19/11/2023
Alevilik İslâm Dışı mı?
Son zamanlarda, ”Alevilik İslam dışı bir inançtır. Aleviliğin, İslam ile hiçbir ilişkisi yoktur.” şeklindeki söylemlerin sıkça dillendirildiğine şahit olmaktayız. Aleviliği inançsızlık ve İslam dışı bir olgu olarak yorumlayanlara katılmadığımı belirterek, bu konuyu gerekçeleriyle beraber açıklamaya çalışacağım. Bu yazıda esas aldığım İslam anlayışı, Emeviler ile beraber şekillenen Sünni saltanat ideolojisine dayalı mevcut İslam anlayışı değil, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen, Kur’an’ın ana mesajı ve ruhunu taşıyan İslam anlayışıdır. İçinde yaşadığımız coğrafyada, Aleviler inancından dolayı farklı bir kategoriye koyulmuş, dinsiz olarak görülmüş, ötekileştirilmiş ve asimilasyona uğramıştır. Alevilik “İslam içi midir, İslam dışı mıdır” tartışması da bu algıya hizmet edebilecek olan ve Alevilerin ötekileştirilmesine katkı sağlayabilecek büyük bir hatadır. Alevilerin tarihten günümüze dek yığınla sorunu varken, bu konuyu dillendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Aleviliğe İslam dışıdır demek, gereksiz ve içi doldurulamayacak bir söylemdir. Aleviliği yüzyıllar içinde ve her türlü zulme göğüs gererek büyük mücadeleler içinde var edenlerden hiçbiri, Aleviliğin İslam dışı ve inançsızlık olduğu şeklinde bir fikre sahip olmamıştır. Tam tersine “Aleviliğin İslam dışı olduğunu” iddia edenler zamanın softalarıdır. “Katli vacip” fetvası verenler, iddialarını bu gerekçeye dayandırmışlardır. Aleviler, bu softalara karşı yüz binlerce insanını kurban vererek mücadele etmişlerdir. Hacı Bektaş’a, Seyyid Nesimi’ye, Pir Sultan’a, Şah Hatayi’ye, Edip Harabi’ye ve diğer Alevi büyüklerine, “Onlar Müslüman değildi, İslam dışıydı” demek, onları anlamamaktan başka bir anlama gelmemektedir. “Allah, Muhammed, Ali”; Alevilik inancında en başta olan kutsallardır. Bu kutsallar başka bir olguya değil, İslam teolojisine aittir. Aleviliğin “İslam dışı” olduğunu iddia edenler, ulu ozanların deyişlerindeki İslami motifleri hangi anlamlar dünyasıyla açıklamaya çalışacaklardır. Yoksa ”Ulu ozanlar ve On iki imamlar Alevi değildi, Alevi kültürünü etkiledi” şeklinde bir izah getirerek büyük bir yanılgıya mı düşeceklerdir.
”Aleviliğin İslam ile bir ilgisi yok” söyleminin ana fikri, İslamiyet eşittir Sünnilik düşüncesine dayanmaktadır. Evvela şunu belirtmek gereklidir ki, Sünnilik bir din değil, bir mezheptir ve Hz. Muhammed’in vefatından asırlar sonra ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkışı da tamamen siyasidir. Sünnilerin bugün yapmakta oldukları ibadetlerin %90 gibi bir kısmı Kur’an’ın ruhu ve verileri ile uyum göstermemektedir. Çünkü, Sünnilik referanslarını doğrudan Kur’an’a değil, Muaviye ile Emevi hanedanlığına ve peygamberin vefatından yaklaşık 200 yıl sonra yazılan Kur’an’ın ana mesajı ve özü ile bağdaşmayan çeşitli hadis kaynaklarına dayandırır. Burada ana referansın Sünnilik değil, Kur’an’ın bizzat kendisi olması gerekmektedir. Referans Kur’an’ın bizzat kendisi olursa, net olarak görülecektir ki ne Sünnilik İslam’dır, ne de Alevilik İslam dışıdır. Sünniliğin uygulamalarını İslam diye anlayıp, buradan yola çıkarak Alevilik İslam dışıdır demek büyük bir yanılgıdır. İslam kelime olarak barıştır, Müslüman da barışa teslim olan kişidir. İslam Hakka teslimiyettir, Nübüvveti ve Velayeti aynı nurun yansıması olarak görmektir. Hakkın Adem de, insan-ı kamilde tecelli etmesidir. İnsanın ham ervahlıktan çıkıp insan-ı kamil olmasıdır. Rıza şehrini hedefleyerek cümle toplumun kemalat mertebesine ulaştırılmasıdır. İslam’ın özü budur, Aleviliğin de özü budur.
