Gafur Oturak

Gafur Oturak Miili Çağdaş Türk Hedefimiz
Çağdaş Dünya ile Bütünleşmiş Güçlü Bir Sivil Toplum Oluşumuna Katkıda Bulunmak.

27/01/2025



*Bilgiye Değer Katan Ahlaktır*

Bilgi, insanı diğer canlılardan ayıran en güçlü özelliklerden biridir. Ancak bilginin gerçek değeri, yalnızca öğrenilenlerin miktarıyla değil, o bilginin nasıl kullanıldığıyla ölçülür. Bir bireyin eğitim almış olması, onu bilgili ya da erdemli bir insan yapmaya yetmez. Bilgiyi anlamlı kılan, ahlaki zenginlik ve etik değerlerle yoğrulmasıdır.

Bugün birçok kişi diplomalarını gururla taşırken, diplomanın kişiyi bilgili bir birey yapmadığını görmek önemlidir. Diploma, bir belgedir; öğrenim sürecinin tamamlandığını ispatıdır. Ancak diplomanın gerçek değeri, o kişinin bilgi birikimini nasıl kullandığıyla ortaya çıkar. Bilgiyi başkalarının zararına değil, faydasına kullanmak; bireysel çıkarların ötesinde toplumsal faydayı gözetmek, gerçek bilginin en önemli işaretleridir.

Gerçek bilgili insan, hayatı boyunca öğrenmeye açık olan, öğrendiklerini çevresine aktarabilen ve bilgiyi yalnızca kendi çıkarları için değil, toplumun refahı için kullanan kişidir. Ahlaki zenginlik burada devreye girer. Empati, dürüstlük, adalet ve başkalarına saygı gibi değerler olmadan bilgi, yalnızca bir güç aracı olarak kullanılabilir ve bu, hem bireye hem de topluma zarar verebilir.

Bilgiye sahip olmak bir ayrıcalıktır; ancak bu ayrıcalık, sorumlulukla dengelenmezse, bireyin hem kendine hem de çevresine zarar verme riski taşır. Bugün dünyada ve ülkemizde, bilgi sahibi olduğunu iddia eden, hatta diplomalarla donatılmış bireylerin, etik değerlerden uzak davranışlarıyla toplumları nasıl yozlaştırabildiğini gözlemliyoruz. Bilgi, yalnızca bir araçtır; onu insanlığın hayrına dönüştüren şey, ahlaktır.

Diploma bir kağıttır; ama bilgelik, bireyin kalbinde ve zihnindedir. Bilgili insan, yalnızca neyi bildiğiyle değil, neyi nasıl yaptığıyla anılır. Öğrendiklerini kendi çıkarı için değil, başkalarına hizmet etmek, adaleti sağlamak ve toplumu ileriye taşımak için kullanan kişi, gerçek anlamda bilgili insandır.

Etrafımıza baktığımızda, diploması olmayan ama yaşam tecrübeleriyle, ahlakıyla ve topluma kattığı değerle bilgeliği temsil eden insanlara rastlarız. Onlar, hiçbir okulun öğretemeyeceği bir şey bilir: Bilgi ancak paylaşıldığında ve iyilik için kullanıldığında anlam kazanır.

Öğrenmek bir süreçtir, fakat bilgiyi hayata geçirmek bir sanattır. Bu sanatın ustaları, yalnızca öğrenmekle yetinmeyen, aynı zamanda bu öğrendiklerini doğru bir şekilde kullanan bireylerdir. Onlar, başkalarını ezerek değil, başkalarına yardım ederek yükselir. Kendi başarılarını, çevresindekilere katkı sağlamak için bir fırsat olarak görür.

Sonsöz olarak, bilgili insan, diplomasının arkasına saklanan değil, bilgiyi kalbinde ve ruhunda yoğurabilen kişidir. Ahlaki zenginlik, bilgiyi bir güce değil, bir erdeme dönüştürür. Toplumu ileriye taşıyan bireyler, yalnızca eğitimli olanlar değil, bu eğitimi adalet ve sevgiyle harmanlayanlardır.

Unutmayalım ki bilgiye değer katan, ahlaktır. Diplomasız bir bilge, ahlaksız bir diplomalıdan çok daha değerlidir. Çünkü bilgi, ancak iyilikle yoğrulduğunda gerçek anlamını bulur.

*Necat KACAN*

Eğitimci Araştırmacı Yazar

CİCERO’NUN CEMİYET TEORİSİ 1)Fakir, çalışır.2)Zengin, sömürür.3)Asker, her ikisini de korur.4)Mükellef, üçü için öder.5)...
23/01/2025

CİCERO’NUN CEMİYET TEORİSİ
1)Fakir, çalışır.
2)Zengin, sömürür.
3)Asker, her ikisini de korur.
4)Mükellef, üçü için öder.
5)Serseri, dördünün adına istirahat eder.
6)Ayyaş, beşi için içer.
7)Bankacı, ilk altıyı dolandırır.
8)Avukat, ilk yediyi kandırarak savunur.
9)Hekim, sekizini de öldürür.
10)Mezarcı, dokuzunu da gömer.
11)Politikacı, 10’lar sayesinde yaşar.

* * * * * * * * * * * * *
C İ C E R O (M.Ö. 106 - 43)
M.Ö. 106 yılında doğan Marcus Tullius Cicero, Latin kökenli Romalı devlet adamı, bilgin, hatip, hukukçu ve yazardır.

Bilgi kuramı açısından kesinliğe bağlanmak yerine olasılıkların yolunu izlemeyi tercih eden Cicero, buna karşın ahlâk alanında deneye dayalı bir tavır sergileyip, Sokrates'e yönelmiş ve felsefenin gelişmesine de katkıda bulunmuştur.

