olduğunu hatırlasın.

Duygularından korkmasın. Küçük bir çocuğun cesaretiyle dinlesin karnının sesini. İçine sinmeyen hiçbir şeye 'evet' demesin. Kendini köşeye sıkıştırıp keşke'lerle, ama'larla, oysa'larla ruhunu çürütmesin.

Kalabalığın sesiyle arasına mesafe koysun. İhtiyacı olmayan sözlerin kalbine girmesine izin vermesin.

Meyvenin yere düşmesini beklemesin. İstiyor mu? Koparsın dalından. İştahla yesin, afiyet bal olsun.

Geceleri uykuya dalmadan önce sahip olduklarını hatırlasın. Hiçbir şeyi yok mu? Pencereden baksın. Yıldızlar hepimizin, unutmasın.

'Olması gerekenler'le var olan arasında sıkışırsa, aynaya baksın. Doğa Ana'ya, Gök Baba'ya, Dünya'ya.. aynada ona bakan gözlerin uğuruna güvensin.

İnansın, tüm kalbiyle inansın: Güneşin daha parlak doğacağına, bulutların dağılacağına, yağmurun dineceğine inansın. Güzel günlerin geleceğine..

Kendine sahip çıksın. Bu bedende, bu kirpiklerin arasından bu dünyaya bakarken.. Küçük bir çocuğun resim yapışındaki heyecanla.. usta bir şairin kalem tutuşundaki özgüvenle çizsin sınırlarını. Kendi olmaktan korkmasın.

Bu mavi dünyaya yıldız tozu gibi serpilmiş milyarlarca insandan biri olduğunu da.. bir su damlasına eşsiz bir okyanus sığdırdığını da unutmasın.

Evini aradığı anlarda kalbine baksın. Kendini yalnız hissettiğinde her kalabalıkta yeri olduğunu hatırlasın.

Bu dünyada kocaman bi’ yeri olduğunu, hayal edebildiği her şeyin gerçek olabileceğini bilsin.

Yüzünü güneşe dönsün. Dönsün ki tüm gölgeler arkasında kalsın...

Address

Izmir

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Bilge Öztoplu-İlişkiler Okulu:

Videos

Share