Aleviliğin, İslam dışı olduğunu iddia eden bazı Alevi Pirleri ve Dedeleri, bu iddialarını temel olarak beş dayanak üzerine kurmuşlardır. Bunlardan birincisi Alevilikte, ‘Hak Muhammed Ali’ denildiği, İslam’da ise ellerini yukarı kaldırarak, ‘Alluhuekber’ denildiği, ikinci olarak İslam’da ‘Tanrının gökte’, Alevilikte ise ‘Tanrı’nın insanda’ olduğu, Üçüncü olarak, Alevilikte Kadın haklarına değer verildiği ‘Kadın’ın kutsal olduğu’, İslam’da ise ‘dört kadınının erkeğe hak görüldüğü’ bu şekliyle kadının aşağılandığı, Dördüncü olarak, ”Aleviliğin, Şamanizm ve Zerdüştlük inancından beri var olduğu, İslam inancıyla beraber asimile olduğu” bu şekliyle İslam’dan önce olduğu ve dolayısıyla İslam’ın dışı olduğu, Beşinci olarak, Alevilikte ‘Cem Evi ve Cem’in’ olduğu İslam’da ise ‘Cami ve beş vakit Namaz’ olduğu bundan dolayı Aleviliğin, Tanrı Tasavvuru ve İbadet anlayışı ile İslam’ın Tanrı Tasavvuru ve İbadetleri arasında fark olduğu bu farklardan ötürü Aleviliğin İslam içi değil, İslam dışı olduğunu söylemektedirler. Yukarıda da bahsettiğim gibi bu iddiaların hepsi, Sünniliği İslam zannetme yanılgısından kaynaklanmaktadır. Bu iddialara, Kur’an verilerini ve Alevilik temel savlarını referans alarak, söylenen sözün zahirî anlamlarından ziyade, öz mânalarına inerek Teoloji eksenli değil, Teofilozofik anlayış eksenli bir analizle cevap vereceğim.
Aleviliğin, inançsal temellerinin İslam’dan farklı olduğunu söyleyenler, temel savlarını; ‘’Hak Muhammed Ali’’ ile ‘’Benim Kabem İnsandır’’ anlayışına dayandırırlar. İlk olarak, ‘’Hak Muhammed Ali’’ anlayışının manası üzerinde durmak gereklidir. Bu anlayışın, ikilikli yönü vardır. Birinci yönü; Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin doğruluk, dürüstlük ve erdemlilik yani hak (Allah) yolu üzere olduğu ve insan için en kutsal yolun, İnsan-ı Kamil olma yolunda ilerlemek olduğunu, dolayısıyla onların yolunda gitmenin de bu yoldan gitmek olduğu anlamını taşır. İkinci yönü ise; Allah’a yani Hakka inanmak, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanarak Hz. Ali’nin velayetini kabul ve tasdik etmektir. Bu anlayışı, bu ikilikli yönüyle anlamaya çalışmamız gereklidir. Bahsi açılmışken, Hz. Ali’nin velayeti konusuna da değinmek istiyorum. Burada ‘’Hz. Muhammed, Hz. Ali’yi kendinden sonra vekil tayin etti mi, etmedi mi ?’’ şeklindeki kısır tartışmalara girmeyeceğim. Buradaki esas mesele bu değil, Hz. Ali’nin bu makama ulaşmasına sebep olan vasıflarıdır. Gadir-i Hum da ki olay bir velayetten ziyade, Hz. Ali üzerinden tüm insanlığa gönderilen büyük bir mesajı taşımaktadır. Hz. Muhammed’in veda haccından dönerken, Gadir-i Hum bölgesinde Hz. Ali hakkında ‘’Ben kim dostuysam, Ali de onun dostudur’’ şeklinde bir konuşma yapmıştır. Hz. Muhammed’in, Gadir-i Hum da yaptığı konuşmada Hz. Ali’den övgüyle bahsetmesi, kendisinden sonra velayetin Hz. Ali de olduğu belirtmesi, iddia edildiği gibi Hz. Ali’nin onun damadı olup, soy bağı ile bağlı olduğundan kaynaklı değil, ehliyet ve liyakat ilkeleriyle, adalet, merhamet ve doğruluk şeklindeki İnsan-ı Kamil’e has karakteristik özellikleri taşıdığından dolayıdır. Nitekim soy bağı ile yapılan atama Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Hz. Muhammed, hakkın dostudur. Yani yoksulların, yetimlerin ve ezilip horlananların dostudur. Aynı şekilde Hz. Muhammed’in ‘’Konuşan Kur’an’’, ‘’Veliliğin Sultanı’’ ve ‘’İlim Beldesinin Kapısı’’ dediği Hz. Ali de ezilenlerin dostu, mazlumların Zülfikarı, adaletin hisarı ve İslam’ın vakarıdır. Dolayısıyla ‘’Hak Muhammed Ali’’ anlayışıyla, Kur’an’ın ruhu arasında herhangi bir kopukluk yoktur, tam tersine bu anlayış Kur’an’ın ruhunu taşıyan bir özdür.