Cicero teorisi cemiyet yapısını inceleyen bir teoridir ve görüldüğü kadarıyla yaklaşık 2000 yıl boyunca da bir değişiklik olmamış gibi görünüyor.

“BOZULMUŞ”On bir yıl sonra gördüm yurdumuToprağı bozulmuş,taşı bozulmuşAçamadım kimselere derdimiHalkın yüzde yetmişbeşi...
19/01/2025

“BOZULMUŞ”
On bir yıl sonra gördüm yurdumu
Toprağı bozulmuş,taşı bozulmuş
Açamadım kimselere derdimi
Halkın yüzde yetmişbeşi bozulmuş.

Edirne'den Van'a Van'dan Mersin'e
Muğla'sından başla yürü Kars'ına
Kapılmayan yoktur para hırsına
İzmir'i ,Konya'sı Muş'u bozulmuş.

Haramı helali incele de bak
Ya aptal diyorlar ya avanak
Haram dolu haram tencere tabak
Ekmeği bozulmuş,aşı bozulmuş.

İyi varsa alınmasın sözüme
İyi miyi görünmedi gözüme
Bakarak kararmış üzüm üzüme
Kurunun yanında yaşı bozulmuş.

Köprünün altından çok sular akmış
İyiler yerine lükse bırakmış
Sevdalar fuhuşa sekse bırakmış
Gönüllerin artık düşü bozulmuş.

Bir kahveye kırk yıl hatır yok şimdi
Ne kırk yıl kırk saniye çok şimdi
Hatıra gönüle karın tok şimdi
Gaddar olmayanın işi bozulmuş.

Vatan vatan tabii vatan vatan da
Esrar satan da var,karı satan da
Çıkıyorlar akşam güneş batanda
Erkekler değişmiş,dişi bozulmuş.

Vatan için millet için döğüşmüş,
Mana için maddeyle boğuşmuş
İnsanlarda bile ölçü değişmiş
Bozulmaz dediğim kişi bozulmuş.

Baştakiler ne yaparsa elbette
Aynısını yapacaktır millette
Ah Arif ah,vatanımız cennet de
Velakin balığın başı bozulmuş.
Ozan Arif

18/01/2025

DİP NOT!

*Akıllı İnsan ve Cahil Kişinin Farkı: Söze Verilen Değer*

Söz, insanlık tarihinde en etkili iletişim araçlarından biri olmuştur. Kelimeler, yalnızca birer ifade aracı değildir; aynı zamanda bilgi, tecrübe ve hikmeti aktaran güçlü bir araçtır. Ancak, bir sözün etkisi, dinleyenin ona verdiği değerle doğrudan ilişkilidir. Akıllı bir insan, küçük bir espriden bile ders çıkarabilirken; cahil bir kimse, en derin anlamlarla dolu bir cümleyi bile görmezden gelebilir.

*Sözden Ders Çıkarmak: Akıllı İnsanların Özelliği*

Akıllı insanlar, dinleme sanatında ustadır. Sadece söylediklerinizi değil, ne demek istediğinizi de anlarlar. Şaka yollu ifade edilen bir düşüncede bile derin bir anlam arar ve bundan kendine bir pay çıkarır. Bu özellik, öğrenmeye açık bir zihnin göstergesidir. Akıllı bireyler, her sözde bir fırsat görürler. Onlar için bilgi, yalnızca öğretici bir metinde ya da bir ders ortamında değildir; hayatın her anında mevcuttur.

*Cahil Kişinin Tavrı: Anlamamak ve Reddetmek*

Cahil insanlar ise karşılarındaki hikmetli sözleri duymazlıktan gelirler. Derin anlamlar taşıyan ifadeleri ya hafife alır ya da onlara masal muamelesi yaparlar. Bu tutum, öğrenmeye kapalı bir zihniyetin sonucudur. Bilgiden ve tecrübeden faydalanmak, yalnızca bilmekle değil, anlamaya istekli olmakla mümkündür. Ne yazık ki, anlamaya kapalı bir kişi, hayatın ona sunduğu en büyük dersleri bile göz ardı eder.

*Bilginin Değeri ve Anlamanın Önemi*

Sözden ders alabilmek, bireyin hem zihinsel hem de ahlaki gelişimine katkı sağlar. Akıllı bireyler, karşılaştıkları her kelimeyi bir fırsat olarak görürken; cahil kişiler, fırsatları görmezden gelerek kendi gelişimlerini engellerler. Bu durum, sadece bireylerin kendilerine değil, çevrelerine de zarar verir. Çünkü anlamaktan yoksun bir birey, iletişim kuramaz ve toplumun ilerlemesine katkıda bulunamaz.

*Dinlemek ve Anlamak: İnsanı Olgunlaştırır*

Söze verilen değer, bir kişinin olgunluk derecesini de yansıtır. Bir sözün ardındaki anlamı görmek, onu yorumlamak ve ondan bir ders çıkarmak; sadece bilgiyle değil, aynı zamanda insanın hayata karşı olan tutumuyla ilgilidir. Akıllı bir insan, hayatı boyunca öğrenmeye devam eder ve bu süreçte en küçük bir ifadeden bile etkilenebilir.

Sonsöz olarak, hayatın her alanında karşılaştığımız sözlerin değerini bilmek, bizi hem birey olarak hem de toplumsal anlamda ileri taşır. Akıllı bireyler, sözün derinliğini fark ederken, cahil kişiler bu derinliği gözden kaçırır. Bu yüzden, sadece dinlemekle kalmayıp anlamaya da çabalamalıyız.

