denizsuyukasesi

  • Home
  • denizsuyukasesi

denizsuyukasesi Biraz kültür biraz sanat biraz aşk biraz meşk dergisi Deniz gibi aşk gibi ey sevgili gözlerin Doğdu, büyüdü. Daha ne kadar yaşar bilmiyorum elbette.

Kendinde, kendi kendine, kendini soluyan bir dergi denizsuyukâsesi. Kendinde, kendi kendine kendini oluşturan, örgütleyen canlı bir organizma. Öylesine, başıboş ve hülyalı. Gelecek başımıza geldikten sonra bilebileceğimiz bir şey. Başlangıçta da buralara kadar geleceğini bilmiyordu zaten. Birisi bana bir şiir okuduğunda ben de ona bir şiir okuyordum. Şiiri şiir katına yükselten bir akış vardı, bir

dolaşım, bir değiş tokuş. İşte bu akışı üstlendi denizsuyukâsesi. Başta dostlar, arkadaşlar arasında bir mimikti, bir jest, bir selamlaşma, bir gülümseme. Tabii, akışı elinde tutanların sınırlı oluşunu ve bu yüzden de akışı denetlediklerini, manipüle ettiklerini biliyordu. Bu yüzden herkesin içinden geçmesi gereken kodlardan uzakta kendinde, kendi kendine, kendini solumayı seçti. Şöyle: “… bir yerden/ belirli merkezlerden - çok yere/ her yere olan anlam, değer ve kurallar üretimi/ dağıtımı/ dolaşımı” ister istemez tekelcidir. Bu doğrultuda ortam irili ufaklı merkezlerin varlığıyla denetlenerek yönlendirilir. Burada artık meşruluk sınırı aşılmış ve belli merkezlerden yönetilen son derece baskıcı ve hiyerarşik bir “anlam, değer ve kural” üretim/ dağıtım/ dolaşım şebekelerinin aleni zulmü başlamıştır. İşte, denizsuyukâsesi, buralara bulaşmadan kendi gövdesinden geçerek akıp gitsin istedi şiir. Bu yüzden de kimi zaman açılan bir kapıyla imledi bu geçirgenliği. Özetle, sanırım, bir geçiş kapısı oldu, bir eşik.

Tepe not ya da tepecik.Arif Damar Cumhuriyet gazetesinde “İnsanın İç Burkan Acısı (7 Haziran 2006)” adlı yazısında Kanda...
28/09/2024

Tepe not ya da tepecik.

Arif Damar Cumhuriyet gazetesinde “İnsanın İç Burkan Acısı (7 Haziran 2006)” adlı yazısında Kandahar’ı ayın şiiri seçtiğini şöyle duyurur:

“2006 Mays ayında şiire yer veren edebiyat dergilerinden: Akatalpa, Berfin Bahar, Denizsuyukasesi, Dize, Esmer, Evrensel, Hayal, Kitaplk, Merdivenşiir, Üç Nokta, Ünlem, Tan Edebiyat, Tavır, Yazılıkaya, Yedi İklim, Sözcükler, Varlık ve Yasakmeyve’de yayımlanan şiirleri okudum, inceledim.

Tuğrul Keskin’in Denizsuyukâsesi dergisinde yer alan Kandahar adlı şiirini Ayın Şiiri olarak değerlendirdim.

Tuğrul Keskin “Kandahar şiirinde Afganistan halkının ABD’nin istila ve işgali sonucunda çektiği acıları, her duyarlı insanın içini burkan kederini çok etkin bir anlatmla yansıtıyor. Bu keder ve acıları paylaşırken, dile getirirken şiirini okuyanı da ortak etme çabasını slogana kaçmadan lirik bir anlatımla başarıyor. Toplumsal bir mesaj iletebilmek ve bunun estetik kaygıyı bir kenara bırakmadan üstesinden gelmek çok ama çok güçtür. Günümüzde yazılan, yayımlanan şiirlerin genelinde Tuğrul Keskin gibi birkaç şair dışında bu yolda çaba gösteren ve başarılı olan pek çıkmıyor. Genç şairlerimiz bu görev ve sorumluluktan kaçınıyorlar. Kuşkusuz bunda 12 Eylül darbesinin hala sürüp gelen payı yadsınamaz…

Turul Keskin’i kutlayarak öteki şairlerimizin de onu örnek almalarını dileyelim.”