İkinci olarak da ‘’ Benim Kabem İnsandır’’ anlayışının üzerinde durmak istiyorum. Bu konuya girizgâhı Hz. Muhammed’in ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin şu sözleri ile yapmak istiyorum; ‘’Mü’min, Ka’be’den daha üstündür’’, ‘’Hararet nardadır, sacda değildir. Keramet baştadır, tacda değildir. Her ne arar isen kendinde ara. Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir.’’ Bu anlayış temelde, inançların ve ibadetlerin şekil ve formlarının yani görünüşünün değil; taşıdığı mesajının yani özün önemli olduğunu belirtir. Bu özü de, varlığın birliği ilkesi gereği yaratılanda görür. Yani yaratan ve yaratılanın ayrımı değil, birliği esas alınır. Çünkü yaratılan, yaratanın bir yansımasıdır, cemalidir, güzelliğidir. Dolayısıyla insanın gönlü de, tanrının evidir. Yunus Emre’nin dediği gibi; ‘’Bu kıldığın namaz değildir; eğer gönül yıktın ise’’ yine Yunus’un başka bir deyişinde ifade ettiği gibi; ‘’Gönül Çalab’ın tahtı. [1] Çalap gönüle baktı. İki cihan bedbahtı. Kim gönül yıkar ise’’ dolayısıyla ‘’ Benim Kabem İnsandır’’ anlayışı da, ‘’Tanrı’nın konumu ya da ontolojik varlığı ile ilgili değil; vasfı ve yansıması ile ilgilidir. Bundan dolayıdır ki, kıblesi insan olmayanların, gönüllere ulaşamayanların; Allah’a ulaşamayacağını belirtir. İddia edildiği gibi, bu anlayışın Kur’an ile çelişen hiçbir yönü yoktur, tam tersine bu anlayış Kur’an tarafından desteklenmektedir. Bu anlayışın, bu boyutuyla ilgili son sözü Muhammed İkbal’e söyletelim; ‘’Sen insana ulaşmadan, Allah’ı nasıl arıyorsun’’ Bu söylem ve anlayışların bir diğer boyutu da, teolojik değil; ekonomi-politiktir. Tasavvuf tarihinin devrim yaratan ismi, Hallac-ı Mansur’un ‘’Enel Hak’’ isyanı da bu anlayışın tipik bir örneğidir. ‘’Enel Hak’’ haykırışı, Tanrı benim demek değil, Ey kavmin refah ve servetle şımarmış ileri gelenleri, Ey emek sömürüsü yapanlar, Ey Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi olarak kendini tanıtıp, insanlar üzerinde hegemonya kuranlar ben de Haktanım, aramızda bir fark yok. Hepimiz Hak’tan geldik ve Hakk’a döneceğiz demektir. Enel Hak, Hakk’ın bir yansıması olan tezahür eden insanın, servet ve saltanat kalelerini yerle bir eden, mevcudun dinsel karanlığını yırtan, zalimlerin ve zorbaların zulüm düzenlerine isyan eden başkaldırısının en güçlü söylemidir.