ABD li Senatörün Los Angeles yorumu:Son üç gündür Los Angeles de olup biteni anlamak isterseniz, izahı şudur;Los Angeles...
12/01/2025

ABD li Senatörün Los Angeles yorumu:

Son üç gündür Los Angeles de olup biteni anlamak isterseniz, izahı şudur;
Los Angeles da yaşanan büyük felaket, hatta kıyameti yaşayan ve evlerinden sürgün edilen yüzbine yakın insanın ve yanıp kül olan sarayların, şatoların, villaların sahiplerini birazcık tetkik edelim istedim.

Bu mahallelerde, semtlerde yaşayan insanlar büyük işadamları, hollyvood yıldızları, sinema, dizi yönetmenleri, sahipleri ve ünlü siyasetçilerden oluşuyor.

Yanan 1200 e yakın evin ve yukarıda saydığımız meslek gruplarının neredeyse yarısı yahudi evanjelist insanlardan, cemaat üyelerinden oluşuyor. İşin en acıklı ve enterasan olan yanı bu insanların tamamı islama hor bakıp, düşman görüp, gazzenin hatta filistinin tamamının yakılıp yıkılması için siyaset yapan, yazılar yazan, söylemler geliştiren ve milyonlarca doları israile akıtan kişlerdir.

Şimdi sizlerde ve bende oturup derin bir düşünelim bu bir ilahi cezamıdır?

Müslümanların inandığı ve kutsal kitaplarında bahsi geçen ebabil kuşlarının

FERDİ TAYFUR'un Hayat Hikayesi Arabesk dünyasının taçsız kralı Ferdi TAYFUR’un yaşam öyküsünü; hâlen Adana’da ikamet etm...
05/01/2025

FERDİ TAYFUR'un Hayat Hikayesi
Arabesk dünyasının taçsız kralı Ferdi TAYFUR’un yaşam öyküsünü; hâlen Adana’da ikamet etmekte olan amcasının oğlu Zekeriya TURANBAYBURT’tan dinleyelim:
Aslen, Tarsus’un Verimli (Badras) köyü halkından olup, 1942 yılında Adana’ya taşındılar.
“Beyköylü Cumali” ve Şerife Hanım’ın oğlu olarak 1945 yılında, Adana Hürriyet Mahallesi 381 Sokaktaki Nezihe ablanın tek gözlü kerpiçten yapılma evinde dünyaya geldi.
Beyköylü Cumali’nin Verimli (Badras)’de iken ‘GÖNCÜ’olan soyadı sonradan TURANBAYBURT olarak değiştirildi.
Kendisinden önce doğan kardeşi Tayfur’un, zehirli sıtmadan ölmesi; onun dünyaya gelmesine sebep olmuştur. Çünkü, ailesi yokluk nedeniyle başka çocukları olmasını istemiyordu.
İki erkek ve iki kız kardeşten oluşan bir ailenin evladı olan Ferdi TAYFUR (TURANBAYBURT)’un, ağabeyi Sermet’ten başka Nafiye ve Neriman adında iki kız kardeşi vardır.
Babası Beyköylü Cumali, 29 yaşında iken bir cinayete kurban gitmiştir. Küçük Ferdi, o gün henüz 6 yaşındaydı. Babasının öldürülmesi sonucu, Ferdi’nin okuma şansı kalmamıştı.
Bundan sonraki yaşamı ile ilgili bilgileri, birlikte traktör şoförlüğü yaptıkları aslen Adana’nın Taşçı köyünden Osman Ağa’nın oğlu ve yakın arkadaşı Bayram KOŞAK’tan dinleyelim:
10 yaşından itibaren Adana’nın Ceyhan ilçesindeki Mercimek köyü yakınlarında bulunan ve Güney Sanayi Fabrikasının sahibi Bekir SAPMAZ (Köse Bekir)’a ait MISIRLI çiftliğinde traktör şoförlüğü yaptık. Ferdi, işçilerin içme suyunu Mercin Irmağı'ndan tahta fıçılar içinde traktörle taşıyordu.
Teyzesinin eşi Ramazan Usta (FİKİRCİ), Ferdi’nin çiftlikte çalışmasına zemin hazırlamış ve ona sürekli destek olmuştur.
Çiftlikte çalışarak ailesinin geçimine katkıda bulunan Ferdi’ye, amcası Mehmet TURANBAYBURT da destek olan insanlardan birisidir.
Ağabeyi Sermet’in Adana’da plak satış bayi bulunuyordu.
Ağabeyi, Ferdi’nin müzik hayranı olduğunu bildiği için onunla birlikte 17 yaşında iken İstanbul’a gitti. O yıllarda, çocuk sanatçılara rağbet olmadığı için kendini ispatlayamayan Ferdi TAYFUR, tekrar Adana’ya döner ve çiftlikte traktör şoförlüğüne devam eder.
Bazı bestelerini, traktör kullanırken esinlenerek yapmıştır.
Müziğe karşı sempatisi olan ailede, Ferdi TAYFUR’un teyzesinin oğlu Vahdet VURAL da ses sanatçısıdır.
1968’de tekrar İstanbul’a gider ve Seda Plak adına yaptığı 2 plak fazla satmaz ve hayal kırıklığına uğrar. O sırada ağabeyi Sermet’in bir iftira üzerine cezaevine düşmesi nedeniyle Adana’ya çiftlikteki işlerin başına döner.
25 yaşında, Zeren Plak Şirketinin çağrısı üzerine tekrar İstanbul’a gider, “ Kaderimsin” şarkısını okur ve çok ilgi görür. Kader Plak adına “Huzurum Kalmadı” plağını yapar.
1973 - 1974 yıllarında Görsev Plak adına ,“Kır çiçekleri”, “Bana gerçekleri söyle”, “Postacı”, “Mahkûmların duası”, ” Yüreğimde yara var” isimli 5 şarkının plaklarını doldurur.
Bu sırada Zeliha Hanım ile nişanlanmış ve kısa süre sonra evlenmişlerdir. Bu evlilikten iki kızları olmuştur.
Ferdi TAYFUR'un kızı, İstanbul’da bulunan Tarsuslu iş adamlarından Serdar Bey’in eşidir.
İsmail MERSİNLİ ile “EL ELE” plak şirketini kurar ve “Akşam güneşi” şarkısını okur. Ancak, şirket kısa süre sonra kapanır.
1975’te” ELENOR” plak ile anlaşır ve “Bırak şu gurbeti, Alıştım, Yadeller, Çeşme” plaklarını çıkartır ve bu plaklar çok sayıda satılır.
1976’da sinemaya adım atan hemşehrimiz Ferdi TAYFUR,“ÇEŞME” filmini çeker iken Necla NAZIR ile tanışır ve evlenirler. Bu evlilikten de bir kız çocukları olur.
50’den fazla kaset yapan ve dillere destan şarkılarını aynı isimle filme uyarlayan Ferdi TAYFUR; 30’un üzerinde filmde hem oynadı ve ayrıca şu filmleri de yönetti: “Haram Oldu, İçimde Bir His Var, Ya Benimsin ya Toprağın, Canına Okuyacağım, Sevgiler Çiçek Gibi, Affet Allah’ım."
Bestesi kendine ait olan eserlerden çoğunun güftesini kız kardeşi Neriman Hanım'ın yazmış olduğu yakın akrabaları tarafından ifade edilmektedir.
1982 yılında kendi adına “FERDİFON” plakçılık şirketini kurdu.
1983-1985 yılları arasında Adana Gazi Paşa Bulvarı’nda “Çeşme Lokantası”nı açmıştı.
Ferdi TAYFUR, 9 kez “Altın Plak” ödülüne lâyık görülmüştür.
Mekanın Cennet olsun güzel insan...