Dip not ya da dipçik

Aşağıdaki yazı Tuğrul Keskin’in Everest Yayınları’ndan 2009 yılında çıkan 2008 Behçet Aysan Şiir Ödüllü Kanda’har kitabında Nihat Behram’ın Bir Tuğrul Keskin Duruşu / KANDA’HAR adlı yazısıyla birlikte yer alıyor.

Cumhuriyet Kitap 12.03.2009, sayı 995.

Uzayıp giden kana bak Kan da hara [i]

Türk Tabipler Birliği’nin, şair Dr. Behçet Aysan anısına bu yıl on dördüncüsünü düzenlediği “Behçet Aysan Şiir Ödülü” Tuğrul Keskin’in Kanda’har [ii] adlı kitabına verildi. Ödül töreninde yaptığı konuşmada Keskin, “İstedim ki Behçet Aysan’la her zaman kalplerde yan yana duran adımız, bir kitapta da yan yana dursun. Bu kitabı bunun için yazdım”.

Zihinden bilince yansıyan ‘şeyleri’ görür göz. Diğer bir deyişle zihnimiz kadar görür ve bilincine varırız dünyanın. Göz aslında kaprissiz bir organdır, görür, ama zihinde ne varsa onları. Diğer yandan bu durum gözü ister istemez sınırlı bir organ yapar. İnsan zihni kadar gördüğü için, göz zihnin dışındakileri görmeyecek, göremeyecektir. Bakar, ama görmez dediğimiz durum budur. Gözün imkan ve kabiliyetleri buyruk aldığı zihin tarafından belirlenmiştir.

“Uzayıp giden kana bak Kan da hara” okura izlemesi gereken yolu hazırlayan bir sesleniştir. Zihnimi dürter. “Uzayıp giden kana bak Kan da hara”, der içtenlikle. Ben de “uzayıp giden kana bak”arım “Kan da hara”. Bakar ve görürüm “akan kanda boğulanı Afgan’da”. Zihin, bilinç, göz üçgeninde devre kapanır ve ışık yanar: “Gördüm, bu alçalmışlıkta o şeyi”, derim irkilerek. “Gülen göz, bakan göz, seven göz,”e görmesi için ustalıkla çağrı çıkarmıştır Tuğrul Keskin. “Gör, akan kanda boğulanı Afgan’da”, der. Gülen, bakan, seven göze görevini hatırlatır. Bizi Afgan’da olup bitenin bilincine uyandırmak isteyen bir sesleniştir bu. Kurgulanmış ‘gerçekliğimizden’ alıp bizi Afganistan’ın, orada yaşananların, kanın ve acının rahatsız edici yakınlığına bırakır.

KANDA’HAR’DA POETİKA

Çalışmalarında ‘enformasyon/bilgi kuramı’ndan yararlanan Norbert Wiener “bir iletinin bizim genel bilgimize katkıda bulunabilmesi için bizim zaten sahip olduğumuz bilgiden her anlamda farklı bir şeyler söylemesi gerektiğini” vurgularken “bir iletinin değeri özgünlüğünden kaynaklanır, bu da olasılık dışı olmasıyla ilgilidir” der. Bir körün “ben körüm” demesiyle “yakında bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim” demesi arasındaki farktan bahsediyorum anlayacağınız. “Yakında bahar geliyor, ama ben göremeyeceğim”, türünden bir cümlenin gündelik konuşmada yapılma olasılığı son derece düşüktür, ama böyle bir tümce örneğin bir şiirde bizi şaşırtmaz. Bu doğrultuda “Poetik söylem genel olarak ses ve düşünceyi, sesleri ve sözcükleri, olağan biçimlerden farklı bir ilişki içinde yerleştirir, tümceleri alışılmadık tarzda birleştirir, böylece aynı zamanda hem belirli bir anlamlama hem de şaşırtıcı bir duygulanımla iletir.” Tam da bu noktada Umberto Eco’nun [iii] uyguladığı yöntemi kullanarak “söylemin bize sunabileceği tüm olasılık kurallarını kullanan” bir haber metniyle Kandahar şiirini karşılaştırırsak:

Kandahar’da yerleşim yerine bomba: 7 ölü

Afganistan’ın güneyindeki Kandaharda’da (ise) bir bombanın isabet ettiği yerleşim biriminde yedi kişinin öldüğü bildirildi. Afganistan’ın güneyindeki Kandahar kentinde bir Taliban yanlısı Afgan İslami Ajansı (AIP), bölge sakinlerine dayanarak verdiği haberde, “Bombanın iki evi ve birkaç dükkanı tamamen yıktığını ve yangın çıktığını” duyurdu. AIP’e göre, uydu telefonuyla konuşan bir kişi, “Cesetler görüyorum, yedi ceset görüyorum ve bazı yaralılar var. Lütfen fazla şey sormayın, bombardıman hala sürüyor” dedi. [iv]

Haberi okuduğumuzda haberin bize bildirdiği ne varsa, hepsini kesinlikle anlamışızdır, ama az sonra tamamen unutup gideriz. Bizde herhangi bir değişim yaratmaz haber. Daha yazıldığı anda bile aslında çoktan tüketilmiştir. Çok az olasılıkla düzenlenen haber metinlerinde anlam o kadar ortadadır ki bize yeni bir şey söylemez çoğunlukla. Tekrarlana tekrarlana gerçekliği de kısa sürede tükenip gidecektir.

“Geleneksel tümce yapısı kuralarını hiçe sayarak” ve cesur söyleyişiyle “mantıksal geçişleri saf dışı edip” Afganistan’daki durumu gözler önüne sererken ise şöyle seslenir Tuğrul Keskin:

“Gördüm, bu alçalmışlıkta o şeyi
Ölü minik gövdeler, korku fışkıran
Damarlarından korku fışkıran, düm
Göğün altındaydık birlikte gör düm.”

Bir anda ölü minik gövdelerden tutun da korkuya kadar her şey somutlaşır. Gerçekten de korkuyu hissederiz, gerçekten de “bu alçalmışlıkta”ki “o şey” gözümüzün önüne gelir, irkiliriz. Korkunun şiddeti o kadar yoğundur ki! Üstelik bütün bunlar “hep birlikte aynı göğün altındayken” oluyordur.

Haber metniyle Kandahar arasında anlam olarak bir fark var mı peki? İşlevi “bildirme” olan dil işlevsel olarak işini yapmıştır haber metninde, ancak haberi okur okumaz unutup gideriz. Oysa poetik söylem, bildik dil kurallarını çiğneyip geçen, cesurca dil’in ötesini zorlayan, mantık kurallarını önemsemeyen, bize durumun apaçık bir tasvirini yapmak yerine tıpkı “koanlar”da [v] olduğu gibi içinde olduğumuz dünyanın işaretlerini veren dinamik bir ilişkiler ağıdır. Ağzına kadar dolu olan zihinlerde haberler kendine yer bulamazken bir dize bizi uyandırabilir. Başta da söylediğim gibi Tuğrul Keskin adeta zihnimizi dürter ya da deyim yerindeyse zihnimizin döngüsüne çomak sokar. Eco’dan hareketle söylersek, “anlatımın düzenlenişindeki özgünlüğü”, “yani maksatlı düzensizliği” ve “ kesin bir olasılık sistemine göre olasılık dışılığı” ile Afganistan’ın kavranması için bizi yeni bir zihinselliğe dürten çomaktır Kandahar. Dürter ki “bu alçalmışlıkta”ki o şeyi kavrayan zihin bu gerçeği bilince taşısın, göz görsün ve böylece gerçekten nasıl bir dünyada yaşadığımızın farkına varalım:

“Nefes nefese Afgan’da bir ceylan o
Çığlık çığlığa Afgan’da öldürüldü o
Öldürüldü kaç, tım kaç denizine kan
Oradan buzullara, oradan da mağmaya
Daha gideyim istedim daha diplere
Bu yok olası dünyadan daha diplere
toprağın üstündeyiz birlikte, ey gök
Aklımı koru bu yapışkan cinnetten.”