Üçüncü olarak, ‘’Alevilikte Kadın haklarına değer verildiği ‘Kadın’ın kutsal olduğu’, İslam’da ise ‘dört kadınının erkeğe hak görüldüğü’ bu şekliyle kadının aşağılandığı iddiasıdır. Bu iddia, Kur’an verileri ile bağdaşmamaktadır. Kur’an’ın hiçbir ayetinde çok eşliliğe teşvik, onay ve ruhsat verilmemektedir. İslam öncesi Mekke toplumunda, poligami [2] zaten oldukça yaygındır. Erkekler bırakın dört kadın ile evlenmeyi, onlarca kadın ile evlenmektedir. Bundan dolayıdır ki dört eşlilik şeklinde bir uygulamaya da ihtiyaç yoktur. Kur’an’ın dört eşlilikle ilgili olan ayeti, İslam öncesi Mekke toplumunun sosyal yapısını esas alarak, dönüştürücü bir rol oynamaktadır. Nitekim Kur’an, Mekke toplumunda yaygın olan çok eşliliğin adaletsizliğe yol açtığı görmüş ve buna müdahale etmiştir. Kur’an, Mekke toplumunda yaygın olan çok eşliliği ilk önce dörde indirmeye çalışmış, daha sonra dörtten üçe, üçten ikiye ve nihai hedef olarak da ‘’tek eşe’’ doğru giden bir anlayış ortaya koymuştur. (Nisa; 2-3) Kur’an çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma, nihai hedef olarak tek eşliliği yerleştirmeye çalışmıştır. Bundan dolayıdır ki, iddia edildiği gibi Kur’an kadına çok eşliliği ön görmemiş, kadını aşağılamamış tam tersine erkek egemen ve köleci toplum yapısını ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.
Dördüncü olarak, ”Aleviliğin, Şamanizm ve Zerdüştlük inancından beri var olduğu, İslam inancıyla beraber asimile olduğu” iddiasıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki her yeni inanç, ortaya çıktığı coğrafyanın mevcut inançlarının kültürel yapısından, inancın kültürel öğelerine etki etme biçimiyle etkilenmiştir. Şamanizm ve Zerdüştlükte bir Orta Asya ve Orta Doğu inancıdır. Elbette bu coğrafyada doğan birçok inanç ve öğreti gibi, Alevilikte kültürel anlamda eski inanç ve öğretilerden bazı öğeleri almıştır. Ancak bu kültürel öğeler hiçbir zaman, inancın temelini oluşturan öğeleri etkilememiş sadece kültürel zenginlik ve kazanımlar olarak kalmıştır. İslam ve Aleviliğin kültürel öğelerine baktığınızda, Şamanizm ve Zerdüştlük ile benzerlik gösteren bazı öğelere rastlayabilirsiniz. Bu kültürel öğelerin varlığı, inancın özünü belirleyen faktör olduğu anlamına gelmez. Her din ve anlayış ortaya çıktığı toplumun, ritüellerini ve kültürel öğelerini doğrudan reddedici bir tutum değil; dönüştürücü bir tutum alarak şekillendirme amacını taşır. Örneğin, İslam öncesi dönemdeki ritüeller ile İslam’ın ritüelleri arasında birçok benzerlik vardır. İslam öncesi dönemde de, insanlar Kabe’yi tavaf ediyor, namaz kılıyor ve kurban kesiyorlardı. Ancak bir fark vardı, namazları, tavafları ve kurbanları Allah’a değil, Mekke’nin soyca ve servetçe üstün olan putlarına yapılıyordu. Kur’an ise bu anlayışı dönüştürerek ve bu ritüellerin uygulanış biçimleriyle ilgili çeşitli farklılıklar yaparak yeni bir anlayış ortaya koydu. Şimdi bu anlayıştan yola çıkarak, Kur’an’ın ana inancı, diğer inançlardan etkilenmiştir şeklinde bir düşünce ortaya koymak mantıki gerekçelerle izah edilebilecek bir durum değildir. Şu unutulmamalıdır ki bazı kültürel öğe ve motiflerin kazanımları, eski inancın kendisi ve özü değildir. Bu etkilenişlerin tamamı, inançlarla değil; kültürel motif ve öğelerle ilgilidir. Dolayısıyla, ‘’Aleviliğin, İslam ile asimile olduğu, aslının bu olmadığı’’ iddiası mesnetsiz bir safsatadan ötesi değildir.