29/12/2024



*Gereksiz İnsanları Hayatınızdan Çıkarın!*

Herkesin hayatında yer tutan bazı insanlar vardır; kimisi yakın dost, kimisi ise sıradan tanıdıklardır. Fakat zaman zaman, bu insanların bizler için ne kadar gerekli olduğunu sorgulamamız gerekir. Kendimizi gereksiz yere, gereksiz zamanlarda ve gereksiz insanlar için harcadığımızda, bir gün bu acının ne kadar derin olduğunu anlayabiliriz. İşte o anda, aslında en değerlinin sadece kendimiz olduğunu fark ederiz.

İnsanın en değerli varlığı, kendi sağlığı ve huzurudur. Hayatınızdaki gereksiz insanlardan, olumsuz etkilerden ve sizi sürekli yoracak kişilerden uzaklaşmak, en sağlıklı seçimdir. Kendi iyiliğiniz için, gereksiz yere harcadığınız enerjiyi geri kazanmak ve yalnızca sizin için değer taşıyan insanlarla çevrenizi doldurmak, hayatınıza büyük bir katkı sağlar.

Birçok insan, çevresindeki kişileri kaybetmekten korkar, fakat bazen kaybetmek, kazanmanın ta kendisidir. Gereksiz insanları hayatınızdan çıkardığınızda, enerjinizi kendiniz için kullanabilir, sağlıklı ilişkiler kurabilir ve yalnızca size değer katan insanlarla bir arada olabilirsiniz.

Bu yüzden, gereksiz yere yorgun düşmektense, kendi değerinizin farkına varın. Gereksiz insanları hayatınızdan çıkarın ve sadece sizinle değer bulan ilişkiler kurmaya özen gösterin. Unutmayın ki, en değerli kişi, kendinizsiniz.

Eşeği Saldım Çayıra Hikayesi ve Şiiri▪︎ Bir zamanlar, bir köyün zalim bir ağası varmış. ▪︎ Köylüye yapmadığı eziyet kalm...
21/12/2024

Eşeği Saldım Çayıra Hikayesi ve Şiiri
▪︎ Bir zamanlar, bir köyün zalim bir ağası varmış.
▪︎ Köylüye yapmadığı eziyet kalmamış.
▪︎ Bir gün yaptıklarını fark eden ağa, tüm köylüleri meydana toplamış ve demiş ki; "ben size yıllardır eziyet ettim, yapmadığım şey kalmadı.
▪︎ Ben her türlü cezaya hak ettim.
▪︎ O yüzden ben öldükten sonra cesedimi köyün girişindeki ağaca asın, 3 gün orada dursun ibret-i âlem için" demiş.
▪︎ Gün gelmiş ağa ölmüş, köy halkı vasiyetidir diye ağayı ağaca asmışlar.
▪︎ Sonra köye jandarma gelmiş. "Siz köy halkı birleşip ağayı asıp, öldürdünüz" demiş. ▪︎ Köy halkı ne derse desin inandıramamışlar jandarmayı ve tüm köy halkı dayaktan geçmiş. Velhasıl ağa yine yapacağını yapmış.
▪︎Bunun üzerine Kazak Abdal da bir köşede bu şiiri-küfürü söylemiş...

▪︎ Eşeği saldım çayıra
Otlaya karnın doyura
Gördüğü düşü hayıra
Yoranın da anasını

▪︎ Münkir münâfıkın soyu
Yıktı harap etti köyü
Mezarına bir tas suyu
Dökenin de anasını

▪︎ Müfsidin bir de gammazın
Malı vardır da yemezin
İkisin meyyit namazım
Kılanın da anasını

▪︎ Derince kazın kuyusun
İnim inim inilesin
Kefen dikmeye iğnesin
Verenin de anasını

Dağdan tahta getirenin
Mezarına götürenin
Talkınını bitirenin
İmâmın da anasını

▪︎ Kazak Abdal söz söyledi
Cümle halkı dahleyledi
Sorarlarsa kim söyledi
Soranında anasını

*⚘️DELİ*Ağanın biri köyünde büyükçe bir konak yaptırmış. Açılış günü köyde yaşayan herkese yemek vermiş. Çoluk-çocuk, ka...
21/12/2024

*⚘️DELİ*

Ağanın biri köyünde büyükçe bir konak yaptırmış. Açılış günü köyde yaşayan herkese yemek vermiş.