POETİKA VE DİL

Poetik söylem, dilin olağan biçimini bozarak ortaya farklı bir ilişki çıkarır. Öyle ki “ortada bazen bir anlam bile olmayabilir, ama duygular çoktan harekete geçmiştir.” Poetik söylem bunu yaparken tümceleri alıştığımız bir biçimde bir araya getirmez, sözcükler olağan biçimlerinden farklı çağrışımlara, ilişkilere yönelir. Bu anlamda Kandahar’da bize iletilen bilgi haber metnindeki bilgiden daha fazla ve yoğundur. Düzenlenişiyle olduğu kadar söylemindeki farklılık da hemen dikkat çeker. Bu doğrultuda Cumhuriyet Gazetesi’nde (7 Haziran 2006) İnsanın İç Burkan Acısı başlığı altında Kandahar şiirini yorumlayan Arif Damar, Tuğrul Keskin’in “slogana kaçmadan” Afganistan halkının acısını “lirik bir anlatımla” dile getirdiğini söyler. Kandahar’da ortaya konulan farklılığı kuşkusuz herkes teslim edecek, ancak daha önemlisi Kandahar zihinleri Afganistan’a açan bir geçiş kapısıdır. Böylece gerçekten Kandahar’a gireriz. Kendi ‘gerçekliğimiz’ içinde güvenli bir mesafeden izlediğimiz Gerçek bir an’da yüzümüzde patlar:

“Gülen göz, bakan göz, seven göz…
Gör öleni, yok olup gideni Afgan’da”

Gerçek, işte bu kadar yakındır bize. Sözcüklerin içinden doğru gelir bulur bizi. Püskürmelerle. Kıta sahanlığı kıtayı nasıl denizin altında sürdürüyor ve diğer kıtalara bağlıyorsa Kandahar da Gerçek’i sözcüklerin altından, üstünden, içinden, yanından, arasından sürdürür ve bize bağlar. Öyle ki gerçek ve has şiir sahanlığıdır bu. ‘Her şeyin bir aradalığı ve içiçeliği’ de diyebileceğimiz bir ‘durumlar dinamiği, bir oluşum süreci, bir açıklık [vi]:

“Göğün altındayız birlikte, unutma!
Göğün altında ve birlikte, unutma!”

İnsan kendi ‘gerçekliğine’ odaklanmışken Gerçek’i göremeyecektir. Çünkü Gerçek’i görme imkan ve kabiliyeti zihni kadardır. ‘Gerçekliği’ izin verdiği kadar yaşar. Burada ‘gerçekliğin’ nasıl da enerjimizi tükettiğini, ‘güvenlikte yaşamak’ adına bizi nasıl da var olmayı göze alamayan varlıklar yaptığını görebiliriz. Bu da “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” çerçevesinde ölü süreçlere dönüştürmüştür insanı. Bu doğrultuda ‘gerçekliğimizin’ bizi ölü taklidi yapmaya ittiği kesin. Kendimizi korumuş oluyoruz, ancak birer ölü olarak.[vii]

[i] Kandahar, Tuğrul Keskin, denizsuyukasesi, Mayıs 2006, sayı 15.
[ii] Kanda’har, Tuğrul Keskin, Everest Yayınları, 100 s.
[iii] Açık Yapıt, Umberto Eco, Can Yayınları, 2001.
[iv] Netbul, 17.10.2001.
[v] Zen-Budizm’de, mantıkla çözülemeyecek olan bir çeşit bilmecemsi paradokslar.
[vi] Umberto Eco’nun Açık Yapıt’ı yerine ‘bir oluşum süreci’ demeyi tercih ettim. Çünkü açık ve yapıt sözcükleri birbirini dışlar. Diğer bir deyişle ‘açık’ olan bir şey ‘yapıt’ olamaz ya da ‘yapıt’ olan bir şeyde ‘açıklık’ yoktur. Yapılan, kurulan bir şey olarak ‘yapıt’ ‘açık’ olamayacak kadar ‘kapalıdır’. ‘Yapıt’, ‘açıklığı’ kapatan bir kesinlikte olduğu için bu böyledir. Öyleyse bir ‘yapıtın’ ‘açık’ olmayacağı ortadadır. Bu yüzden ‘açıklık’ bir ‘process of becoming’dir. Yani oluşum süreci. Böyle bir süreç tamamlanmamışlığı, bitmemişliği söyler bize. Bitmemiş olan bir şey ise ‘yapıt’ değildir. Zaten Umberto Eco da -kitap Türkçe’ye Açık Yapıt olarak çevrilse de- ‘açıklığı’, olasılıkların çokluğu, ‘seçim yapmaya davet’ olarak ele alır.
[vii] Tuğrul Keskin belki de bu yüzden şiiri parantez içine almıştır. Sınırlı ve kısmi ‘gerçekliğimizi’ bize göstermek için.