Beşinci olarak, ”Alevilikte ‘Cem Evi ve Cem’in’ olduğu İslam’da ise ‘Cami ve beş vakit Namaz’ olduğu dolayısıyla İslam ile Aleviliğin ibadet açısından farklılık gösterdiği” iddiasıdır. İlk önce şunu belirtmek gerekir ki, İslam dininin bugünkü şekliyle ‘’Namaz/Salat’’ diye bir ibadeti, dininin direği ve beş şartı olmadığı gibi ‘’Cami’’ diye de resmi bir ibadethanesi yoktur. Kur’an’a göre tüm yeryüzü; mescit, iyiliğe ve barışa yönelik tüm fiil ve eylemler; ibadet, eşitlik, paylaşım, adalet, doğruluk, dürüstlük ilkeleriyle yoğrulmuş bir yaşamda; İslam’ın en büyük şartıdır. Kur’an’da namaz, oruç ve hac gibi ritüeller, ibadet değil; nüsuk olarak geçer. Nüsukların ibadet sayılabilmesi için, hayatın içine erdemli davranışlar şeklinde yansıması gerekir. Tüm nüsuklar bilinç kazanmaya yöneliktir. İnsanlar bu bilinci, nüsukların dışında farklı yollarla da kazanabilir. Örneğin, namazda secde ve rüküya gidilir. İkisi de eğilmektir. İşte bu bir nüsuktur. Namaz kıldıktan sonra, malın, mülkün şanın ve şöhretin önünde eğilmediyseniz, kibirlilik yapmadı iseniz ibadeti yaptınız demektir. Bunları yapıyorsanız, zaten namaz kılmaya da ihtiyacınız yoktur. Kur’an ne namaz kılmayanı lanetler ne de namazı dinin direği ve şartı olarak görür. Ama Kur’an, namaz kıldığı halde insanlara gösteriş yapıp; yoksulu ve yetimi görmezden gelenleri ve iyilik yapmayanları en şiddetli biçimde lanetler ve dini yalan saymakla suçlar. (bkz. Maun Suresi) Cami ve Cemevi farkını ise, peygamberin dönemindeki mescitler ve peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan mescitler şeklinde bir ayrım yaparak cevaplayacağım. Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde mescitler, insanların toplanma birleşme ve sorunlarına çözüm bulma mekânlarıydı. Bu mescitlere fakirler, yetimler ve ezilip horlananlar gelir, kendilerine yardım ve destek sağlanır sorunları çözüme kavuşturuldu. Aynı zamanda bu mescitlerde, sınıf ayrımı kalkar, toplumsal yargılama olur ve rızalık sağlanırdı. Nitekim Hz. Muhammed, vefatından kısa bir süre önce ashabıyla vedalaşmak ve helalleşmek için Mescide gitmiş ve ‘’ Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Her kimin benden alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın!’’ diyerek rızalaşmanın büyük bir örneğini göstermiştir. Mescitlerdeki bu anlayış, peygamberin vefatı ile bitmiş, Kerbala’nın ardından toprağın altına gömülmüş, Emeviler ile beraber yeni bir boyut kazanarak Kur’an’ın temel ruhuna aykırı bir biçimde bugünkü şeklini almıştır. (bkz. ”Camideki Allah öldü!”/Emre Ergül ) Bugünkü mevcut cami anlayışının peygamber dönemindeki mescit anlayışıyla hiçbir bağlantısı yoktur. İhsan Eliaçık’ın deyimiyle, ‘’Peygamber mescidinin şekli camide kalmış, ruhu ise cemevine gitmiştir.’’ dolayısıyla peygamber dönemindeki mescit anlayışı ile cemevi arasında bir fark yoktur. Kur’an verilerine göre, yapılan ritüellerin şekil ve formları değil; taşıdığı mesaj ve yöneldiği amaç esas olandır. Her ikisinde de; birlik olunur, Hakk’a dua ve ibadet yapılır, niyaz edilir ve secdeye gidilir. Aynı şekilde toplumsal yargılama olur, rızalık alınıp verilir ve paylaşım sağlanır. Yani peygamber dönemindeki mescit ile cemevi özü itibariyle aynı mesajı ve amacı taşımaktadır. Çünkü Kur’an’ın dini bir ritüeller ve ibadetler dini değil; eşitlik, adalet, sevgi ve paylaşım dinidir. Buradan bakıldığında iddia edildiği gibi, Cemevinin İslam dini ile çelişen ve ayrı düşen hiçbir noktası yoktur.