Çoluk-çocuk, kadın-erkek, akıllı-deli. Deli lafın gelişi değil, gerçekten deliyi de davet etmiş çünkü hemen her köyde olduğu gibi o köyün de bir delisi varmış.

Yemekler yenmiş. Köylüler ayrılırken Ağa, “Deliye sorun, bu konaktan ne istiyorsa alsın.” talimatını vermiş adamlarına.

Delinin gözü bahçede bağlı duran beyaz ata takılmış ve “Bu atı istiyorum.” demiş. O at ise Ağa'nın gözdesiymiş. “Hayır!” demiş Ağa, “Başka bir şey istesin.” Deli ısrar etmiş, “İlla da bu beyaz at.” diye diretmiş. Ağa da “Hayır!” demiş başka bir şey dememiş.

Ziyafet bitmiş, ayrılık zamanı gelmiş. Deli konaktan melül-mahzun bir şekilde ayrılırken bir şeyler konuşuyormuş kendi kendine.

Ağa'nın dikkatini çekmiş bu hâl ve “Gidin dinleyin bakalım.” demiş adamlarına.

Deli sürekli şunu söylüyormuş:
“Sen isteseydin verirdi, Ağa da kim oluyor ki?
Sen isteseydin verirdi, Ağa da kim oluyor ki?”

Adamları, Ağa'ya söylemiş delinin dediklerini.

“Geri çağırın ve verin atı demiş.” bu defa ağa.

Deliye atı vermişler.

Deli, atın yuları elinde konaktan ayrılırken yine aynı şekilde söylenmeye devam ediyormuş.

Ağa adamlarına “Bu defa ne diyor, gidin dinleyin.” demiş.

Ne diyormuş biliyor musunuz deli:
“Sen istedin de verdi, Ağa da kim oluyor ki?
Sen istedin de verdi, Ağa da kim oluyor ki?”

"Yeter ki sen iste... Herşeye gücü yeten kudret mutlaka verir, ya vererek verir ya da vermeyerek verir..."

18/12/2024



*Zorluklar Karşısında Pes Etmemek: Gerçek Zafer, Mücadele Ederek Kazanılır*

Hayat, her bir adımında yeni engeller, zorluklar ve mücadeleler sunar. Bu zorluklar bazen karşımıza devasa dağlar gibi çıkar, bazen de çetin denizler gibi. Ancak her biri, bizlere bir fırsat sunar; sınırlarımızı keşfetmemiz ve ruhumuzu güçlendirmemiz için. *“Zafer, sadece hedefe ulaşmakla değil, bu yolda gösterdiğimiz mücadeleyle kazanılır”* derler. Bu söz, gerçek anlamda başarının neye dayandığını anlatır.

Başarı, kolayca elde edilen bir şey değildir. İnsanlar çoğu zaman başarıyı, sadece varmak istedikleri noktayı görerek tanımlarlar. Ancak gerçek zafer, varış noktasında değil, bu noktaya ulaşana kadar gösterilen çaba, azim ve kararlılıktadır. Hayatın her anı, bir mücadeleye dönüşür; mücadele etmek, aslında hayatta kalmak ve kendini kanıtlamaktır. Zorlukların üstesinden gelmek, insanın sadece çevresel engelleri aşması değil, içsel dünyasında da büyük bir dönüşüm geçirmesidir.

Birçok başarılı insanın hikayesi, mücadele ve sabırla doludur. Yılmadan, pes etmeden, her düşüşü bir ders olarak kabul ederek yoluna devam edenler, sonunda kazanmışlardır. Onlar, hayatta karşımıza çıkan her türlü engeli, birer fırsat olarak görürler. Çünkü mücadele, insanın en derin potansiyelini açığa çıkarır. Gerçekten mücadele eden bir insan, her zorluğu aştığında sadece fiziksel değil, duygusal ve zihinsel olarak da olgunlaşır.

Türk milletinin Kurtuluş Savaşı’ndaki direnişi de bu duruma örnektir. Ülkemizin bağımsızlığı için gösterilen büyük mücadele, sadece askeri zaferin ötesinde bir anlam taşır. O dönemde halk, bir yandan işgalcilere karşı savaşırken, diğer yandan kendi içindeki gücü keşfetti. Mücadele etmek, halkı sadece düşmanlarına karşı değil, kendi içindeki korkulara, zaaflara ve belirsizliklere karşı da güçlendirdi.

Bazen hayat, bize istediğimiz sonuçları vermeyebilir; zorluklar daha uzun sürebilir, başarı daha uzak görünebilir. Ama her zorluk, bizlere bir şey öğretir. Bu yolculuk, sadece hedefe ulaşmak değil, kendimize dair kazandığımız her bir içsel güçle değer kazanır. Mücadele etmek, sadece dış dünyadaki engelleri aşmak değil, aynı zamanda kendi içimizdeki engelleri de ortadan kaldırmaktır.