https://youtu.be/DoSn88UAMBc?feature=shared
16/09/2024

https://youtu.be/DoSn88UAMBc?feature=shared

Biraz kültür biraz sanat biraz aşk biraz meşk dergisi Deniz gibi aşk gibi ey sevgili gözlerin gibiCanlı bir organizmadırAyda bir nefes alıp verir DüZenSiz ve...

22/09/2021

Rüzgâr çanı, şiir çanı, aşk çanı, HülyA çanı.

Hülya Özel Aydoğdu

08/12/2018


Doğuşup doğuşup ölüşüyor ölüşüp ölüşüp doğuşuyoruz. Asıla gelirsek durmayarak duruyor, burada kalmayarak burada kalıyoru...
21/11/2018

Doğuşup doğuşup ölüşüyor ölüşüp ölüşüp doğuşuyoruz. Asıla gelirsek durmayarak duruyor, burada kalmayarak burada kalıyoruz.

Bir bilinç gezintisi yapacağız burada. Tekilliğe(?), uzay-zaman eşsizliğine doğru... Ancak tekillik ya da uzay-zaman eşs...
10/01/2017

Bir bilinç gezintisi yapacağız burada. Tekilliğe(?), uzay-zaman eşsizliğine doğru... Ancak tekillik ya da uzay-zaman eşsizliği, ‘ilk neden’i ya da ‘her şeye kadir bir yoğunluk matrisi’ni önüne arkana, sağına soluna, içine dışına koyacağından ve boyunu aştığı için yüzmek zorunda kalacağından aşkınlık ya da aşkınsallık demek. Bu yüzden tekillik ya da uzay-zaman eşsizliğinin görece olduğunu, tekillikten çokluğa, daha doğrusu yokluktan varlığa, varlıktan yokluğa an ve an yeniden, yeniden yapılanan kendi kendine, kendini yapılandırma olduğunu düşünüyorsun kâinatın. Kendi kendine bir özyapım ve özyıkım dinamiği… Yok etme ile yaratmayı birleştirme denemesidir bu yazı aynı zamanda da.

Uluer Aydoğdu

Burası sıçrama diyarı aşkın sapağına, uğur böceğinin yanına, huzur ağacının gölgesine...

20/10/2016

kırılan dalın sesi, direnişin sesi değildir de nedir kuzum

“hadi oradan be zalimler, yol bende kıvrıla kıvrıla dağlara çıkar, Che’ye, Bedrettin’e... https://t.co/SxDCKQnksc”

Uluer AYDOĞDUİcabında kuş, icabında tırtıl, icabında şiir gibi davranabilen ansiklopedidir. Dünya hakkında dünya, kuşlar...
11/10/2016

Uluer AYDOĞDU

İcabında kuş, icabında tırtıl, icabında şiir gibi davranabilen ansiklopedidir. Dünya hakkında dünya, kuşlar hakkında kuş, “var olan her şey yok olmayı hak eder” diyen o her şeyi yadsıyan ruh hakkında bir ruh… İyi gider yanında Gustav Mahler’in İkinci Senfonisi.[1]
-Bu bir şiir mi?
-Hayır efendim, bir düşün çözümü.
-Düş bozumu öyleyse?
-Hayır, hayır “bir düşün çözümü devrimdir” efendim.

(...)

Bir damla suyun okyanus gibi davrandığını görmüyor kimse, ne aleni çılgınlık öyle, ah ceplerinde solucan delikleri taşır kuşlar, bir de bakmışsın pırrr, zarlar yuvarlanıyor, zarlar gelmedi daha, armağan sayalım bunu hiç yoktan, bir ıslık tutturup gidelim, bir masal tutturup, bir gelecek tutturup gidelim. Kalbimde zorbalığa karşı nüktedan Sidikli Kontes oturur, durmayarak durma ilmi tahsil etmekle meşgul birisiyim ben, onlardan sorun beni, arasız devrim diyor kuşlar.