Alevilik, basit, tarihsel ve en önemlisi de inançsal temeli olmayan bir olgu değildir. Aksine, asırların süzgecinden geçmiş ve insanlığa önemli katkılar sunmuş olan ve daha da sunacak olan bir inançtır. Aleviliğin inanç boyutunu yok saymak, inkar etmek ve sadece bir takım sosyal ve insancıl yönleri ile yorumlamak yanlıştır. Yine salt ibadet ve formel kurallarla sınırlamak da doğru değildir. Hiç kimsenin Alevilikten, Muharrem orucunu, Hızır’ı, Musahipliği, Aşureyi, Semahı, Hak Muhammed Ali’yi, Hz. Hüseyin’i, Hz. Hasan’ı, Ehl-i Beyt’i, On iki imamları, Kerbela’yı, Pir Sultan’ı, Seyyid Nesimi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, dört kapı kırk makamı ve daha benzer değer ve doğruları çıkararak, Aleviliği inanç dışı olarak göstermeye hakkı yoktur. Bu değer ve doğrular ne Aleviliğe sonradan eklenmiştir ne de Aleviliğin dışındadır. Aleviliğin özü budur. Alevilik, İslam dışı verileri referans alarak şekillenmiş bir olgu değil, tam tersine İslam teolojisini esas alan öğretilerin, farklı yorumlanış biçimiyle son halini almış bir olgudur. Muaviye ve Yezid referanslı saltanat dinciliğini İslam zanneden bazılarının, Aleviliği İslam dışı olarak görmeleri büyük bir yanılgıdır. Alevilik, Allah inancının ve takvanın en üstün olduğu yoldur. Alevilik, peygamberin vefatından sonra biten ve Kerbelâ’nın ardından toprağın altına gömülen İslam’ın özüdür. Alevilik, zalim sultana karşı hakkı ve hakikati haykırabilmenin adıdır. Bugün Aleviliğe yapılabilecek en büyük kötülük; Aleviliğin İslam dışı olduğu şeklinde yapılan propaganda ve telkinlerdir. Tarihte bu telkinleri yapanlar, Hz. Ali’yi hançerleyenler, Hz. Hüseyin’i susuz bırakanlar, Harre’de, Yezid’in kulu ve kölesi olarak biat etmeyenleri katledenler, Nesimi’nin derisini yüzenler ve Pir Sultan’ı darağacında sallandıranlardır. Bu iddialara cevap olarak son sözü, ‘’Muhammed bizimdir, Ali bizimdir. Erkanı bizimdir, yolu bizimdir. Bir Allah’a yalvarırım. Şaha padişaha değil’’ diyen Ulu Ozanlardan Pir Sultan Abdal’a verelim.
Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş,
Meğer Şah’ı sevmiş dese yoludur.
Yetmiş iki millet sevmedi Şahı,
Biz severiz Şah-ı Merdan Ali’dir.
Kırkımız bir katara dizildik,
Hakk’a, Muhammed’e ümmet yazıldık.
Hakikate şerbet olduk ezildik,
Biz içeriz sâki peyman Ali’dir.
Gidi Yezit bizler haram yemedik,
Bâtın ettik gördüğümüz demedik.
İkrâr birdir dedik, geri dönmedik,
Yediler’iz, birincimiz Ali’dir.
Muhammed dinidir bizim dinimiz,
Tarikat altından geçer yolumuz.
Cibril-i Emindir hem rehberimiz
Biz müminiz, mürşidimiz Ali’dir.
Pir Sultan’ım, Nesimi’dir pîrimiz,
Evvel kurban verdik Şah’a serimiz.
On’ki İmam meydanında dârımız,
Biz şehidiz serdarımız Ali’dir.
(Pir Sultan Abdal)
[1] Çalab: Tanrı
[2] Poligami: Çok eşlilik
-AdilMedya-