Unutmayalım ki, gerçek zaferin yolu her zaman kolay ve kısa değildir. Zorluklar, hayatta elde edilecek gerçek değerlerin temelini oluşturur. *“Mücadele etmek, hayatta kalmanın ve kendini bulmanın yoludur.”*
Bu söz, yalnızca zorlukların üstesinden gelmeye çalışanlara değil, aynı zamanda her adımda büyüyen, güçlenen ve daha bilinçli bir insan olma yolculuğunda olanlara ilham verir. Mücadele ederken kaybedilen her şey, aslında kazandığımız bilgeliktir.

Sonsöz olarak, gerçek zafer, zorluklarla dolu bu yolculukta gösterdiğimiz çaba ve kararlılıkla elde edilir. Her mücadelenin ardından bir ders, her başarısızlığın ardından bir kazanç vardır. Zorluklar karşımızda ne kadar büyürse büyüsün, mücadele etmediğimiz sürece gerçek zaferi asla bulamayız.
Saygılarımla selamlıyorum 🇹🇷

09/12/2024
26/10/2024

*PUŞLOST*

“Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş, Dostoyevski 'puşlost' der. Topluma musallat olan, iblis ayarlı paçozluktur, Puşlost. İşte kitap paçozluğun hikâyesi. Puşlost tüm bu kavramları içinde toplayan tanımlama. Bizde de Ömer Seyfettin'in Efruz Bey tiplemesi, Nesin'in Zübük'ü kısmen buna yakındır. Ama benim ele aldığım paçozluk süreci Puşlost’a daha yakın ve korkum o ki, bu iblis Türkiye'ye yerleşmektedir. Paçozluğun dini, ırkı, sınıfı, cinsiyeti yoktur ve giderek Türkiye'ye yerleşiyor.” Rahmetli Alev Alatlı 2011 yılında Beyaz Türkler Küstüler adını taşıyan kitabının tanıtımı için yaptığı bir röportajında “puşlost” terimini uzunca ele alıyor; bu terimi Türkçe paçoz kelimesiyle karşılamayı öneriyor ve paçozluğun hikâyesini bu cümlelerle anlatıyordu. Son olarak İstanbul'da Yenidoğan Çetesi skandalı olarak gün yüzüne çıkan rezaleti için “Nasıl böyle bir şey olabilir? Kim, kimler böyle şeyleri yapabilir?” soruları kafamda dolaşırken Alev hocanın paçoz tanımını hatırladım ve sizlerle paylaşmak istedim.

Alev hocanın korkusu maalesef gerçek oldu. Korkunç bir yere gidiyoruz. Her yere yerleştiler; sağlık, adalet, eğitim, savunma sanayi ve aslında akla gelen her alanda bir savcı cüzdanıyla vicdanı arasından çıkarak görevini yaparsa el attığı takdirde yolsuzluklar fışkıracak.

Paçozlar hep vardı olmaya da devam edecekler ama şimdiki gibi makam sahibi ve itibarlı olmaları mümkün olmamıştı. Bugün bu kadar başarılı olmalarının en önemli sebebi dindarlık kisvesinin kullanımının çok başarılı olmasıdır. Emperyalist güçlere karşı imparatorluktan ulus devlete geçerken Türk milliyetçilerinin kurduğu cumhuriyet, evrensel ve bilimsel değerleri önceliyordu. Ülkemizin son döneminde ise maalesef paçozluk kurulu düzenleri bozulan cumhuriyet karşıtlarıyla beraber olarak kendine yaşam alanı buldu. Dindar ve vatansever görüntüleriyle bir yandan ülkeyi soyuyor diğer yandan Orta Doğu’da hâkim olan kültürlerin sahip olduğu çağ dışı değerleri dayatıyorlar. Bu sayede oluşturdukları iklimde acımasızca her şeyi sömürebiliyorlar. Bu olayda da gördük en milliyetçi bunlar, en dindar bunlar, devletin güvenlik bürokrasinin en yakını bunlar... Kendilerine Anadolu’nun muskalı çocukları diyerek iç dünyalarında yaşadıkları bütün kompleksleri meşrulaştırdılar. Dindar kılıklı paçozlar için bütün kapılar açıldı. Sadece kendilerine yol açmadılar, samimi dindarlardan ve vatanseverlerden rol de çaldılar. Maalesef vatandaş bunları sevdi. Çakarlı arabalarına saygıyla yol verdi. Kara para aklanan güzellik salonlarında kuyruğa girdiler.

Paçozluğun toplumda geldiği seviye ve kabul sayesinde her skandalda olduğu gibi bu rezalette de hükûmet düşmez. Bir tane bile istifa gelmez, sorumluları ceza almaz ve bu da geçiştirilen skandallar serisine katılır gider. Bu kriminallerin becerilerinin üstünde bir yapı ile karşı karşıyayız. O kadar mesafe kaydetmişler ki toplumun bütün katmanlarındalar. Toplum bunların kodlarıyla barışık olduğu için soruşturmanın siyasi uzantılarına ve sebeplerine kadar uzamayacağını düşünüyorum.

Bu gidişata dur diyebilecek tek güç millî duygudur. Çünkü millî duygulara sahip bir milliyetçi için herhangi bir hastanede yatan herhangi bir çocuk kendi çocuğundan farksızdır. Fakat Türk milliyetçisi gençler ezildiler ve dağıtıldılar. İktidardakiler devletin gücüyle millet ve milliyetçilik kavramlarını ekseninden kaydırdılar. İş ve aş için iktidar partilerinden referans getirmeleri şartı ile gençliği paçozlaştırma çarklarının arasına aldılar. Çarklarına girmeyen gençlerin ülkeden kaçmaları için çalıştılar. Evrensel hukuk anlayışını Batı hukuku diyerek dışladılar. Kendilerine hareket alanı tanıyan Orta Doğu hukukunu ön plana aldılar. Cari hukuk sistemini “bypass” etmek için ihtiyaçları olan fetvaları veren hocalar icat ettiler ve yüzdelerini kendilerince meşrulaştırdılar. Her yanımız büyük-küçük, sağcı-solcu paçozlarla doldu.