İcabında kuş, icabında tırtıl, icabında şiir gibi davranabilen ansiklopedidir. Dünya hakkında dünya, kuşlar hakkında kuş, “var olan her şey yok olmayı hak eder” diyen o her şeyi yadsıyan ruh hakkında bir ruh…

Buradayım, çünkü ağırdan alıp zamana yaýıyorum kendimi. Buradasın, çünkü ağırdan alıp zamana yayıyorum seni.
18/05/2016

Buradayım, çünkü ağırdan alıp zamana yaýıyorum kendimi. Buradasın, çünkü ağırdan alıp zamana yayıyorum seni.

Nikos A. Salingaros ’un Fraktal Kentin Bağlantısını Kurmak (doxa, sayı 10, Haziran 2011) adlı muhteşem yazısından menevişlenerek yazımın başlığı kendiliğinden ‘Fraktal Dünyanın Bağlantısını Kurmak’ oldu.

Sevgili Refikam Hülya, 12 Ocak Dünya Hülya Gününü kutluyorum. Böyle iyiyim, böyle çok iyiyim, lemurların arasında.Uluer ...
12/01/2016

Sevgili Refikam Hülya, 12 Ocak Dünya Hülya Gününü kutluyorum. Böyle iyiyim, böyle çok iyiyim, lemurların arasında.

Uluer Aydoğdu

Geçer gider, geçer giderim hayatın içinden rüzgâr gibi, hoşça kalın. Uluer Aydoğdu(eliz edebiyat, ocak 2010, sayı 13)
01/01/2016

Geçer gider, geçer giderim hayatın içinden rüzgâr gibi, hoşça kalın.

Uluer Aydoğdu

(eliz edebiyat, ocak 2010, sayı 13)

03/12/2015
http://denizsuyukasesi.blogcu.com/gel-opem-seni-yeni-bir-dilsen/20243488Çizgisel hat, mevziden çıkıp ‘satıh’a, seni dire...
02/11/2015

http://denizsuyukasesi.blogcu.com/gel-opem-seni-yeni-bir-dilsen/20243488

Çizgisel hat, mevziden çıkıp ‘satıh’a, seni direnirken sevmek aşkların en güzeli Türkiye, giriş yazısıdır bu yazı: Geçti ‘hattı müdafaa’ devri, sürdüm kalbimi ve aklımı bütün satıh vatana, bütün satıh Cumhuriyet’e, bütün satıh insana! Öyle.

Osman Çutsay, “Öfke - Türk Çürümesinde Sanatın Rolü” adlı son kitabında “Sanatı çok önemseyenler, ülkemizin, emekçilerimizin ve dilimizin emperyalizme satılmasına en iştahlı bir biçimde teslim ve teşne olanlardı” diye bir kayıt koyup “Orhan Pamuk, Murathan Mungan, Oya Baydar, Adalet Ağaoğlu, Nedim Gürsel, küçük İskender, Elif Şafak…” gibi isimleri sıralar ve “Bu isimlerin birer direniş abidesi olduğunu ileri sürecek olan var mı?” diye sorar. Cevap kesindir: “Herhalde yoktur”. Yalçın Küçük de, kitabında “Cumhuriyet’i çökertme savaşının; edebiyat, düşün ve yayın cephesinde başladığını” sık sık vurgular.

Türkiye, doğrudur, “yeni” Türkiye’dir, ancak burada “yeni” sözcüğü sizi yanıltmamalı. Türkiye, ilerlemeci, ileri bir çerçeveye girmemiş, aksine eskisinden daha köhne ve geri bir yapıya sokulmuştur.

Kuş gibi kanat çırpıyor kuş gibi cıvıldıyorsa, yani kuş gibi davranıyorsa hayattır o, hayat.Uluer Aydoğdu
02/10/2015

Kuş gibi kanat çırpıyor kuş gibi cıvıldıyorsa, yani kuş gibi davranıyorsa hayattır o, hayat.