Bu çöküş ikliminden çıkabilmenin, uçağın burnunu tekrar havaya kaldırmanın yolu bu paçozlardan bir an önce kurtulmaktan geçiyor. Bunun yoluysa kabile, cemaat, aşiret gibi yapılardan çıkıp millet olmaktır. Millet bilincine sahip olan toplulukların bireyleri devletin kendilerinin olduğunu bilirler dolayısıyla soymaz ve soydurmazlar.

Dolayısıyla paçozluğun antitezi toplumculuğa ve kültür bilincine dayalı milliyetçiliktir.

M.Hakan ÜNSER

Hunlar, MS 4. ve 5. yüzyıllarda Avrupa'nın ve Roma İmparatorluğu'nun büyük bir kısmını terörize eden göçebe savaşçılard...
17/10/2024



Hunlar, MS 4. ve 5. yüzyıllarda Avrupa'nın ve Roma İmparatorluğu'nun büyük bir kısmını terörize eden göçebe savaşçılardı.
Şaşırtıcı askeri başarılarıyla tanınan etkileyici atlılardı.
Hunlar, Avrupa kıtasını yağmalayarak geçerken, acımasız, yılmaz vahşiler olarak ün kazandılar.

Hun Kökeni
Bazı akademisyenler bunların M.Ö. 318'de tarihi kayıtlara giren göçmen Xiongnu halkından geldiğine inanıyor. ve Qin Hanedanlığı döneminde ve daha sonraki Han Hanedanlığı döneminde Çin'i terörize etti.

Çin Seddi'nin güçlü Xiongnu'ya karşı korunmaya yardımcı olmak için inşa edildiği bildirildi.
Diğer tarihçiler Hunların Kazakistan'dan veya Asya'nın başka yerlerinden geldiğine inanıyor.

4. yüzyıldan önce Hunlar, reislerin önderliğinde küçük gruplar halinde seyahat ediyorlardı ve bilinen bir kralları veya liderleri yoktu. MS 370 civarında Güneydoğu Avrupa'ya geldiler ve 70 yıldan fazla bir süre boyunca birbiri ardına bölgeleri fethettiler.

Yaşamda ve Savaşta Hunlar
Hunlar, söylendiğine göre atlara saygı duyan ve bazen at sırtında uyuyan binicilik ustalarıydı.
Üç yaşında biniciliği öğrendiler ve efsaneye göre acıya dayanmayı öğretmek için yüzleri genç yaşta kılıçla kesildi.

Hun askerlerinin çoğu sade giyinirdi ama asil bir şekilde atlarını altın, gümüş ve değerli taşlarla süslenmiş eyer ve üzengilerle donatırdı.

Hayvan yetiştiriyorlardı ama çiftçi değillerdi ve nadiren tek bir bölgeye yerleşiyorlardı. Arazide avcı-toplayıcı olarak geçiniyor, yabani av hayvanlarıyla yemek yiyor, kök ve bitki topluyorlardı.
***

Hunlar Roma İmparatorluğu'na Ulaştı
Hunlar savaşa benzersiz bir yaklaşım benimsedi.
Savaş alanında hızlı ve çabuk hareket ediyorlardı ve görünüşte bir kargaşa içinde savaşıyorlardı,

bu da düşmanlarının kafasını karıştırıyor ve kaçmalarını sağlıyordu.
Bunlar, tecrübeli huş ağacı, kemik ve tutkaldan yapılmış refleks yayları kullanan uzman okçulardı.

Okları 80 metre uzaktaki bir adama isabet edebiliyordu ve nadiren hedefi kaçırıyordu. Hunlar, atları ve sığırları kementleme konusundaki tecrübeleri sayesinde, savaş alanında düşmanlarını ustalıkla kementliyor,

onları vahşice atlarından koparıyor ve şiddetli bir ölüme sürüklüyor.
Ayrıca Roma savunma duvarlarını aşmak için koçbaşları da kullandılar.
Ancak Hunların asıl silahı korkuydu.
Hun ebeveynlerinin çocuklarının kafalarına bağlayıcılar yerleştirdiği, bunun da kafataslarını yavaş yavaş deforme ettiği ve onlara tehditkar bir görünüm kazandırdığı bildirildi.

Hunlar, Avrupa'da tarih sahnesine MS 4. yüzyılın sonlarında, MS 370 yılında Volga Nehri'ni geçerek göçebe, savaşan atlılardan oluşan bir başka uygarlık olan Alanları fethederek çıktılar.

İki yıl sonra, sık sık topraklarına saldırarak Roma İmparatorluğu'nu taciz eden Germen Gotlarının doğudaki bir kabilesi olan Ostrogotlara saldırdılar.
376'ya gelindiğinde Hunlar, Vizigotlara (Gotların batı kabilesi) saldırdı ve onları Roma İmparatorluğu'nda sığınak aramaya zorladı.

Alanların, Gotların ve Vizigotların bir kısmı Hun süvarilerine askere alındı.
Hunlar Gotik ve Vizigot topraklarına hakim olurken, kasabanın yeni barbarları olarak ün kazandılar ve durdurulamaz görünüyorlardı.

MS 395'e gelindiğinde Roma topraklarını istila etmeye başladılar. Bazı Romalı Hıristiyanlar onların doğrudan cehennemden gelen şeytanlar olduğuna inanıyordu.
***

Hunlar Birleşiyor
MS 430'a gelindiğinde Hun kabileleri birleşmişti ve Kral Rugila ile kardeşi Octar tarafından yönetiliyorlardı.
Ancak 432'de Octar savaşta öldürülmüştü ve Rugila tek başına hüküm sürüyordu.

Bir noktada Rugila, Roma İmparatoru Theodosius ile, Hunların, ordularının Gotları yenmedeki yardımına karşılık Theodosius'tan bir haraç aldığı bir anlaşma yaptı.
5. yüzyılda Hunlar, bir grup göçebe savaşçı kabileden, Doğu Avrupa'daki Büyük Macar Ovası'nda yaşayan, biraz yerleşik bir uygarlığa dönüştü.

Çeşitli kökenden gelen süvari ve piyade birliklerinden oluşan muazzam bir ordu kurmuşlardı.
Ancak Romalılar, Rugila'nın yönetimi altında Hunların acımasız olduğunu düşünmüş olsalardı da henüz bir şey görmemişlerdi.

Hun Attila
Kral Rugila 434 yılında öldü ve yerine iki yeğeni, kardeşler Attila ve Bleda geçti.
Attila, kısa boylu, iri başlı, ince sakallı, hem Latince hem de Gotik bilen, usta bir müzakereci olarak tanımlanıyordu.

Hükümdarlığının başlamasından kısa bir süre sonra, Doğu Roma İmparatorluğu ile, Romalıların barış karşılığında kendisine altın ödediği bir barış anlaşması imzaladı.
Ancak sonunda Romalılar anlaşmadan döndüler ve 441'de Attila ve ordusu Balkanlar ve Tuna sınırına hücum etti.

442'de başka bir barış anlaşması yapıldı, ancak Attila 443'te tekrar saldırdı, öldürüp yağmaladı ve iyi tahkim edilmiş Konstantinopolis şehrine doğru ilerledi ve "Tanrı'nın kırbacı" lakabını kazandı.

Şehrin duvarlarını aşamayan Attila, başka bir barış anlaşması daha yaptı: Yıllık 2.100 pound altın haraç karşılığında, şaşırtıcı bir miktar olan Konstantinopolis'i yalnız bırakacaktı.

445 yılında Attila, güya Bleda'nın önce onu öldürmesini engellemek için Bleda'yı öldürdü ve Hunların tek hükümdarı oldu.
Daha sonra Doğu Roma İmparatorluğu'na karşı başka bir sefer başlattı ve Balkanlar'a doğru yol aldı.
***

Katalonya Ovaları Savaşı
Attila, 451 yılında günümüz Fransa'sını, kuzey İtalya'sını ve batı Almanya'sını da kapsayan Galya'yı işgal etti.
Ancak Romalılar akıllarını kullanmışlar ve sonunda Hunları yollarında durdurmak için Vizigotlar ve diğer barbar kabilelerle ittifak kurmuşlardı.

Efsaneye göre Attila, savaştan önceki gece kurban kemiklerine danıştı ve binlerce ordusunun savaşta düşeceğini gördü.
Ertesi gün önsezisi gerçekleşti.
Düşmanlar doğu Fransa'nın Katalonya Ovaları'ndaki savaş alanında karşılaştı.

Hunlar etkileyici bir mücadele sergilediler ama sonunda dengiyle karşılaştılar. Romalılar ve Vizigotlar,
Hunlarla daha önce karşılaştıklarından çok şey öğrenmişlerdi ve onlarla göğüs göğüse ve at sırtında savaşmışlardı.

Gecenin karanlığına kadar süren şiddetli çatışmalardan sonra on binlerce asker ölmüş ve Roma ittifakı Hun ordusunu geri çekilmeye zorlamıştı.

Bu Attila'nın ilk ve tek askeri yenilgisiydi. Attila ve ordusu İtalya'ya döndü ve şehirleri yağmalamaya devam etti.
452'de, Roma ufukta belirdiğinde, Attila ile Roma arasında elçilik yapan Papa I. Leo ile tanıştı.

Ne konuştuklarına dair bir kayıt yok ama efsaneye göre Aziz Paul ve Aziz Petrus'un hayaletleri Attila'ya göründü ve Papa I. Leo ile pazarlık yapmaması halinde onu öldürmekle tehdit etti.

Attila, aziz müttefikleri nedeniyle ya da birliklerinin çok zayıflamış olması ve sıtma nedeniyle zayıflamış olması nedeniyle İtalya'dan çekilip Büyük Macar Ovası'na dönmeye karar verdi.

Attila'nın ölümü
Hun Attila kötü şöhretli bir savaşçı olabilir ama bir savaşçı gibi ölmedi.
Doğu Roma İmparatorluğu'nun yeni imparatoru Marcian, 453 yılında Attila'ya önceden kararlaştırılan yıllık haraç ödemeyi reddettiğinde,
Attila yeniden toplanıp Konstantinopolis'e saldırmayı planladı.

Ancak saldıramadan, son geliniyle evlendikten sonraki düğün gecesinde, sarhoş bir halde kendi kanında boğularak ölü bulundu.
Attila, en büyük oğlu Ellac'ı halefi olarak seçmişti ancak Hun İmparatorluğu aralarında bölünene kadar tüm oğulları iktidar için bir iç savaşa girdi.

Ancak Attila'nın dümende olmaması nedeniyle zayıflayan Hunlar dağıldılar ve artık büyük bir tehdit olmaktan çıktılar. 459'a gelindiğinde Hun İmparatorluğu çöktü.

Address


Website

Alerts

Be the first to know and let us send you an email when Gafur Oturak posts news and promotions. Your email address will not be used for any other purpose, and you can unsubscribe at any time.

Contact The Business

Send a message to Gafur Oturak:

Videos

Shortcuts

  • Address
  • Alerts
  • Contact The Business
  • Videos
  • Claim ownership or report listing
  • Want your business to be the top-listed Media Company?

Share