Uluer Aydoğdu

Yaşlı Büyücünün Memeleri, 1994. Hayal/Et Hiç Bitmeyecek Çünkü, 2005. Yeryüzü Yeniği, 2013. O my tribe don’t be cross with the paths!

Seken bir kurşunum babamın sıktığıne yapayım buradayım. Uluer AydoğduSamuel Beckett’ın, 1980 yılında yazdığı ve ertesi y...
02/10/2015

Seken bir kurşunum babamın sıktığı
ne yapayım buradayım.

Uluer Aydoğdu

Samuel Beckett’ın, 1980 yılında yazdığı ve ertesi yıl televizyon için çektiği ve olay mahallinin bir kare olduğu Quad (Hangi Noktaya ya da Nereye Kadar) [https://www.youtube.com/watch?v=hhIsLXGW99M] adlı dört oyuncu, ışık ve vurmalı çalgı için oyun’un gerçekleştiği, köşeleri kâğıt üzerinde A, B, C, D ve kareyi çaprazlama kesen tam ortadaki noktanın E diye işaretlendiği o sınırlı alanla ve bu alana sırayla, her biri farklı renkte bir kostüm ve farklı bir ritimle girip çıkarak verili bu alanı arşınlayan oyuncularla karşılaştığımda, hayatın ya da dünyanın, dolayısıyla da kâinatın, yani bu verili alanın neler verdiğiyle birlikte neleri vermediği, veremeyeceği üzerine metafiziğin aşkın sularında yüzmeye çalışmaktan kaçarak ya da başa sona, oraya buraya herhangi bir tekilliği yerleştirmeden, yalnızca kısıtlı bir alan üzerinde belirip kaybolan şeylerin esas olarak oluşturdukları örüntülere odaklanarak ve kısıtlı bu alan içindeki şeylere, bu şeylerin yapılanmalarına özgül bir anlam ya da değer vermeden düşünmeye çalıştım. Bu hala sürüyor.

Seken bir kurşunum babamın sıktığı ne yapayım buradayım. Uluer Aydoğdu

Address


Alerts

Be the first to know and let us send you an email when denizsuyukasesi posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Videos

Shortcuts

  • Address
  • Alerts
  • Videos
  • Claim ownership or report listing
  • Want your business to be the top-listed Media Company?

Share

Our Story

Kendi kendine, kendini soluyan bir dergi denizsuyukâsesi. Kendi kendine kendini oluşturan, örgütleyen canlı bir organizma. Öylesine, başıboş ve hülyalı. Doğdu, büyüdü. Daha ne kadar yaşar bilmiyorum elbette. Gelecek başımıza geldikten sonra bilebileceğimiz bir şey. Başlangıçta da buralara kadar geleceğini bilmiyordu zaten. Birisi bana bir şiir okuduğunda ben de ona bir şiir okuyordum. Şiiri şiir katına yükselten bir akış vardı, bir dolaşım, bir değiş tokuş. İşte bu akışı üstlendi denizsuyukâsesi. Başta dostlar, arkadaşlar arasında bir mimikti, bir jest, bir selamlaşma, bir gülümseme. Tabii, akışı elinde tutanların sınırlı oluşunu ve bu yüzden de akışı denetlediklerini, manipüle ettiklerini biliyordu. Bu yüzden herkesin içinden geçmesi gereken kodlardan uzakta kendi kendine, kendini solumayı seçti. Şöyle: “… bir yerden/ belirli merkezlerden - çok yere/ her yere olan anlam, değer ve kurallar üretimi/ dağıtımı/ dolaşımı” ister istemez tekelcidir. Bu doğrultuda ortam irili ufaklı merkezlerin varlığıyla denetlenerek yönlendirilir. Burada artık meşruluk sınırı aşılmış ve belli merkezlerden yönetilen son derece baskıcı ve hiyerarşik bir “anlam, değer ve kural” üretim/ dağıtım/ dolaşım şebekelerinin aleni zulmü başlamıştır. İşte, denizsuyukâsesi, buralara bulaşmadan kendi gövdesinden geçerek akıp gitsin istedi şiir. Bu yüzden de kimi zaman açılan bir kapıyla imledi bu geçirgenliği. Özetle, sanırım, bir geçiş kapısı oldu, bir eşik.